Lake District: Bir İngiliz klasiği. |
Göller Bölgesi Milli Parkı, Liverpool'un kuzeyinde kalıyor, 19-20 tane irili ufaklı göl var. Göller arası mesafe otobüsle 1-1,5 saat civarı, yani yedigöller gibi düşünmemek lazım. Bir de göllere yakın, konaklama için tercih edilen belli başlı merkez kasabalar var; Carlisle, Penrith, Windermere, Ambleside gibi. Biz Londra'dan gideceğimiz için trenle ulaşıma göre karar verdik. Bu planlama işlerinde devreye güzelim websitesi giriyor. Zorluk derecesine göre ayrılmış yürüyüş rotalarının broşürlerinden, mesafe, konaklama, görülecek yerler vs listelerine kadar her şeyin olduğu bir websitesi. Hakikaten: adamlar yapmış. Sitenin oldukça sade tasarımına da ayrıca bayılıyorum, içimdeki iskandinav mutlu oluyor.
Biz Cumbria'nın çiçeği Keswick'i ve göllerin kraliçesi Derwentwater'ı seçtik (Hadrian's Wall yürüyüşünü bir başka sefer yapmak üzere). Buralara zamanında Vikingler yerleştiğinden bölge isimlerinde İskandinav etkileri var. Keswick güzel, sevimli bi köy. Zamanında peyniri meşhurmuş, sonra madenler açılmış ve dünyanın ilk kurşun kalem üretimi burada başlamış. Londra'dan Penrith'e 3 saat trenle gittikten sonra otobüsle Keswick'e ulaşmak 45 dakika sürüyor. Otel seçeneği bol, ayrıca isteyene apart evler de var. İlk gün öğleden sonra vardığımız için göl etrafındaki kısa yürüyüşlerden birine çıktık. Harita ve yürüyüş rotalarını önceden bastırmak iyi oldu, turist info'da bu kadar bilgi var mı, emin değilim.
Friar's Crag, milli parkın 100. yılı anısına göle konan taş anıt, yosun istilası ve Castle Head manzarası |
2. gün erken kalkıp, haşmetli bir "english breakfast"la enerji topladık. onca doludan sonra şansımıza bütün gün güneş parladı. Önce keswick'teki onlarca outdoor dükkanından birine gidip hiking ayakkabıları aldık. Spor ayakkabıyla da oluyor; ama aynı olmuyor(muş. ben de deneyip gördüm). Yağmur çamur bir yana, hafif tırmanış için de gerekiyordu. 6-7 saat sürecek uzun yürüyüşe böylece başladık. Göl etrafındaki tüm rotayı yürüdük ve hatta arada ayakkabı mağazasındaki satıcıların lafını ettiği Catbells'e de tırmandık. 450 m yükseklikte bir tepe, çıkması inmesi 1,5 saatten biraz fazla sürdü. Edinburgh'taki Arthur's Seat gibi. Yürüyüş sırasında ufak bi şelale, sazlıklı bir kuş yuvalama alanı filan da vardı. Yani göl etrafında dümdüz bir rota değil, şair burada onu anlatmaya çalışıyor.
Göl manzarası x 2, Catbells'den manzara ve temsili koyun. |
Tepeden indikten sonra yine koyunlar ve kuzular arasından geçip göl kenarına vardık, rotaya ordan devam ettik. bu arada suyumuz bitmiş, karnımız artık nihayet ufaktan acıkmaya başlamıştı. Tepeye çıkmadan önce büyükçe bi otele denk gelmiştik, oradan sandviç alıp tepede yeme hayalimiz de otel lobisindeki düğünle sonlandı. "Kır düğünü" denen şeyin "Bolu zımbırbey dinlenme tesisleri"yle buluştuğu yerel bir lezzet. Şampanya sarhoşu adamlar ve kendini barones zanneden, şapkalı ve sinirli kadınlar vardı. En paspal ve ayakkabısız (çamurlu botlarımızı otellere sokmuyoruz) halimle koşarak otele girdim ve tuvaletle aramda bu şekilde yaklaşık 150 kişi vardı. Onları aşamadım, tuvalete gidemedim. zaten tuvalete ayakkabısız girme fikrini de hiç anlamadım ya, neyse. O kokoşları kendi haline bırakıp sonra başka bi yerde bulduk; ama sandviç alamamış olduk. Dönüş yolunda da saat ve kilometre saymaya başladık haliyle (veya ben başladım). Derken, kuzeyliler, mavi ceketliler: MARİNA! Gölde kano, yelkenli filan kiralamak için minik bi marina var. kafesinde cips ve çikolata yedik ki son akşam yemeğim olsa gam yemezdim, öyle iyi geldi. bu yakıt ikmaliyle bi 3 km daha yürüyüp, akşam 7.30 gibi (nihayet) otele vardık. Akşam yemeği sonrası tüm o yorgunluğu hissederek uyku.
Castlerigg Stone Circle |
3. gün ki dönüş günümüzdü. Trenimiz akşamüstü, Penrith'ten. Biz de bavulları otele emanet edip Castlerigg'e doğru yola çıktık. Castlerigg'de Stonehenge benzeri bir "stone circle" varmış. Bunlardan ülkede zaten 1300 tane varmış da biri de buradaymış işte. yaşı biraz muallak; ama tabelada 4500 yazıyordu. ana yoldan gitmeyelim diye "foot path" tabelasını takiben düştük yola. küçük bir korunun içinden geçiliyor, sonra da yine açık arazi, çamurlu otlaklardan. bu sefer şemsiyeliydik; ama boşa çamura battık galiba. taşları gördük, sevdik, fotoğrafını çektik ve bu kez kısa (ve asfaltlı) yolda keswick'e döndük. Bi kahve molasıyla kurulanıp penrith'e gittik.
Bu tür kasabalarda otobüs saatlerinin trene göre ayarlanmaması çok anlamsız. pazar günü olduğu için keswick- penrith otobüsü iki saatte birdi. 17:03 treni için 16:15 otobüsüne binsek, 2-3 dakikayla kaçırma ihtimalimiz olduğu için, 14:15 otobüsüne bindik; biraz da bir önceki treni yakalama umuduyla. normalde yakalardık; ama o tren rötardan iptal oldu. bize de penrith'te geçirilecek fazladan 2 saat çıktı. keswick'ten büyük olmasına rağmen daha düz, renksiz bir yer. biz de pazar günü açık 2-3 yerden biri olan, kasabanın lüküs otelinin çay salonunda oturup treni bekledik.
*
eveeaat göller bölgesine girişimiz de böyle oldu efem. Fotoğraflar aceleye geldi biraz.
Önümüzdeki pazartesi early may bank holiday olduğu için (adeta hıdırellez) tatil. istikamet Dorset. Jurassic coast konusunda çok heyecanlıyım. İlgili websitesi şurada, bölge adını milyor yıllık jeolojisinden alıyor (Jurassic, it is). Adanın güney sahilleri; hatta ingiliz ayçiçekleri yazın denize filan da giriyor bu bölgede. Aslında şöyle 1 hafta boyunca tüm sahili gezsek harika olurdu; ama biz şimdilik Swanage'la başlıyoruz. yine kilometrelerce yürüyüş, bol manzara. tabii bu sefer mis gibi deniz kokusuyla - o kısım önemli blogcuğum, deniz her zaman önemli bir konudur.