Dün, türlü çeşitli abuklukta beyan ve olaydan bir tanesi üzerine sakin hanım "benim yeniden sinirlenmem lazım" dedi. ne iyi dedi. bunun üzerine düşündüm de ben artık sinirlenmiyorum, alışıyorum bazı şeylere. onun için de daha az yazıyorum sanırım. sinirlensem, midem yandığıyla kalacak gibi çünkü. bi 4-5 yıl önceki halimden eser yok şimdi. o zaman şaşırır, sinirlenir ve yazardım. artık sinirlenmiyorum, üzülüyorum. acıyorum halimize. sonra unutuyorum. insan üzülünce unutur, sinirlenince hatırlar. bence öyle. o yüzden sinirlenebilmeliyim yeniden. saman alevi gibi sönmek değil, derim nasırlaşmadan, sinir ola ola, "bu normal değil" diye diye.
*
misal, bir burhan kuzu'nun, koskoca yenikapı kazılarıyla ilgili olarak "orada bi kemik çıkıyor. kendi mi koydu naptı artık??? anlayana!!!" minvalindeki sözlerine kızabilmeliyim. efendim, iki kemik çıktı diye arkeolojik hassasiyet ayağına koskoca Marmaray projesi gecikiyormuş, hem de 2 yıldır! daha ziyade cehaletine acır haldeyim; ama hayır, kızabilmeliyim. sen kimsin ki, nesin ki bir koca tarihi, onca biliminsanının emeğini, özeni, hukuku, kuralı ve hatta edep adabı bi kalemde siliyorsun? karbon testini bile akıl edemiyorsun ve sen, elinde hak etmediğin güçlerle benim için mi karar vereceksin? koskoca arkeolojik kazı için "oraya kemiği kendileri koymuş" diyen bir adamın, başka bir davada "benim bilgisayarıma virüsle dosya koydular" diyenlere, üstelik kanıtlarıyla, raporlarıyla ispat ederek bunu söyleyenlere terörist demesi nasıl bir edepsizliktir? sen her bir haltı biliyorsun ama mürekkep yalayanlar "monşer" oluyor. nasıl bir güç sarhoşluğu bu? güçler ayrılığı bile kaşıntı yapıyor sonra işte.
mesela odtüyü savaş alanına çevirmelerine sinirlenmeliyim, oysa ben polisin bikaç metreden biber gazı atıp fişeğiyle kafasını yardığı, beyin kanaması geçirip hayatı tehlikeye giren öğrenciye üzülüyorum. koca kampüste OHAL ilan edilmiş gibi gövde gösterisi yapmanın cüretine sinirlenmeliyim. buna alışılmaz. buna sayıp sövüp "hep aynı nakarat işte" denmez. 1000 öğrenciye karşı 3600 polis yığmanın, bunu özerk olması gereken bir üniversite kampüsünde yapmaya kalkmanın cüretine sinirlenmeliyim. hayır, burası dingonun ahırı değil. hayır, sen padişah değilsin. hayır, polis senin kapıkulu askerin değil. hayır, sana itiraz edenin hayatına cehennem zebanisi gibi çökemezsin. destur. 19 yaşında, çocuğunu polis dayağıyla kaybeden o genç kadını unutmadım. bu ülkenin öğrencilerine zaten çok fazla borcunuz var. hapisten çıkarmakla başlayabilirsiniz, beynini ezmekle değil.
Gerçi çevre konularına sinirlenebiliyorum hâlâ. Delta, bildiğiniz üzere, coğrafya derslerinde kusturana kadar ezberlettikleri üzere, "verimli toprak"tır, alüvyon ovasıdır; nimettir yani. Gediz Deltası da böyle bir yer ve flamingo yaşam alanı. ilkbaharda 3500 flamingo üremeye geliyormuş, kışın da 17.000 flamingo konaklıyormuş burada. diğer bir flamingo cenneti de Tuz Gölü'ydü ama onu zaten öldürdüler, koca gölün ipini çektiler.
Şimdi Gediz'in iki sorunu var. Birincisi, sahipsiz köpekleri buraya bıraktıkları için, flamingo yumurtalarını yemiş hayvanlar. hadi bunu çözdük diyelim. Tabii belediyenin barınaklara tıkıp açlıktan öldürmesi veya toplu zehirleme değil kastım, insan gibi çözdük, diyelim. İkincisi, dehşetengiz. Malum, izmir körfezi temizlenecek. Bu projenin en büyük sorunu da deniz
tabanından çıkacak pis çamurun ne olacağı. çözüm olarak Gediz Deltası'na yığmaya karar vermişler. ÇED süreci devam ederken, mevzuat açıkça "bu yaşamalanına çamur falan dökemezsiniz" diyor. Kanunda var yani. Yeni yer bulunması lazım. Yeni yer bulunana kadar da proje askıda. bu da tabii akla Burhan Kuzu'yu getiriyor: "allah bilir flamingoları da kendileri getirmiştir oraya".
Neyse kanunda olsa da mühim değil, İzmir Belediye Başkanı diyor ki "çamur sulak alana iyi gelecek. RESTORE edecek. o sebeple yeni yer filan aramıyoruz." kaynak? bilim? rapor? yok öyle bir şey. 22 milyon metreküp çamurun, varlığı yeterince hassas flamingoların tepesinden aşağı boşaltılması, güzelim Gediz Ovası'nın boğulması filan, normal geliyor. hatta bakın, flamingolar da binlerce yıldır bu çamura hasretmiş meğer! İzmir Körfezi temizlenecek, Gediz'i bok götürebilir. Doğa Derneği diyor ki: "tam 700 futbol sahası büyüklüğünde doğal alan
çamurla örtülerek yok edilecek. Bu
çamur, alanı 30 santimetre kalınlığında 10 kez kaplayabilir". Delta doğal sit alanı; ama ne gam, deltayı bataklığa çevirebiliriz! yine Doğa Derneği diyor ki Gediz, Türkiye’de uluslararası Ramsar Sözleşmesi kapsamında koruma altına alınan 13 alandan biri. Neyse, başkana yanlış bilgi verilmiş diyelim. başkan yanlıştan dönebilir diyelim. hatta başkanı en iyisi elinden tutup bi Gediz'e götürelim, kendi görsün.
*
sinirlenebilmeyi istiyorum, sahiden. şunca zaman en büyük korkum alışmak, şaşırmamaktı. nasırlanmayayım yeter. sinirim bana kalsın. bazen insanın elinde sadece "hâlâ tepki verebiliyor olmak" kalıyor nasılsa. sinirleneyim ki ensem kararmasın. sinirlenmeyi bırakınca, enseden doğru kapkara oluyor insan; alışıyor.
*
Yaşar Kemal'in yeni romanı çıkmış çoktan, "Bir Ada Hikayesi" dörtlemesinin sonu. alın okuyun, benim için de. dilini bildiğiniz, aynı güneşte ısındığınız için mutlu olun. neticede hayat kısa, kuşlar uçuyor ve yaşar kemal hâlâ yazıyor. aslında zor değilse, bu gibi şeyler sayesinde. "Cervantes bütün insanlığımı, yüreğimde sakladığım birçok gizi
açıklamıştı. Bir karanlığa gömülmüş, sonra da içimde bir yücelme olmuştu" demiş Don Kişot için. onu da okuyun. "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok"u da yüzyılın romanı seçmişti Kemal, keza onu da okuyun. Bence Yaşar Kemal ne okuduysa biz de okuyalım. Belki reçetemiz budur. belki bir umut, biz de evriliriz ona doğru, birazcık da olsa. tek işimiz bu olsun, bi de bu formülü deneyelim.
20 Aralık 2012 Perşembe
13 Aralık 2012 Perşembe
pon
kış uykusu zamanı yine. pek kısa günler. ben de meymenetsizim. bu da 2-3 gündür bekleyen yazının son hali.
gönüllü iş iyi gidiyor; ama personelden çok danışman gibiyim. henüz bana bi iş vermediler, bazı şeyler soruyolar, ben de düzeltilmesi için öneri yapıyorum. bilmişlikten değil, sadece deneyim farkı. pek bi çalışkan ekip, o güzel. ufak ufak pişiyor işte işler, çok acelesi yok. bir kere yapalım, tam yapalım.
bu arada jella hanım misafirim oldu, londra bi adet leydi gördü. her zamanki yerler daha bi güzel oldu, gezdik, gördük, üşüdük ve çaktırmadık. şehrin bi ucu olduğu için gitmeye üşendiğim portobello'ya da gittik mesela. noel anne gibi bana yine bir şeyler getirdiği için cennetlik. arkadaşlar çok özleniyor, böyle gidip gelmeler de doping gibi. bu vesileyle: bizim de pasaportlar gelsin, biz de gidelim artık. tahminimce 1,5-2 ay daha kaldı. o kadar olsa keşke.
bi arkadaşımın bana "stepford wife eşiğine iki kala" dediği üzere, stepford günler geçiriyorum. yılbaşı madem, biraz hediye hazırlığı, biraz süs filan; ama ağaç yok. bir şeyler yapıyorum, el oyalıyor. ben yılbaşının hediye verme kısmına pek bi kapıldım bu yıl, bakalım. 1 ocak dedin mi durulurum herhalde.
Noel haftası tatil, biz de hafta sonu liverpool'a gideceğiz. 24-25'inde orda olmanın bir anlamı yok; her yer kapalı ve dönüş treni dahi bulunmuyor ve londra'da bi noel yemeğine davetliyiz. neyse, iki gün de yeter zaten, gani gani. bu vesileyle, the beatles kürüme de başladım, maksat moda girmek. ortaokuldan beri görmek istediğim tek şehir herhalde, hep bi ötelendi. ortaokulda sınıfımda bi kız vardı, pek bi varlıklı. sömestr tatilinde gitmişti liverpool'a. benim de delice beatles dinlediğim zamanlar. "bitlıs mı ne, onun müzesini gezdik" diye anlatmıştı o zaman, müthiş bir havayla. adını bilecek kadar bile umursamıyorken gidebilmesine çok sinirlenmiştim niyeyse. neyse, "bayramda kırmızı rugan pabuçsuz kalan çocuk" dramı yaratmiym şimdi, bu da böyle bi anımdır.
*
meclis bütçe görüşmelerinin ortasında arınç vajina kelimesinden utandığını söyledi. meclisin bütçe görüşmelerinin ortasında konu buraya nasıl geldi? bir kadın milletvekilinin ona bakarak konuşmasından mahçup olduğu için geldi. bir milletvekili değil, bir "kadın" milletvekili; çünkü önce kadınız. biyolojik olarak kadın olmanın koşullarından biri de vajina tabii. vajinamız var; ama adını anamıyoruz; çünkü vajinasızlar utanabilir ve sahiden, meclis bütçe görüşmeleri için çok önemli bir konu bu. kendisinin penis kelimesinden de utandığını tahmin ederim. bu vesileyle, mesela rahim kanseri veya prostattan da utanıyor mu, merak ediyorum. genel ahlak işte. geriye kaldı twitterdaki "ne diyek, mahmut mu diyek?" yorumu baki.
ilk okuduğumda çok güldüm, sonra detayları düştü internete. bir insanın vajina kelimesinden utanması değil komik olan; bir milletvekilinin, başka bir milletvekiline "organınızın adını nasıl anarsınız! çok ayıp" demesi, beri yandan kadınlarla ilgili onlarca konuda söz ve yetki sahibi olması. trajikomik olan onunki değil; bizim halimiz. bu konuda daha da yazabilirim de sahiden içim şişiyor, istemiyorum. sonuçta kendisini şok eden cümlenin aslı "vajina bekçiliği yapmayın" idi, konu da kürtajdı. tek bir kelime değildi yani, bir koca cümleydi. çok şey anlatan, cinsiyet politikaları jargonunda yeri olan bir cümleydi. bir kadının, kadınlığı, anneliği ile ilgili hak talebine "sen kadın ve annesin, nasıl vajina dersin!" dedi adam. şu andan sonra sahiden karşısına geçip penisvajinapenisvajina diye bağırasım var. hoş n'olacak, ben bağırırım, o utanır, utanınca kızar. kudretlü devletlü.
gönüllü iş iyi gidiyor; ama personelden çok danışman gibiyim. henüz bana bi iş vermediler, bazı şeyler soruyolar, ben de düzeltilmesi için öneri yapıyorum. bilmişlikten değil, sadece deneyim farkı. pek bi çalışkan ekip, o güzel. ufak ufak pişiyor işte işler, çok acelesi yok. bir kere yapalım, tam yapalım.
bu arada jella hanım misafirim oldu, londra bi adet leydi gördü. her zamanki yerler daha bi güzel oldu, gezdik, gördük, üşüdük ve çaktırmadık. şehrin bi ucu olduğu için gitmeye üşendiğim portobello'ya da gittik mesela. noel anne gibi bana yine bir şeyler getirdiği için cennetlik. arkadaşlar çok özleniyor, böyle gidip gelmeler de doping gibi. bu vesileyle: bizim de pasaportlar gelsin, biz de gidelim artık. tahminimce 1,5-2 ay daha kaldı. o kadar olsa keşke.
bi arkadaşımın bana "stepford wife eşiğine iki kala" dediği üzere, stepford günler geçiriyorum. yılbaşı madem, biraz hediye hazırlığı, biraz süs filan; ama ağaç yok. bir şeyler yapıyorum, el oyalıyor. ben yılbaşının hediye verme kısmına pek bi kapıldım bu yıl, bakalım. 1 ocak dedin mi durulurum herhalde.
Noel haftası tatil, biz de hafta sonu liverpool'a gideceğiz. 24-25'inde orda olmanın bir anlamı yok; her yer kapalı ve dönüş treni dahi bulunmuyor ve londra'da bi noel yemeğine davetliyiz. neyse, iki gün de yeter zaten, gani gani. bu vesileyle, the beatles kürüme de başladım, maksat moda girmek. ortaokuldan beri görmek istediğim tek şehir herhalde, hep bi ötelendi. ortaokulda sınıfımda bi kız vardı, pek bi varlıklı. sömestr tatilinde gitmişti liverpool'a. benim de delice beatles dinlediğim zamanlar. "bitlıs mı ne, onun müzesini gezdik" diye anlatmıştı o zaman, müthiş bir havayla. adını bilecek kadar bile umursamıyorken gidebilmesine çok sinirlenmiştim niyeyse. neyse, "bayramda kırmızı rugan pabuçsuz kalan çocuk" dramı yaratmiym şimdi, bu da böyle bi anımdır.
*
meclis bütçe görüşmelerinin ortasında arınç vajina kelimesinden utandığını söyledi. meclisin bütçe görüşmelerinin ortasında konu buraya nasıl geldi? bir kadın milletvekilinin ona bakarak konuşmasından mahçup olduğu için geldi. bir milletvekili değil, bir "kadın" milletvekili; çünkü önce kadınız. biyolojik olarak kadın olmanın koşullarından biri de vajina tabii. vajinamız var; ama adını anamıyoruz; çünkü vajinasızlar utanabilir ve sahiden, meclis bütçe görüşmeleri için çok önemli bir konu bu. kendisinin penis kelimesinden de utandığını tahmin ederim. bu vesileyle, mesela rahim kanseri veya prostattan da utanıyor mu, merak ediyorum. genel ahlak işte. geriye kaldı twitterdaki "ne diyek, mahmut mu diyek?" yorumu baki.
ilk okuduğumda çok güldüm, sonra detayları düştü internete. bir insanın vajina kelimesinden utanması değil komik olan; bir milletvekilinin, başka bir milletvekiline "organınızın adını nasıl anarsınız! çok ayıp" demesi, beri yandan kadınlarla ilgili onlarca konuda söz ve yetki sahibi olması. trajikomik olan onunki değil; bizim halimiz. bu konuda daha da yazabilirim de sahiden içim şişiyor, istemiyorum. sonuçta kendisini şok eden cümlenin aslı "vajina bekçiliği yapmayın" idi, konu da kürtajdı. tek bir kelime değildi yani, bir koca cümleydi. çok şey anlatan, cinsiyet politikaları jargonunda yeri olan bir cümleydi. bir kadının, kadınlığı, anneliği ile ilgili hak talebine "sen kadın ve annesin, nasıl vajina dersin!" dedi adam. şu andan sonra sahiden karşısına geçip penisvajinapenisvajina diye bağırasım var. hoş n'olacak, ben bağırırım, o utanır, utanınca kızar. kudretlü devletlü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)