23 Ağustos 2016 Salı

necefli maşrapa

Bir önceki yazımın hemen ertesi günü, bu blogun 10. yaşıydı.  10 YIL! Yıllardır hep geç kutlamakla beraber, bu sefer iyice arayı açtım ve yine bir yorumla kendime geldim anca.

Istifa - veda partisi - Türkiye ziyareti üçlüsü sonrası yeni işime başladım. 2,5 ay oldu bile ki bana bi tuhaf geliyor. Ofistekilerle gayet iyi anlaşsam da işin kendisine hâlâ tam alışamadım. Çok değişmedi oysa. Sanki orada bir yerde, bilmediğim, öğrenmem gereken, ama nereden başlayacağımı dahi bulamadığım bir dünya var. Ben de bildiklerimi kırpıp kırpıp yıldız yapıyorum. O karanlık odaya girmiyorum. Arada bir paçamdan tutup içeri çekiyorlar; ama ilk 3 ayın dolması şerefine, esas eylül-ekim döneminde öyle bir dalacağım ki işlere, buraya bir ses vereyim bari dedim.

Yıllardır Rodos'a gitmemi tavsiye eden arkadaşlarım haklıymış, 1 haftalık tatilde doya doya tadını çıkardım. Bu sene Londra suratsız yaz rekorunu kırdığı için genelde kapalı, yağmıyorsa bile güneşsiz günler, haftalar, aylar geçti. O yüzden bu tatilde sahiden güneş depoladım, tam bi çakıltaşı gibi takıldım. Bir de şansıma şirketin yıllık toplantısından hemen önce işe başladığım için, Boston'a gittim 5 günlüğüne. Yeni Dünya'ya ilk seyahatimi, İngiltere tarihime saygımdan tabii ki bu şehirden yapmam icap ederdi zaten. Kısa ve özdü, hava orada da sıcacıktı. 34 tane adası olması, tatlı stadyumu, deniz ürünlerinin bolluğu ve yelken dolu limanıyla kalbimi kazansa da pahalı ve SÜREKLİ kimlik gösterip en fazla gece 1.30a kadar içebiliyorsunuz. Belki emekliliğimde............

DAHA HEYECANLI ŞEYLER:

Buraya yazmamış olsam da aslında yazıyorum. Hatta kıyaslarsak son yıllara göre çok daha üretken bi halde. Üstelik yalnız değilim. 21 kişiyiz. Hadi kendimi geçtim ama çoğu bizim kuşak blog aleminin sevilen, özlenen, "daha çok yazsa" veya "yeniden yazsa" denen kişileri bence. Milyorlara seslenme derdi olmadan, uzun uzun yazıp, uzun uzun okuduğumuz günlerden. Neye göre buluştuk derseniz, kafamıza göre. Mesela Jelatin var, Aidasalem, Sothyz, Dodo, Bonaluram... liste uzun. Silgi ve Simiole var mesela. Ay saysam bitiremiycem, kendiniz bakın. Özetle buluştuk, ortak blog açtık. Birbirimizi özlemişiz, orada burada konuştuklarımızı kaçırmaktan sıkılmışız. 

Mekanı her bir yerden duyurduk; (henüz duymamış kaldıysa azıcık sinir olucam) ama buyrung:


ne diyeceğimizi bilemeyip Mahmut dedik, başka bi isim hikayesi de yok. İçerik deseniz, her daldan her telden; ama old school özene bezene yazma prensibiyle, birinci el içerik. "siz ingilizce nereden bileceksiniz" tepeden bakmasıyla Mashable çevirisi veya kolaya kaçıp "abc'nin 127 yolu" filan yazmıyoruz. ekip sayısı kararında; amigdala yazan da var cin tonik tarifleri de, son tatilini yazan, sağlık meselelerini paylaşan da. Bence (yazılı olmayan) amacımız gündemlerden kaçan herkesin kısa bir nefes alacağı sığınak olmak. aylardır aktif ama reklamını yapmayı bile anca beceriyorum, tam bi şaşkınlık hali. yeni nesil blog olduğu için feysbuklar, twitterlar filan mevcut, hatta bi de instagram. sosyal medyalandık ( tıklamaya üşenenler için: mahmutheblog olarak arayan buluyor). Aa hatta ilk misafir mahmutumuz bile oldu, açığız yani efendim böyle şeylere, konuya göre.

Burasıyla farkı ne derseniz, burası aslında zor olmayan şeylerin mekanı; orasıysa kolay şeylerin. İlkinin içeriği belli. Şu son bi yılın gündem ve gelişmeler beni o kadar yıprattı, yordu ki ve o kadar kaskatı bırakıyor ki artık, bilinçli bir şekilde uzak durmaya çalışıyorum. Bunu 10 yıl önce 22 yaşımda olmamın heyecanıyla, şimdi 32 yaşıma ermenin günlük koşturmacalarıyla veya 4 yıldır ülkeden uzak yaşamamla açıklayabiliriz. İşin açıkçası, blogumun bir yaşam eğrisi olması hoşuma bile gidiyor. Açıklama aramıyorum.

Dükkanı kapamıyorum. Burası Mahmut'a da taşınmıyor. Sadece işte, buranın istediği enerji ve özeni ona veremiyorum. En azından bu ara. Belki bir gün, zor olmaz.

25 Nisan 2016 Pazartesi

durum raporu

mart-nisan ikilisini bolca seyahatle gecirdim. is icin, tatil icin, kisa kisa gezmeler. bi si yazdigim yok, o zaman neden bunlari yazmayayim? evet.

bucak bucak avrupa turum mart ayinin sonunda atina'yla basladi ki herhalde bu kadar dogru bir zamanda gidemezmisim. Is icindi; ama mis gibiydi. Hem gunes hem de portakal cicegi (hayir, TURUNC!) kokulariyla vaftiz mi oldum, arindim mi, muazzam iyi geldi. her pastanede meyve sekerlemeleri var, hani kibrislilarin macun dediklerinden. kayisi, incir, turunc... surekli cebimde onlarla gezdim. Tabii ki bu kisa ama verimli Atina tatilinde emegi gecen Ozan'a buradan da tesekkurler - tam bir ev sahibi kendisi. dunya tatlisi birisi olmasindan ote, sehir ona iyi gelmis, o da sehri pek sevmis, simbiyotik bir seyler olmus, kaynasmislar. Sehri seven insanin rehberligi baska oluyor. Yoksa ben kalimera-kalispera, anca ana cadde turu atardim. onun yerine uzolar, limonlu pastalar filan.

gunesten isinmis kaldirimda mirrlarken cektim.
 Sonra paskalya tatilindeCote d'Azur turu. Nice'te kalip Monaco- Cannes civar illerini gezmec. Universite sinif arkadaslarimla ikinci geleneksel Paskalya toplasmamizdi, bu sefer bir de 6 aylik Yasemin Hanim eklendi ekibe. kendisi o kadar sakin ve o kadar leydi ki inanilmaz. yani her firsatta kucagima alip oynadigim halde bana bile katlandi. bebekle seyahati gectim, genel olarak bebeklerden beklentimizi artirdi. hava biraz degisken oldugundan bir gun guneste kizarip ertesi gun yagmurda kacistik ama fransamiz canimiz, bize iyi bakti. Ozellikle Eze pek sirin bir dag kasabasi ve Nice'teki bit pazarinda daha uzun kalabilir, olmayan servetimi harcayabilir, uzerine de sahilde bi aperol icebilirdim. her gun.

Nice was nice diyerek... evet maalesef...

frankofonluklar.

Bundan sonra yine pek fazla durmadim ve hop - Varsova. is icin, ikinci ziyaret. 3 gunun 2si sabahtan aksama kadar otelde gectigi icin cok bir sey yapamadim. biraz old town, bir tane cok sevdigim sushicide kendime ziyafet, bir de son gun kostura kostura Blikle'ye gidip cheesecake yemek. evet hep bogazima calisiyorum ama bence varsova'da bu gayet kolay. Hem Avrupa'daki odullu susi restoranarindan 2-3 tane var o ufacik sehirde, hem pastaneler harika hem de daha n'olsun.

Varsova old town, temsili. Seviyorum.

kapilarini en bi cok seviyorum.

sonra, Italya. kirk carsambanin bulusmasiyla yarattigim bu jet set hallerin son ayagi. Napoli-Positano-Capri. Amalfi sahilleri bekledigimiz gibi bol yemeli icmeli ve hatta denize bile girmeli gecti. 6 gun degil 6 ay kalsam bikmam sanirim; ama o virajli yollarin ortasina dogru YETER ARTIK BI TELEFERIK YAPIN TUNEL KAZIN NOLUR dedim mi, dedim. ama hep icimden. yoksa kimseler dokunmasin, yuksek yuksek tepelere ne guzel evler yapmislar. Tanrilar Yolu (tanrilar patikasi?) denen rotadaki yuruyus de pek guzeldi; insan sirtini daga, gozlerini denize verip saatlerce yuruyor. Planlayan varsa eger, biz Bomerano'dan Nocelle'e kadar yuruduk. Bunun icin de Positano'dan Amalfi'ye SITA bus ile gidip, sonra oradan tekrar SITA ile Bomerano'ya gittik. Nocelle'den de Positano'ya otobusle donduk. toplamda 4 saat filan suruyor, yaniniza su, yiyecek vs alin. gayet rahat bir rotaydi bence; ama yine de toz toprak tabii. spor ayakkabi yeterli, sandaletse anca tabani kar lastigi gibiyse uygun.

positanocugum, canim.
tanriciliq.
Neyse, sonra Capri. Mutlaka teleferikle en tepelere cikmak lazim; ama nisan ayinda bile sehirde trafik berbatti. Gunubirlik gidenler sezonda 2-3 saatini o daracik yokuslarda, trafikte geciriyor kesin. giderseniz bir gece kalmak iyi oluyor; bir de anakaraya gore ziyadesiyle serindi. yine de ben teleferige bindim, binebildim, o yokusun tepesinde, tek basima, sadece metal bi sopaya emanet bi salincakta delirmedim - YABDIM. hatta inebildim bile. azicik gururluyum, evet. Son gun donus yolunda da Pompeii. Suren calismalardan mi nedir bilemiyorum, oyle muazzam etkilenmedim ki ben genelde agzim acik gezerim. Belki de beklentim yuksekti. iyi ki gitmisim, o ayri tabii.


Ben hala suna binebildigime inanamiyorum.

teleferigin faydalari.
 Nedir, sonra ucaga bindik, son ana kadar domatees makarnaaa diye sayiklayarak Londra'ya donduk.

~ seyahat zincirinin sonu ~

Geldigim gibi de ertesi gun isimden istifa ettim; cunku yeni isimden kontratimi yolladilar ben tatildeyken. Bunlar hep gecen hafta oldu. Bu seyahatler arasinda mulakatlara gittim cunku ben. Hatta iki kere de zehirlendim ve yorgan dosek yattim. Nisan benim icin uc ay kadar uzun gecti ve geciyor bu sebeple.

Simdi de elimde erguvan rengi ojeler, bu is yeriyle vedalasma partisini nerede yapsam diye mekan ariyorum. Insanlarini cok sevdigim, buradaki ilk ofisim. bu da benim de su hayatta ilk gercekten istifam. yeni isimde de sorumlulugum artacak gayet, bir ogrenme halleri filan olacak yine. yani boyle bi pirpir haller de var.

"uzun uzun susuyor ama calisiyor" diyebilir miyiz blogcum? deriz bence.

8 Şubat 2016 Pazartesi

stracciatella

birkac gundur (araya hafta sonu da girdi oysa) muthis bir ofke hissediyorum ofisteyken. sebebi, hedefi yok. ne isime, ne haberlere (yoksa bu blog bunun icin var), ne birilerine. bir anda yukselen, sonra bi dalga yakalayip uzun uzun sorfunu yapan ve nihayet kiyiya vuran bir ofke. cayla, muzikle filan besliyorum. cok iyi bakiyorum. gerci ben her seyi biraz uzaktan izliyorum. galiba. sanirim o ofkenin kendimle ilgili olma ihtimali, asil mesele. bu ihtimalden uzaklasmanin en iyi yolu tum dikkatimi ofkeyi takibe vermek. hani tek ayak ustunde durabilmek icin aslinda hicbir sey dusunmemek ve zihnin dengeye yogunlasmasi gerekir, o hesap. bence.

veya degil. yani bilemiyorum. bir huy olarak kendimi hep cok guzel kandirdim, ikna ettim, "du bakali nolecak"ladim veya digerleri. yapiyosam bi bildigim vardir, aa ofke mi, acaba niyedir, aman nolursa olsun canim istedi diyedir. bekler goruruz, yanina cay demleriz, aramizda lafi mi olur. yok canim, olmaz. maksat yuzumuz gulsun.

nedir iste, ben beni hic kiramam. kiramadigim her kisiyle oldugu gibi, icten ice kizar, bozulur, soylenirim ama. bi kenara yazarim, unutmak icin. sonra topluca hatirlarim. yani keske bazen sahiden birkac kisi olsaydim. bunu soylemeyi simarikca buluyorum oysa. git cay koy aklin basina gelsin, miymiymiy. yazmak abes geliyor su an; cunku o ofke mevcut, dusunmeme bile kiziyorum.  (her paragraf basi yapisimda divad'la yaptigimiz gereksiz paragraf baslari konusmamiz aklima geliyor. "siz bu kadar sure konsantre olamazsiniz diye okunabilir hale getirdik"ci, tembel isi, gazetevari paragraflar. her seye ihanet eden paragraf baslari. tepeden bakan. usttekiler gibi. neyse, devam)

ben yine bir seyler yapmam gereken, yapacak takati kendimde bulamadigim, konunun takat filan degil tembellik oldugunu gayet iyi bildigim, kalan tum enerjimle kendimi kandirdigim o cok uretken zamanlardayim. ofke dedigim sey de caydanlik dudugu aslinda. kaynayinca otuyo haliyle.

nedir, cok da karmasik degil. bu kadar suslu durumlar degil. benden uc tane olmasina gerek yok. defterimi bulamiyorum. aslinda ondan. cokca bundan. senden benden bizden.

7 Ocak 2016 Perşembe

tuz

etrafta bolca gordugum, gordukce icimde bir seylerin buruldugu espriler, laf kaliplari var. azalarak bitmeyecekler; ama kullananlar orada bir yerde birini incitebilecegini fark etmiyor bile bence. bunlar, cok daha yayginlasmis hassasiyetlerin (cinsel kimlik, engellilik vs) yaninda nerdeyse gorunmez halde: sira gelemeyenler.

ben uc tanesini yazayim, bu ara cok gozume battigi icin. elbette fazlasi vardir:

1) her mutsuz / uzgun oldugunda veya sadece bunaldiginda buna depresyon demek: bu yaygin. "off butun gun evde depresyondaydim, aksam nereye aksak?" dediginizde, bunun gercekten depresyon olma ihtimali sanki birazcik az. karsinizdaki insanin veya onun bir yakininin, hayatinin bir asamasinda depresyonla mucadele etme ihtimalinden cok cok daha az. depresyon klinik bir durum, turp gibi insanlari hastanelik, basarili insanlari evsiz edebiliyor. normalde hafife almiyorsaniz, kelimeleriniz de almasin. panik atak, kaygi bozuklugu vb seyleri de buna ekliyorum. hele hele "amaan bunlar uydurma seyler, simariklik" filan diye dusunuyorsaniz sahiden bu muazzam fikri kendinize saklayin; cunku bkz yukardaki ihtimaller.

2) alkol, kumar, uyusturucu vs bagimliligi esprileri: "bu aksam da icicem tam alkolik oldum yaa", "hic mi uyumadiniz, gozaltlarin eroinman gibi" vs vs. agza sakiz olmus laf. benzer sekilde, bagimlilik da hayati bozan, darmadagin eden, kimi insanin bir sure veya donem donem kontrol edebildigi, kiminin tamamen kontrolu yitirdigi, genelde depresyon vb diger rahatsizliklarla icice gecen, caresi tedaviden cok kontrol etme becerisi gelistirmekten ibaret olan bir klinik durum. Levent Kirca'nin sarhos parodilerine de gulmezdim. Nurseli Idiz'e duzenli olarak yapilan "alkolik nurseli yine gazetecilere saldirdi!!! cocugunu ihmal etmis ve kilo almis!!! hani birakmisti!!!" tacizlerini de igrenc buluyorum, tazminat davasi acip donlarina kadar alabilecegi bir ulkede yasamamasi cok yazik. bir erkek olsa bu kadar ustune gidilmeyecegini gectim, acizligini somurmek bu. baska bir hastalikta asla yapilmaz, "aman saglik" denir ve ozel hayat olur. siz bi kanser hastasina "aman tanrim saclara bak!!!" dendigini okudunuz mu? bagimlilik da bir hastalik. siz iki birayla alkolik olmazsiniz (gerci olabilirsiniz, tuketim sikliginiza bagli); ama bu neseli esprilerinizi yaptiginiz kisi ve bir yakini hayatinin bir asamasinda bagimliliga saplanmis olabilir.

3) havada ucusan sizofren / spastik teshisleri: bir gazetenin 3. sayfasinda igrenc bi haber okudunuz veya cok tuhaf biriyle tartistiniz veya neyse. "Sizofrene bak yaaa, spastik herif" dediniz. o kisi muhtemelen sizofren veya sipastik degil; ama bunun ne onemi var? siz rahatladiniz, onemli olan bu. turkiye'de 10 milyon engelli insan var, bunlarin bi kismi da zihinsel engelli veya ruhsal rahatsizliklari var. bu insanlarin aileleri, akrabalari, dostlari var. yine de tabii, rahatlamaniza sevindim.

4) evli / evlenecek insanlarla inatla cocuk konusmak: bu cok siradan kategoriye bi kadina (ozellikle feminizm tartisirken) surekli annelik/ cocuk sahibi olma sorulari sormayi da dahil ediyorum. simdi tabii oncelikle: SIZE NE - bu kolay kismi. ama bakin konu sadece bu degil: cunku hayat biraz daha karmasik. kendisi veya esi kisir olan insanlar var. surpriz, yine de evlenebiliyolar. dusuk yapmis, kurtaj olmus kadinlar var. miyom vs tonla rahatsizlik yuzunden hamileligi riskli olan, isteyen, tek bir hakki olan; ama karar veremeyen kadinlar var. ya herkesten gizledigi ilk hamileligini herkesten gizledigi tecavuzle yasamis kadinlar da var, mesela. bunlari asla bilemezsiniz, bilmeniz de gerekmiyor. kimsenin size once jinekolojik rapor sunmasini bekleyemezsiniz. ihtimalleri "cocuk istemek ve yapmak" ile "cocuk istememek ve yapmamak" gibi basit iki secenekten ibaret gormemek lazim. misal, bana da buraya ilk tasindigim zamanlarda muthis rahatlikla "aa issiz misin, dogursana? ben kesin dogururdum ya" diyen arkadaslarim oldu. ve ben her seferinde, mesela kisir olsaydim, bu lafla canim yanardi diye dusundum. veya bunu rahatca soyledikleri siralarda dusuk yapmis olsam. onlar bu kadar basit seyleri dusunmediler. laflarini biraz da zariflestirmeyi, fikirlerini daha ince bi sekilde paylasmayi dusunmediler. "size ne"nin otesinde, karsindakinin gorunmeyen bi yarasina tuz basma ihtimalini gozeterek konusmak, bence bazal bir sey. sonradan "ozur dilerim, bilmiyordum" dememek icin. kavga esnasinda da cok soyleniyor bunlar. "aa feminist misin, insallah anne olmazsin cocuga yazik meheheh" dendigini duydum mesela. bunu travmatik bir kurtaj yasamis bi kadina soyleyebilme ihtimalini akil edemeyen insanlar var. bana sahiden cok acayip geliyor.

***

"e ne var canim, herkes bi si soyluyo, surekli kendimizi mi filtreleyelim, DUYARCILIK BU!" diyen olacaktir, oluyor. o size kalmis. ben, bu saydigim ihtimalleri, karsimdakini kirma riskini filan dusununce bu laflardan uzak duruyorum. degmez diye dusundugum icin. enteresandir, ne derdimi anlatmada sorun yasadim ne de esprilerim eksik kaldi. yine de iletisim kuruluyor yani.

herkesin bir yarasi var, cogu gorunmuyor. yas ilerledikce de fark ediyorsun ki o yaralar azalmiyor, artiyor. cogu da asla tam kapanmiyor. kimi her gun ayakkabinin vurdugu nasir gibi, aynada sana bakiyor. hepimiz, her gun, her an elimizde tuzluklar, ortaliga saciyoruz. elbet incinip incitiyoruz, olur o kadar. ama en azindan farkina vardigimiz bazi tuzluklari rafa birakmayi secebiliriz. bence. hic fena olmayabilirdi.

6 Ocak 2016 Çarşamba

tüy, sim ve payet

mahalle yanarken sac taramak gibi olacak ama gundem(LER)den bahsetmek istemiyorum. yapamiyorum. hem, o lafin dogrusu "Roma yanarken lir calan Neron" bence. neyse, gundem zaten derinlemesine nufuz ediyor havadan sudan kanimiza. cok agir. ben hafiflige kaciyorum.

ben yazmayali, aylar aylar. kasimda kardesim buradaydi. iki haftalik ablalik senlikleri resmen. bu senlikler kapsaminda dunya burlesk turnuvasinin finaline gittik. Burlesk ve kabare izlemeyi sahiden cok seviyorum, 3-5 kere daha gittim burada. Dita von Teese meshur etti; ama ondan ibaret degil tabii. Tam ayni sey olmasa bile, o yokken Cabaret ve Liza Minelli vardi. Belki de bunlarin hepsi iste. ozetle, konumuz burlesk. oradan burdan toplanmis temsili fotograflar esliginde.

Sov sonrasi kardesimle beraber ayri ayri (ve hevesle) paylastigimiz video ve fotograflara cok az ilgi gosterilmesinden suphelendigim kadariyla, striptiz muamelesi goruyor burlesk nerdeyse. Oysa bence cok farkli. Bir kere nerdeyse tiyatro gibi bu, biletini alip, koltuguna oturuyosun. millet icki icerken fonda donup durmuyolar havada. Ayrica islik-alkis gibi tezahurat disinda efendi gibi susup izlemezsen sunucudan azari yiyosun.

Evet tabii ki kadinlar soyunuyor; ama fotokopi vucutlar degil bunlar: iri kalcali - ufak goguslu, fasulye sirigi gibi cirpi veya gobegi kat kat yagli onlarca kadin var. tabii ki bazilari sacindan ayagina, ten renginden incecik beline, her anlamda yuruyen heykel gibi; ama oncelik bu degil. Silikonlular da var; ama pek ragbet gormuyor. Bu izledigimiz turnuvanin birincisi uzun boylu, findik popolu ama resmen gogussuzdu mesela.

 
 

Olan ciplaklik cok daha oyuncu ve cilveli; suh bakislar, yalanan dudaklar ve kendi kendine sevismeler degil de, devasa, tuylu bir yelpazenin arkasina saklanip cikarilan bustiyer gibi. misal su yukardaki tuy alti popo sahnesi 1 saniye filan suruyor en fazla. Gulumsemeli, goz kirpmali, bol imali ama hem de dansli. Burlesk gosterileri (ozellikle turnuvalarda) genelde tematik oluyor: azgin unicorn da var, gece kusu da; sevgilisi olduruldugu icin dedektife giden kadin katil ve pudrasi kokainle degistirildigi icin neselenen 18. yy leydisi de. Kisa film gibi. Ciddi ne varsa dalga gectigimiz (evet, sahnedeki ve biz), her seyin kulcelerce agirliktan kurtulup bulut olup dagildigi bir film. Kimi birer elf; guzelligi ve zarifliginden insanin dili tutuluyor; kimi gercek bi komedyen, 2-3 mimigiyle herkesi gulduruyor. Kostum ve gosteri malzemeleri ise birer saheser, genelde el isi ve ince ince islenmis oluyor.

   Sanirim en sevdiklerim, gulumseyerek dans eden; ama bunu yuzune maske yapismis gibi degil de dogal bi sekilde yapan, bi yandan da jestini mimigini bol kullanip seyirciyi de dansa dahil eden, el ve vucut hareketleri hem yumusak hem de kenarlari tasirilmadan boyanmis resim gibi keskin olan, her ufak ayrintiyi ince ince hesaplamis burleskciler. Cok azlar tabii; ama ates yutanlari, bicak atanlari, cambazlari filan saymadim bakiniz. Kendiyle dalga gecebilecek kadar rahat, ayni zamanda seyirciyi de rahat ettirecek kadar sahnesine hakim virtuozler bunlar. Ayrica tuylu dev yelpazeler, yavasca cikarilan eldivenden etrafa sim sacilmasi gibi tatli ayrintilar hep ekstra puan, cok seviyorum.
 
 
 

neticede, her biri alt tarafi 3-4 dakika suren bir sov bu. "aa memelere baaak" diye baslayanlarda bile 5. gosteri itibariyle hafif bi korlesme basliyor, soyunma rutin oluyor. kendi temposu olan bir sey burlesk: ne zaman soyunacagini, ne sirayla hemen hemen soyunacagini biliyorsunuz. Kat kat giysiler acildikca merak devam ediyor; ama salt soyunma, bir gosteriyi  yogun bir ilgiyle izlemek icin veya 15 ayri gosteriden sonra hatirlamak icin yeterli degil. belki de erkeklere boyle gelmiyordur, bilmiyorum; ama alkislardaki artis ve azalma, vucuttan cok sovun kendisinden etkileniyor.


 
Burleskin yaninda kabare olunca, o soyunma rutini kiriliyor. kilic yutan adamla akrobat kardesleri filan izledikten sonra yeniden tuyler ve dev sapkalar belirince seviniyorum: baska bi alemin kadinlari geri geldiler. Tabii bunlari birlestirenler de var, bakiniz yukardakiler. o zaman iste, sahiden sov gibi sov.
temsili sunucu. genelde evet, boyle bakiyolar.
Bir de sunucu meselesi var ki iyi sunucunun bu gosterilere etkisi muazzam. Aslinda sunucunun gorevi tamamen lojistik: o kadar soyunma ve sim ve tuy ve daha nice malzemenin, iki gosteri arasinda sahneden temizlenmesi gerekiyor. Seyirciler beklerken bir yandan da bir sonraki gosteri hakkinda bilgi aliyor veya maharetli bir sunucunun kendi gosterisini izliyor. Bu arada o sahne temizligi aksayabilir, dekor devrilebilir veya bir seyler ucusabilir, onemli degil. sunucunuz var ve yalniz degilsiniz, o size bunlari fark ettirmeyecek. Pazar gunku sunucunun, yerden supuruldukce etrafa sacilan, herkese yapisan ve gosteriyi geciktiren simli konfetilere "bunlara kabare ucugu denir, normal ucuktan daha bulasici. on siradakiler daha cok para odedi, onlarin ustune supurelim bence" demesi gibi basit seyler, bu temizlik isini yuk olmaktan cikarip kostum ve muzik kadar o sahnenin parcasi haline getiriyor.

 Erkekler sadece sunucu degiller tabii. Kabarelerde akrobat vs olduklari gibi, burlesk sanatcisi da olabiliyolar. bazi gruplar tamamen erkek, bazilarinda kadinlar agirlikli ve erkekler yan rollerde. ben daha cok kabarede izledim, pek denk gelmedim; ama meraklisina youtube yardimci olur elbet.


kisacasi, bence burlesk guzel bir ruya alemi ve 2 saatin sonunda o bambaska alemden cikip eve donerken, yanimda tasiyorum. gunlerce kaliyor etkisi. herkesin neseli ve maharetli, her seyin tuy gibi hafif oldugu bir alem. belki kuslari seviyorum diyedir hepsi? belki de kucukken bi sirkte cambaz olmak istedigim icindir. gerci sirkler bu kadar heyecanlandirmiyor beni; bu daha bir sahne. spot isigi daha kuvvetli. ve gozunuzun icine baktiklarinda, goruyorsunuz. size satastiklarinda, altta kalmadiginiz zaman o dev alkisi alip, biraz sim biraz da tuy yutmus gibi mutlu oluyorsunuz. burlesk vaftizi.

"bizde neden yok diyoorrr" diye bitirmek isterim. Bence tum o oryantal danslar, haremler, yeniceriler filan devasa malzeme. evet biliyorum, kellesini alirlar muhtelemen, oysa hicbir sey bu kadar ciddi olmamali ya. neyse, belki biri cikar yapar, belki burada yarisir, belki izlerim. hayal bedava.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker