16 Temmuz 2012 Pazartesi

gün 0: uçmalara doyamamak, bir türlü varamamak

Eveeeaatt başlıyoruz.

Tanzanya'ya doğru: 30 Haziran / 1 Temmuz. uçuş ve varış.

Akşamüstü sırt çantalarını yüklenip önce Paddington'a, oradan da Heathrow'a gittik. Kişi başı 10 kg ile gayet hafif seyahat ettik aslında. Beklerken bir şeyler yemek için bi italyan restoranına girdik, bir yandan da Wimbledon maçını izledik. Atatürk Havaalanındaki fiyatları biri bana açıklasın, ortalama bir pub fiyatını aşmıyordu bizim yediklerimiz.

dubai havaalanında suni vaha
Biz Emirates ile Dubai aktarmalı olarak Darüsselam'a uçtuk. Londra- Dubai uçuşumuz 15-20 dakika rötarla başladı. Uzun; ama rahat bir uçuş oldu, herkes Bollywood filmleri izliyordu niyeyse. 7 saatten sonra Dubai'ye indik, Darüsselam için 2,5 saatlik bekleme başladı. Bekleme koltukları şezlong formunda ve pofuduk olduğu için büyük bi keyifle 1 saat filan uyuduk. Dubai Havaalanı, günahım kadar merak etmediğim bir şehri özet olarak anlatabilecek bir yerdi: Fazla yeni,  fazla gösterişli, fazla büyük, fazla suni. Evet, "adamlar yapmış"; ama betonla yapılabilecek çok şey olması beni şaşırtmıyor.

Bekleme süresi uzadıkça biz gerilmeye başladık. Darüsselam'a indikten sonra 1 saat 15 dakika içinde iç hat uçuşumuz vardı, üstelik pırpır bir şeyle. Dubai rötarı 30 dakikayı buldu. boarding yetkilisi olan mavi lensli, esmer barbie ise durumdan habersiz ojelerini seyrediyordu, "aa evet gecikme olmuş" filan dedi, içimi kıyım kıyım kıyarak. Tanzanya'daki uçak firması coastal aviation'ı aradım. "30 dakika kala uçağınız inmiş olursa sizi yetiştiririz" dediler. Biz de saati seyretmeye başladık; çünkü o gün başka uçak yoktu, dar'da 1 gece kalmak istemiyorduk ve arabayla filan gitmek imkansız.

Diğer uçağa tam yarım saat kala Dar'a indik. Bu arada "iç hat terminali"nin öyle hemen yan tarafta filan değil de arabayla 5 dakika mesafede olduğunu öğrendik! Uçağın tekeri yere değdiği an öne koştuk, kabin memuru dahil birkaç kişinin üstünden atladık. iş bitirici coastal aviation adamlarını aradım, sahiden frankie bizi bekliyodu. Pasaport kontrolü, parmak izi filan, yine insan aşarak, kontrol memuruna gülüm gülüm gülümseyerek hızlıca bitti (vizenizi önceden aldıysanız, bir giriş formu doldurup, parmak izi basıp uçuyorsunuz, o kadar). sonra: çantalar. bu kadar lanet bir bekleyiş olamaz. Havaalanı zaten gayet minimal bir durumda, hatta Bodrum Havaalanının ilk yılı gibi diyebilirim. bi bant var, arkasında yükleme yapan adamları görebiliyoruz. Nerden estiyse ben "ya keşke şu arka tarafa geçip çekip alsak çantaları" dedim, frankie bi kadınla konuştu ve oldu! balayı kavalyem ve cankurtaran frankie 16 ayrı kamyonda tek tek çantalarımızı ararken ben pilotla telefonda "bi 10 dakika daha memedalibeeeey" yalvarışlarındaydım.

uçağın içinden, bizim uçağın kardeşi
Beş dakika içinde bi arabaya yüklendik, iç hat terminaline götürüldük, kapıdaki güvenlikten düzgünce geçip koştura koştura uçağa ulaştırıldık. biz yapmadık, onlar yaptı. Uçakta bizim dışımızda sadece 2 yolcu varmış zaten, yarım saat rötarla kalktık. ortalama bi avrupa ülkesi olsa, hatta türkiye'de bile, şu coastal aviation personelinin yardımının onda biri yapılmazdı, hepsine ayrı ayrı minnettarım. uçağa bindiğimiz an diğer yolcular sadece "siz nerden geliyosunuz bu halde?" diyebildi, öyle bir harap bitap hal. Bu arada, Tanzanya Türkiye'yle aynı saat diliminde, akşam 5'te uçuşa hazırdık.



teneke şehir Darüsselam
Sonra, kemerleri bağladık, pilot bize güvenlik çıkışlarını gösterdi ve Selous'ya doğru 50 dakikalık uçuşumuz başladı. Uçaktan korkanlar için heralde çok zor olurdu; ama çok güzel bir deneyimdi. Selous'da diğer iki yolcu bizden önceki durakta inince (durak diyosam, açık arazide birkaç yer karosu) yolculuğun son 10-15 dakikasında pilot bize gösteri yaptı, yan yattık, pike yaptık filan. Uçuş boyunca, yerden yükselen duman ve turuncu yangın hatları vardı. Kurak mevsim çalı yakma zamanı; doğru yapıldığında doğaya faydalı olan; ama çoğu zaman kontrolden çıkan, tartışılan bir yöntem, ama bu uzun bi hikaye. 50 dakikalık bu uçuş karadan olsa heralde 15 saat filan sürerdi; bu bölgede "yol" kurumuş dere yatağına denk geliyor; ama o ayrı bir hikayenin konusu (bu arada, Blogger'ın fotoğraf yerleştirememe işkencesi bitmiyor, eğri büğrüyse affediniz).


Ufukta Selous
 Rufiji Irmağı



***

Selous'da bir uçak "pist"i
Neyse, uçak nihayet bizim durağımız olan Simbazi pistine indiğinde hava kararıyordu. Ekvatora yakın olduğumuz için güneş biz oradayken hep 6:15 civarı doğup 18:15 civarı battı, 12 saatten şaşmadık. İndiğimizde bizi, 4 gece kalacağımız "lüks çadır kampı"nın (Amara Selous) işletmecisi ve personeli gülümseyerek karşıladı, bembeyaz örtülü bir masa, şampanya kadehlerinde kokteyl ve ufak atıştırmalıklarla. O anki mutluluğumuzu anlatamam, ana kucağı gibi. Bize ıslak havlu ikram ettiler, kendimize geldik. Kokteyl alkolsüzdü (pilot da içebilsin diye); ama pek bi hafifti. Fotoğraf yok, mest haldeydik. Geç indiğimiz için gün batımı öncesindeki kısa turu kaçırmıştık, arazi aracıyla 2 dakika sonra kamp alanındaydık.


gün batımı deyip geçtiğim şeyin aslı.
Kısa bir hoşgeldiniz sohbetinden sonra, çadırımıza kadar el fenerleriyle eşlik edildi, akşam yemeği saatimizi sordular, 1 saat dinlenme izni istedik. Kampta bizden başka bir de yaban köpeği fotoğrafçısı bi adam kalıyordu, rahattık. Bize gece odadan asla yalnız çıkmamamızı, gerekirse telsizden birini çağırmamızı, onun eşlik edeceği sıkı sıkı tembihlendi. Kamp alanı, Rufiji ırmağının bir kolu olan Ruhaha'nın hemen dibinde, etrafında hiçbir çit, duvar filan yok. o yüzden tatlı su içmeye gelen hayvanlar kamp alanına yaklaşabiliyormuş. Genelde impala vb zararsız hayvanlar; ama ırmağın müdavimi su aygırları dehşetengiz hayvanlar olduğu için böyle bir önlem var. Vahşi doğada en çok insan öldüren hayvan su aygırıymış; çünkü korktuğu an o 3 tonluk cüssesiyle son hız koşuyor, koşarken de aklında tek bir şey var: suya ulaşmak. koşan vinç gibi bi şi. bu uyarıyı kocaman gözlerle yaptıktan sonra "ama korkmayın, bi şi olmaz" demeleri de bi garipti tabii.

bizim fakirhanenin arka tarafı.
"Çadır" dedikleri için insan ne bekleyeceğini bilmiyor, fotoğraflara rağmen. kocaman bir oda, bir o kadar da büyük banyosu vardı, sirk çadırı ebatları. yandaki foto oda kısmının, sağ tarafta bi de banyo var. 3 tarafı açık, sadece fermuarlı sineklikle çevrili. Odanın kendine özel minik bir havuzu da vardı, küvetten hallice ama tam nehre bakıyor. Gün içi serinlemesi için. Kurak mevsim olmasına rağmen nehir tam gaz çağlıyordu, su sesi çok rahatlatıcı. Siz havuzdayken su aygırı nehirden su içiyor filan. Etrafta sürekli bir hayvan sesi, bir hışırtı, tıkırtı vardı, insan ilk geceden sonra alışıyor.

ufacık tefecik havuzcuğumuz.
  Yemekler konusunda çekincelerimiz vardı; ama ilk akşam yemeğinden itibaren Amara resmen döktürdü. Swahili mutfağının ortalama bir turist ağız tadına uygun versiyonuydu. Garsonumuz anlatılmaz bir kibarlıktaydı, çok da matraktı.  çorbası, ana yemeği, tatlısı, kahvaltısı, öğle yemeği her şeyi, hep güzeldi. Şaraplar güney afrika şarabıydı, onlar da mis gibiydi. Ayrıca her gece akşam yemeğini farklı bir yerde hazırladılar, ambiyanstan ambiyansa savrulduk. On üstünden on verebilirim rahatlıkla.
 

Kampın işletmecisi güney afrikalı peter & anita çifti. Daha önce g.afrika, ruanda gibi ülkelerde çalışmışlar. kamplarda işletmeciler genelde 1 yıl sonunda gidermiş, 7 yıl gibi bi rekorları var, amara'da da 3. yılları. ikisi de fotoğrafa pek bir meraklı, bir de astronomiye. kampın 2 yerinde nehrin ötesini izlemeniz için 2 küçük teleskop /  büyük dürbün vardı. kampın bir de ana havuzu var, bölgede havuzlu tek kamp imiş. ilk akşam yemeğimizi burada yedik. fotoğrafın sol tarafındaki yer de öğle yemeği terası. bir de burada görülmeyen, arka tarafta bir teras var, dev bir oturma odası & internet noktası.

kampın ana havuzu ve yemek alanı, iphone titrekliğiyle.
yemekten sonra rehberimizle tanıştık, ertesi günün planı yapıldı. ilk gün "yarım tur"la başlamaya karar verdik: sabah saat 6:30'da yola çıkıp öğlen yemeği için kampa dönmeye, sonra öğleden sonra 4 gibi gün batımı için yeniden yola çıkış. refakatçi eşliğinde odamıza bırakıldık. biz yemekteyken oda sinek için ilaçlanmıştı, eşyalar toplanmıştı. her  fırsatta oda temizlenip toplandı zaten. fonda hayvan sesleriyle, "o hışırtı ne?", "sen de duydun mu?", "bu ses yakından mı yoksa nehir yankı mı yapıyor?"larla, tüm yorgunluğumuzla uyuduk. ertesi sabah öğreneceğimiz basit bir şey vardı: insanın afrika'da en yakından tanıyacağı "vahşi hayvan" kaçınılmaz olarak çeçe sineğidir.

***

ilk gün budur. giriş uzun; çünkü anlatacak çok şey var. sabrediniz.

9 yorum:

AidaSalem dedi ki...

2 haftadır bu postu bekliyormuşum meğer. Rahatladım :)

ikinehir dedi ki...

ya bisey diyecegim, hani belki sorulmasi ayiptir ama... sen istemezsen yayinlama deryik. bu kaldiginiz yerin fiyatlarina baktim, geceligi 1150 dolar falan diyor (kisi basi degil oda olduguna inanmak istiyorum mu?) ... bu kesin fiyatlari mi, turla vesaire ile indirimi olmuyor mu? orta sinif ve az gezmis cahil turist safligi ile soruyorum da biraz, ne bileyim dogru mu anladim?

ikinehir dedi ki...

sok ile soylemeyi unuttuklarim:

ucaktan korkan birisine (bana) hakikaten uzak durmami onerecegin dehsetlikte miydi o ucak yolculugu?

diger kacinilmaz soru: pirpirli ucak cok salladi mi? :)

sonuc: yazmana, hemen yazmana, hem de detayli yazmana, cook sevindim, cok tesekkurler!

deryik dedi ki...

ikinehir: haha yok ya, amara'ya yatırım yapmadık :) O fiyatlarla 4 gece, bizim 15 gün+ uçak toplam tatilimize yakın bir şey :) 2 ay önceden acentayla ayarladık, onlar da çarptı kesti biçti, paket fiyat söylediler. çok aşırı pazarlık yapamadık açıkçası, son dakikaya kalmıştık. Ama bir indirim aldığımız kesin. gerçi inan şimdi hatırlamıyorum, o kadar çok şey değişti ki. bu fiyatla gitmedik, özeti bu :)

Yine de tabii bu "lüks kamp", balayı stayla. Başka alternatifler de var, daha ortalamalar ve hatta "budget"lar. yani her bütçeye göresi mevcut, selous özelinde güneydeki manyara gölünün yakınında yer çok. yazıcam onları da :)

pırpır uçak kanatlı otobüs gibi diyeyim, sen anla. 12 kişilik, basık tavan, çömelerek yürüyosun içinde; ama beklediğimden rahat çıktı. çok sarsmadı; ama normal uçağa göre iniş ve kalkışları daha çok hissediyorsun tabii. hava durumu da iyiydi. pilot dibinde, elini uzatsan gözlerini kapatabilirsin :) 3 kere bindik, en uzun uçuşumuz 1 saatti. manzara süper, etrafı seyrederken vakti fark etmiyor insan. bi de normal uçaktan daha hafif ve yavaş, o da insanı rahatlatıyor sanki. bence iniş ve kalkışta gözlerini kapayıp şarkı söylersen geri kalanını yaparsın :)

dide dedi ki...

deryiik o kadar muhteşem ki :) iyi ki gittiniz.

sakinn dedi ki...

arayı çok açmadan yaz yaz yaz, sonra benim yıllardır temize çekicem dediğim lekçır notlarıma benzer sonu. üzülürüm.

deryik dedi ki...

sakinn: yazıyorum, bitmiyo ki :S

Adsız dedi ki...

Merhaba London, merhaba deryik!

Biz de " balayı çifti" sıfatımızı kolumuza takıp gidiyoruz..ama gel gör ki sadece biletlerimizi aldık. Şimdi 1 aydan az kaldı ve biraz yumurta kapıda şenlikleri başladı..Yeteri kadar açıklayıcı yazmışsın ama belki balayı styla için önerilerin, aman gençler dikkat yapmayın bunu, şuraya biz gidemedik ama siz ne yapın edin gidin gibi tavsiyelerin/ uyarıların vardır..çok sevinirim paylaşabilirsen benimle.

Şimdiden teşekkürler,

Fulya

deryik dedi ki...

Fulya: bunun dışında 7 post daha yazdım ben, sonraki kayıt'tan bakabilirsiniz. yani onları daha taze yazdığım için daha yardımcı olabilir.
tam nereye gidiyorsunuz onu da bilmiyorum gerçi; ama safari için gayet uygun bir zaman, tam mevsimi. ülke içinde otobüse binmeyin iç hat uçuşları tercih edin, yanınıza bi dürbün alın, zanzibar'a giderseniz adanın güneyi güzel orada kalın, stone town'da kalmayın :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker