30 Aralık 2013 Pazartesi

Peru günlüğü -3: Arequipa

Yine uçak koltuğu kıvamında rahat; ama gürültülü bir otobüs yolculuğu sonrası Arequipa'ya vardık. Hostele yerleştikten sonra kahvaltı için dışarı attık kendimizi. Turist info deskleri her şehirde gayet güzel çalışıyor, mini broşür, harita veriyorlar. yani eldeki rehberle boğuşmaya üşendiğinizde, o da bir seçenek. Neyse, yine kocaman meyve suları ve kahvaltı aşkıyla tavsiye edilen bir yere gittik, kendimize geldik. Arequipa'da 2 gece kaldık ki aynı şehirde en uzun kaldığımız seferlerden biriydi.

Arequipa = tatlı

 Arequipa güzel bir şehir, mimarisiyle meşhur. "ülke içinde ülke" denecek kadar kendine has bir tarihi, kültürü ve doğası var. Bir de tatlıları meşhur, her köşe başında kurabiye, şekerleme vitrini var. Etrafındaki 3 volkanik dağ tüm ihtişamıyla şehri sarmış, binalar bembeyaz taştan. Arequipa'yı pek sevdim, anlaşılmadıysa. Şehrin en önemli turistik faaliyeti yakındaki Colca Kanyonu'na yapılan geziler. 2-3 günlük turlarla kanyonda trekking yapılıyor, bolca da meşhur akbaba türü olan condor kuşları gözleniyor; ama bizim 1 günümüz vardı. İlk günü şehir turuna ayırıp ikinci gün arabayla hızlıca kanyon civarını gezdiren bir tur aldık, arkadaşlarımızsa yine şehrin yakınındaki derede rafting yapmayı tercih etti.

tatlı bir avlu içi kahvaltısı ve şehir meydanı
İlk günün yarısı tur ayarlamakla geçti, bir de günübirlik turdaki kaplıca için mayo aramakla. sonra şehrin gözbebeği manastırını gezmekle başladık tura. sadece zengin ailelerin kızlarının para karşılığında eğitime kabul edildiği, zamanında gayet lüks ve ihtişam içinde olan, hizmetçi çalıştıran bir manastırmış, hatta çekidüzen vermesi için roma'dan rahibe gönderilmiş ve bu parayla rahibe olma faslı bitmiş. kırmızı ve lacivert renkleri herhalde bu binayı renklendirsinler diye var yeryüzünde, öyle güzel bulmuşlar yerlerini. Kırmızı duvarın arkasında lacivert oda çıkıyor, onun yanında yine kırmızı pencere ve her köşede bir kaktüs veya çiçek var. tabii ispanyollardaki mağrib etkisi sebebiyle peru'nun göbeğinde tanıdık bir şeyler bulmak da bi garip his; ama dünya ufak veya koloniciler iyi çalışmış, neyse. rehberimiz manastırın az kalan rahibelerinden biriydi.

Santa Catalina Manastırı ve kırmızı ve lacivert.
Gördüğümüz Plaza de Armaslar arasında ben en çok Arequipa'nınkini beğendim. Katedral zaten pek şık, hemen köşede daha eski, ince ince işlenmiş bir kilise daha var. Katedralin arka tarafı ise resmen sultanahmet'teki halıcıların olduğu o sokakçık. bir restoranı gözümüze kestirip deniz ürünü siparişlerimizi verdik. arequipa volkanların ortasında bir şehir olsa da yakınındaki dereler yüzünden ülkenin en iyi karidesleri buradaymış. bir de çok meşhur bir biber dolması yemeği var, acılı. bucak bucak peru lezzetleri denedik, keyfimiz yerine geldi. pisco sour üzerine şarapla. bu arada şehir taksi dolu, her yer taksi, sadece taksi. bir de fotokopiciler. peru'nun meselesi nedir bilmiyorum ama bütün şehirler fotokopici - printercı istilası altında.

Manastırın meşhur çam ağacı & misti dağı, San Francisco kilisesi, Katedral ve yemek

ertesi gün sabah 4 gibi rehber bizi aldı, yola çıktık. peru = lahana gibi giyinmek. sabah ayazında ve geceleri kazak üstü polarla gezip öğlen 12de tshirt & güneş kremiyle yandık. nasıl hastalanmadık ben de bilmiyorum. neyse, o 1-2 saatlik yolda dondum. battaniye altındaki rehberimiz de işte, "soğuk ya" filan diyodu. he soğuk! nihayet güneş doğdu, iliklerimiz ısındı ve yol üstü köylere uğrayarak yolumuza devam ettik. bu köyler gayet suni pazar yerleri aslında. bir kilisecik, yanında turistler için kurulmuş tezgahlar, fotoğraf çektirmek isteyenler için bir lama, bir de folklorik teyze. bu kadar. ürünlerin aynılığı, satıcıların bezmiş çaresizliği ve sonsuz gülümsemesi, lamanın bıkkınlığı derken bastı her şey beni. çok rahatsız edici, insanı kendinden utandıran, "ne işim var lan benim elalemin köyünde bu saatte" dedirten bir şey. her zaman yaptığımı yaparak havalara baktım ve arabaya geri dönüş saatini bekledim.

colca kanyonu ve condor kuşu. yine fotoğraf mı yetmiyor, ben mi çekemiyorum, öyle bi şi.

sonra, vadi. vadi kenarı ve condorlar. şansımıza, saatlerdir orada bekleyip göremeyenlere inat, gittikten 5 dakika sonra 4 tanesi üstümüzde daireler çiziyordu ve sonra 7-8 tane olup uzaklaştılar. o kuşların tanrılar ve insanlar arasında elçi olduğuna inanmak gayet doğal, ben bizzat tanrı olduklarına bile inanabilirim. o kadar ihtişamlı ki. biz minik noktacıklara bakıp gülüyorlar herhalde. normalde yol, turizm derken kuş filan kalmaması lazım ama soyları tükenmesin, bölgeyi terk etmesinler diye vadiye yemek atıyormuş yetkililer. evcil condor? öyle gibi ama değil gibi.

meşhur inka setleri, ufukta kaplıca, asma köprü ve havuz sefası

Birkaç seyir terasında mola verip meşhur inka mühendislik harikası olan tarım setlerini takdir ettikten sonra, tambo- puye kaplıcasına doğru yola çıktık. asma köprüyü geç, üstünü değiştir ve sıcacık su. küçük havuzlar; ama suyun geldiği nehir aşağıda akarken, sabahtan beri arabada tıngır mıngır gitmekten bezmişken harika oldu. bir sonraki durak: volkan seyir terası. bu arada Arequipa 2500 m civarında, volkan terası 4000 m. henüz yükseklikten etkilenmiş değiliz, ama bi sersemlik yapıyor tabii fark etmeden. yerli halk taşları üst üste dizip dilek tutarmış volkanlara karşı, şimdi de turistler yapıyormuş bir heves. volkanları inceleyip sonra vikunya yuvası olan milli parktan şehre dönüşe başladık.
volkanlar, dilek taşları, vikunya tatlılığı ve verilmiş sadaka

Derken araç yalpaladı, korna ve acı frenlerle aniden durduk. minibüsün tekeri fırlamış! bir değil, iki tane hatta. arka tarafta duble teker oluyormuş, cıvatalar gevşeyince tekerler fırlamış ve yedek teker tabii ki yok! şoför ve rehber büyük bir sakinlikle "biz bi etrafa bakalım" diyerek geri yürüdüler ve tamamen aksi yöne fırlamış iki tekeri bir mucize eseri buldular. mucize, çünkü kanyon kenarından aşağıya veya suya filan uçabilirdi, parçalanabilirdi. olmadı. diğer tekerlerden birer cıvata alıp idare edecek bir çözüm bulmaya karar verdiler. biz de nasıl oldu da çift yön ağır vasıta trafiği varken hiç kimseye çarpmadık, bi kamyon altına girmedik diye düşündük durduk. 8-10 kişilik ekibimize bi sakinlik çöktü. eğreti tamirat sonrası düşük hızla sallana sallana şehre döndük.

sakin bir yemek, güzel bir uyku ve ertesi gün sabahtan yola çıkış: istikamet Puno. kıvrıla kıvrıla dağlara çıkan yol peru'da yapılabilecek en güzel otobüs yolculuklarından biri.

1 yorum:

tyana dedi ki...

Merhaba Deryik,
Bu yazıyla çok anlamsız kaçacak bir yorum (daha çok ufak bir mesaj) fakat en kısa yol olduğundan geldim buraya. Bir yazında bahsettiğin tişörtler vardı, üzerinde ufacık Hrant yazmalı diyordun galiba. Yazıyı bile tam hatırlayamadığım halde aklıma gelir oldu son günlerde. Üzerimizde taşısak yılda bir sokaklarda andığımız utançlarını bu ülkenin, taşısak bir de unutmanın korkusu çökmese üzerimize dedim çok. Gözü takılanın boğazına düğüm olsun diye. Bilmiyorum... Sanırım bu hafta oldukça zor iki mücadelenin başlangıcında durup, duruşmaları seyrederken, delirmemek için inatla söz verirken, aklıma en çok senin yazdıkların geldi. Ali'yi Hrant'a emanet etmekten başka bir yol yok gibi geldi...
Ben seni nerden baksan beş yıldır okuyorum. Londra'ya taşındığında "çok sevecek" diyecek kadar, Defne'ye öğütlerini "al işte abim!" diyecek kadar okudum seni. İnsan içine ağlayınca okudukları, dinledikleri çıkmıyor aklından. Bir gün bir havaalanında telefonuna bakarken ağlayan biri görürsen üzerindeki tişörtün göğsüne iyi bak, ufacık bir Ali yazar belki. Bil istedim.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker