22 Aralık 2011 Perşembe

breh.

melih gökçek cezayir anıtı dikecekmiş. "sen önce şu metroyu bitir!" demiyorum, hassas vatandaş. mesela şunu diyebilirim ama: üzülmeyiniz, âlâsını cezayirliler dikti zaten. üstelik dikerken konunun ne olduğunu da biliyolardı. neyse.

politikayla popülizm birbirine çok yakın şeyler, simbiyotik şeyler. biliyoruz bunu. yine de şu aralar yaşadığımız hezeyan bana garip geliyor. bir 6 ay sonra da aynı coşkuyla ABD senatosunu seyredeceğiz, her yıl olduğu gibi. bunu ısrarla unutup pır pır heyecanlanmamızı anlamıyorum. elin fransızı yasak dedi diye ermenistan'ın ihya olmayacağı veya ikili ilişkilerde devrim olmayacağı açık. ermenistan'a ne rica ederim, fransızların bilmem ne kararı? iki gün kutladılar diyelim, üçüncü gün? elin fransızı bizi de onları da umursamıyor ki. her iki taraf da bunu anlayamadık: umrunda değiliz. biz fransayı umursuyoruz diye o da bizi umursuyor demek değil.

aynı şekilde e.bağış "kapak olsun" dedi diye, sarko onu twitter'da takip ediyor ve türkçe biliyor demek değil.

1998'de fransa ermeni soykırımını tanıdığında oouuuvv fırtınalar koparsa kopsun aylar geçirdik. sonuç: fransa AB'deki ikinci en büyük tekstil ihracat pazarımız. 2006'da bir "cezayir soykırımının inkarı suç olsun" tasarısı meclise gelmiş, taslak kanunlaşamamış. ama nolacak, biz pal sokağı çocukları olarak daha uzağa olmasa da, en azından aynı uzaklığa işeyebildiğimizi gösterdik! bu bize yeter! o tarihlerde bendeniz, türkiye kamuoyunu geçtim, meclisteki 550 kişinin yüzde kaçının cezayirde ne olup bittiğini bildiğini merak ediyodum. aynı şey, fransa meclisi için de diğer taraftan geçerli. oy farfara farfara: hep aynı ateş aynı şalvara düşüyor, sonra işte ağzımız dilimiz kuruyor filan. her nakarat yazıldığı gibi coşkuyla okunur.

oysa biz o hiç sevmediğimiz fransayla aynı sakızı çiğniyoruz bak: "tarihi tarihçiler yazsın". ah keşke öyle olsa şeker. tarihçiler böyle masalcı amcalar gibi ,adile naşit gibi, köşelerinden bize tonton hikayeler anlatsalar! keşke öyle olsa da rahatlasanız azıcık. "tarihi tarihçiler yazsın" demek kadar büyük bir hakaret yok bir millete. niye canım kardeşim, senin 70 milyonluk halkın, ne yaşadığını bilmiyor mu? bilmiyorsa kim unutturdu? bu kadar mı andaval görünüyoruz ordan? ha yok tarihçiler yazacaksa, aklınızda olsun, tarihçiler devlet arşivlerinde çalışır. açsanız fena olmazdı.

neyse buralara girmiyorum. cezayir'i öğrendiğimiz iyi olmuş, darısı ruanda'nın başına. dünya haritası üstünde bir seferde yerini gösteremeyeceği ülkeleri sezonluk bir aşkla kucaklama ikiyüzlülüğümüzün son örneği olan somali, yerini elbet runadaya bırakacaktır. öyle gerekiyorsa, alet edilecektir. fransa bizi alet ediyorsa biz de elimizin altında, en yakındaki bizden sefil ülkeyi alet ederiz. n'olcek yani. icabında, racon!

benim içimi burkan şey, ermenistan ve türkiyenin adam olup da "bizim meselemizi biz konuşur, biz çözeriz" diyemeyişi yüzünden elalemin seçim sofrasına böyle meze oluşumuz. bu kadar haysiyetsizliği kabullenerek 100 yıl geçirip de sonra "ben de heykel dikerim laan! ben de boykot ederim beaa!!" demek, sahiden gerizekalıca geliyor bana. köprüdeki iki keçi masalını küçükken boşuna anlatmadılar bize, bi bok anlamamız bekleniyodu. zırlayan veletler gibi "annneee önce o furduuuuuaaaa" demekle ülke yönetilmiyor. sözüm her iki tarafa da. ayrıca dışardaki diasporaya da. hepsine ve herkese. bıktım ben bu anlı şanlı inatlarımızdan.

bu konuda bir şey yapılabilme ihtimali, umudu, benim için hrant dink'le birlikte bitti. hrant dink'in ne olduğunu bile anlayamadığımız için. tüm bu rüzgarlar eserken benim aklıma sadece ve hep hrant dink geliyor.

dink'i anlayan birçok insan, adı geçer geçmez esen linç rüzgarını durdurmak için, o meşhur videoyu hatırlatıyor. bir panikle, "vurmayın ona, bi dinleyin" demeye çalışıyor(uz). evet, hrant dink çıkıp, onu orda gördüğü için içlenen tüm avrupalılara ve diasporaya, "kendi işinize bakın, bu iki ülkenin meselesidir, bize bi nefes aldırın" demişti. "bi bırakın, az susun da biz konuşabilelim. biraz susun". hrantın fransız gazeteciye "sen ne bilirsin ki?" deyişi bile kendi üslubuncaydı, "bana zorla tercih yaptırma, kelimelere saplanma" derken, "önce kendi hesabınızı verin, bizi çıkarınıza alet etmeyin" derken, bu "derbi izleyen vasat seyirci" hevesinden nefret etmesi de kendinceydi. çok da haklıydı. yoksa öyle "kapak olsun" demekle olmuyor. elin fransızının bize, size, onlara verdiği kimlikleri, bu konuda bir ermeni olarak reddedebildiğiniz zaman, işte o zaman oluyor.

o sadece kuru gürültü sussun istedi. tabii bunu derken, tüm kalbiyle, o sessizlik nihayet oluştuğunda konuşmaya yanaşacak insanlar oluğuna ,her iki tarafta da, inanıyordu. sizi bilmem; ama beni, benim gibileri, bizi de inandırmıştı. hrant dink, konuşabilme ihtimaliydi. yitirdik. (koca bir adamı, iki satır çarpık haberle harcayan, "onu demiş- bunu demiş"çilere de 11 bilirkişinin yargı raporunu okumalarını öneririm. yetmezse ilkokul bir türkçe dilbilgisi de iyi bi başlangıç olur).

öyle işte. 1 ay sonra, hrant'ın 5. yılı. biz ve ermeniler ve fransızlar, aynı rezil noktada, aynı sakızı şişirip şişirip patlatıyoruz. öyle de şekeri kaçmış bir sakız ki ben bu çiğneme hevesimizi de anlamıyorum. heykel dikerlermiş, ceza keserlermiş, hepsine, hepimize birden: breh breh breh.

asap bozucu olan, mütemadiyen girdaplara karşı yüzmek ve üstelik: bunu bi bok sanmak.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker