Istifa - veda partisi - Türkiye ziyareti üçlüsü sonrası yeni işime başladım. 2,5 ay oldu bile ki bana bi tuhaf geliyor. Ofistekilerle gayet iyi anlaşsam da işin kendisine hâlâ tam alışamadım. Çok değişmedi oysa. Sanki orada bir yerde, bilmediğim, öğrenmem gereken, ama nereden başlayacağımı dahi bulamadığım bir dünya var. Ben de bildiklerimi kırpıp kırpıp yıldız yapıyorum. O karanlık odaya girmiyorum. Arada bir paçamdan tutup içeri çekiyorlar; ama ilk 3 ayın dolması şerefine, esas eylül-ekim döneminde öyle bir dalacağım ki işlere, buraya bir ses vereyim bari dedim.
Yıllardır Rodos'a gitmemi tavsiye eden arkadaşlarım haklıymış, 1 haftalık tatilde doya doya tadını çıkardım. Bu sene Londra suratsız yaz rekorunu kırdığı için genelde kapalı, yağmıyorsa bile güneşsiz günler, haftalar, aylar geçti. O yüzden bu tatilde sahiden güneş depoladım, tam bi çakıltaşı gibi takıldım. Bir de şansıma şirketin yıllık toplantısından hemen önce işe başladığım için, Boston'a gittim 5 günlüğüne. Yeni Dünya'ya ilk seyahatimi, İngiltere tarihime saygımdan tabii ki bu şehirden yapmam icap ederdi zaten. Kısa ve özdü, hava orada da sıcacıktı. 34 tane adası olması, tatlı stadyumu, deniz ürünlerinin bolluğu ve yelken dolu limanıyla kalbimi kazansa da pahalı ve SÜREKLİ kimlik gösterip en fazla gece 1.30a kadar içebiliyorsunuz. Belki emekliliğimde............
DAHA HEYECANLI ŞEYLER:
Buraya yazmamış olsam da aslında yazıyorum. Hatta kıyaslarsak son yıllara göre çok daha üretken bi halde. Üstelik yalnız değilim. 21 kişiyiz. Hadi kendimi geçtim ama çoğu bizim kuşak blog aleminin sevilen, özlenen, "daha çok yazsa" veya "yeniden yazsa" denen kişileri bence. Milyorlara seslenme derdi olmadan, uzun uzun yazıp, uzun uzun okuduğumuz günlerden. Neye göre buluştuk derseniz, kafamıza göre. Mesela Jelatin var, Aidasalem, Sothyz, Dodo, Bonaluram... liste uzun. Silgi ve Simiole var mesela. Ay saysam bitiremiycem, kendiniz bakın. Özetle buluştuk, ortak blog açtık. Birbirimizi özlemişiz, orada burada konuştuklarımızı kaçırmaktan sıkılmışız.
Mekanı her bir yerden duyurduk; (henüz duymamış kaldıysa azıcık sinir olucam) ama buyrung:
ne diyeceğimizi bilemeyip Mahmut dedik, başka bi isim hikayesi de yok. İçerik deseniz, her daldan her telden; ama old school özene bezene yazma prensibiyle, birinci el içerik. "siz ingilizce nereden bileceksiniz" tepeden bakmasıyla Mashable çevirisi veya kolaya kaçıp "abc'nin 127 yolu" filan yazmıyoruz. ekip sayısı kararında; amigdala yazan da var cin tonik tarifleri de, son tatilini yazan, sağlık meselelerini paylaşan da. Bence (yazılı olmayan) amacımız gündemlerden kaçan herkesin kısa bir nefes alacağı sığınak olmak. aylardır aktif ama reklamını yapmayı bile anca beceriyorum, tam bi şaşkınlık hali. yeni nesil blog olduğu için feysbuklar, twitterlar filan mevcut, hatta bi de instagram. sosyal medyalandık ( tıklamaya üşenenler için: mahmutheblog olarak arayan buluyor). Aa hatta ilk misafir mahmutumuz bile oldu, açığız yani efendim böyle şeylere, konuya göre.
Burasıyla farkı ne derseniz, burası aslında zor olmayan şeylerin mekanı; orasıysa kolay şeylerin. İlkinin içeriği belli. Şu son bi yılın gündem ve gelişmeler beni o kadar yıprattı, yordu ki ve o kadar kaskatı bırakıyor ki artık, bilinçli bir şekilde uzak durmaya çalışıyorum. Bunu 10 yıl önce 22 yaşımda olmamın heyecanıyla, şimdi 32 yaşıma ermenin günlük koşturmacalarıyla veya 4 yıldır ülkeden uzak yaşamamla açıklayabiliriz. İşin açıkçası, blogumun bir yaşam eğrisi olması hoşuma bile gidiyor. Açıklama aramıyorum.
Dükkanı kapamıyorum. Burası Mahmut'a da taşınmıyor. Sadece işte, buranın istediği enerji ve özeni ona veremiyorum. En azından bu ara. Belki bir gün, zor olmaz.