10 Aralık 2011 Cumartesi

berna

6 ayın sonunda, Hopa davasında dün tahliye kararı çıktı. tutuksuz yargılama devam ediyor mu bilmiyorum gerçi, yine de sevinç sevinç.

boğaziçinde starbucks işgali. hiç yazmayacaktım ama duramadım. dışardan bakınca, "solculuk oynayan amerikan okulu gülleri" görüldüğünü biliyorum. başka bir dışardan bakınca da "devrim kampüsten başlar yoldaşlar" görülüyor. ikisi de değil oysa. yani o gençlerin "burası alışveriş merkezine dönmesin" deyişinin ardında gayet kampüs özeli dertler var. bunların ideolojik bir şekilde sunulmuş olması bir şey eksiltmez veya katmaz. anlatıcam.

öncelikle, sahiden çimlere basmadan protesto kültürü olan bir okul boğaziçi. istanbul üniversitesi gibi her daim olay yaşanmaz. öğrenciler sabırla her seferinde rektörlüğün kapısını çalar, bir muhatap arar. derdini anlatmak için arar. gaz ve toz bulutundan başlayarak anlatıcam çünkü sahiden sinire kesiyorum hariçten gazel okununca.
ben bildim bileli (nerdeyse 10 yıl oluyor) öğrenciler muhatap bulamazlar. 1 yıl boyunca kulüpler arası kurulun başkanı (ki 39 kulüplü boğaziçinde uslu bir sınıf başkanı gibi bi şi oluyor bu arkadaş) bile randevu alamadı. sonra bir öğrenci dekanı statüsü atandı, yanlış hatırlamıyorsam psikoloji bölümünden sevilen ve iyi niyetli bir hocayı atadılar. beyfendi rektörlüğün kirli çamaşırlarını tahmin edemiyor olacak ki kapısına yığılan öğrencilerle başedemedi. o da bir süre sonra "ben akademisyenim, rektörlüğün memuru değil!" dedi haliyle.

o sırada öğrenciler ne istiyordu? saymanlık, 39 kulüp bütçesinin adil dağıtımını bir türlü beceremeyince, "siz yapın!" dedi öğrencilere. öğrenciler öncelikle böyle bir yükü istemiyordu. onlar saymanlıkla, rektörle görüşüp bunun şeffaf bir düzene oturtulmasını istiyordu; yoksa herhangi bir memnuniyetsizlikte "kendiniz yaptınız!" denecekti. öğrenciler, birbirine adil olamamaktan çekindi, bunu bile anlamadılar. öğrenciler, okulun hem tiyatro, hem dans, hem sinema gösterimi yapılabilen ve aynı zamanda derslik olan tek salonu MDS'nin yıkılmasını, üstelik de tam da 1 yıldır sahnelemek için bekledikleri gösterileri öncesinde yıkılmasını istemediler. MDS gidince onlara yer kalmayacaktı. Bugün MDS yok ve okul yönetimi söz verdiği muadil binayı hala yapmış değil. daha doğrusu şöyle: salon var, ama bedava kullanım yok. MDS için kıyametler koparken bir tek Yavuz Selim Karakışla öğrencilere destek verip, "biz zamanında saatli binada takılırdık, şimdi sizi içeri sokmuyorlar, MDS de aynı şey!" demişti. evet, böyle binaları var okulun. güzel, şık, orda ve öğrenci giremiyor.

MDS sonrasında habire pişirilen, "kulüpleri erkek yurdun altından çıkaralım, yatakhane yapalım" muhabbeti başladı. okulda mevcut durumda bile kulüpler sığamazken 30'a yakınını yersiz yurtsuz bırakıp ortada projesi bile olmayan bir binada yer bulacaklarını söylerseniz, pardon ama kimse yutmaz. öğrenciler efendi gibi yürüyüp protesto etti, kulüpler yerinde duruyor.

bu arada mesela, zaten daracık kaldırımlı güney yokuşa şu otobüs duraklarında göreceğiniz dev reklam panoları yerleştirildi. böylece kaldırım panoların oldu, biz yoldan yürüdük, çok şirindi. karahisar anarşistleri miydi kimdi hatırlamıyorum, ısrarla her panoya kan kırmızısı boya attılar. şu an o panolar yok ve bence olmaları da gerekmiyor. o kampüs "manzaralı yolda ilan verebilirsiniz!!!" reklam alanı değil. bir şey yapacaklarsa iki kişinin yan yana yürüyebileceği genişlikte kaldırım yapsınlar.

dur yok, bitmedi. okulda faşistler solculara bıçak çekti. rektörlükten bir tek kınama bekledik, sesi çıkmadı. okulda yine yürüyüş oldu. 10 binler yürüdü gibi anlaşılmasın ama yürüdük. film gösterimi de olacaktı ki rektör "faşistler gelip basarsa sizi koruyamayız" diye iptal etti. canım. sonra hazırlık öğrencileri kilyos kampüse sürüldü. öğrenci kulüplerinin stand açabilmesi için okulun öğrenci hizmetlerinde x saat çalışması koşulu geldi. çimlerde film gösterimleri olurdu, o bile yasaklandı galiba bir ara. keyfiyetlerlerlerler.

devam edelim. o kampüste attığım ilk imza yemekhane fiyatlarının indirilmesi için toplanan imzaydı. ben heralde 4 yılda toplasanız 5 kere yemekhanede yememişimdir ve okulun en lüks yurdunda kaldım. ama bunlar imzamı geçersiz yapmaz. bu yemekhane fiyatları konusu, okul yönetiminin "devlet para vermiyorsa biz yaratırız"cı tutumuyla birleşince ortaya starbucks çıkıyor. ondan yazdım.

neyse, devam. sıradaki parça liberaller için geliyor: adil rekabet. ben starbucks'ın varlığına temelde karşı değilim. nasıl derler: per se. o olmasa, kahve dünyası olsa, yine aynı şey. lüks kahveci işte. "kampüste olur-olmaz" tartışmasına girerseniz, ortalama bir iktisatçı size burun kıvırıp "ay pis romantik yaa" der.  o yüzden onların dilinden konuşarak anlatacağım. per se demeyi de özlemişim bu arada. neyse:

smith der ki rekabet adil olunca güzeldir. bunu hepimiz kabul ediyoruz ki o yüzden bir rekabet kurumu var bu ülkenin. burda anlaştık sanırım. bir de pazarlık gücü denen bi kavram vardır, satıcı-müşteri ilişkisinde taraflardan birinin diğerine göre yüksek pazarlık gücü varsa, zayıf olan bi anlamda mahkum olur. boğaziçi yemekhanesi bu güçlü arkadaştır. istanbul üniversitesi yemekhanesini işleten aynı firma, aynı yemeği orada 75 kuruşa burada 2.25'e satmaktadır (zamlandığını düşünsem de). şimdi bunu okuyan bir liberal "canım isteyen yemekhanede yer, isteyen starbucks sandviçi yer" diyebilir. diyor da. o zaman hemen kendisine azıcık iktisat 101. hani çok bilmem ama bildiğim nettir:

1) "isteyen": isteyen dediğiniz an, denk mallar arasında kendi değer yargısına göre bir tercih yapmaya dönüyor iş. elma mı armut mu filan. elma mı, kereviz mi değil yani. halbuki burada bütçe kısıtına bağlı bir alternatifsizlik söz konusu; çünkü ikinci seçenek ilkinin 3-4 katı fiyatta. elinde 3 lirası olan bir öğrenci için seçenek 1 tane, 2 değil. fiyata bağlı kısıtları es geçen bir cümle bu.
2) bu iki şey birden yemek gibi okunuyor ama değil. ilki bu bütçesel mahkumiyetin satıcı tarafından sömürüldüğü bir ürün. yemek değil. lapa halde pilav, pişmemiş et, kirli salata, sulandırılmış çorba... bunlar o sandviçin yanında yemek sayılamaz. hani "iki  denk şeyin hür birey tarafından kıyaslanması"yla bi değer biçeceksek, maalesef mümkün değil.
3) şu an kampüste o sandviçin o fiyat aralığında alternatifi çok; ancak yemekhanedeki yemekolmayanyemek için düzgün bir alternatif yok. amcalar CD grubu tüketici şık bir tekel konumunda. fiyatın yüksekliği de bundan zaten, verilen bir değerden fiyat biçecek olsak o ürünleri çöpe atması gerekirdi. şimdilik yemekhanede "beğenmeyen evden getirsin karrddeşimmm!" hizmeti veriliyor; çünkü rekabet yok.

evet liberaller, o kampüste rekabet yok. o kampüste rektörün para hırsı, yemekhanenin tekelleşmesi ve 3 öğün yemek yiyemeyenlerin hakkını savunan öğrenciler var. evet günaydın: böyyük corporate'ların en sevdiği okulda 3 öğün yemek yiyecek parası olmayan öğrenciler, mevcut. günaydın. bence starbucks işgalinde söylenecek en etkili şey şu olurdu: kampüse bakıp liberal ekonomi savunanlara oyunun kuralını hatırlatmak.

on tane cafe açınca o yemekhaneye alternatif gelmiyor. çünkü vakko açınca da lcwaikikiye alternatif gelmiyor. aynı şekilde, superdorm'u açınca da 8 kişilik avuç içi kadar yurt odasına alternatif gelmiyor. hoş, starbuckstan çok önce, bence wonderland kampüse geldiğinde verilmesi gereken bir tepkiydi ama o böyyük bir marka değil. oysa wonderland, yemek tabağı 10 lira civarında olan bir güzel tesis. her bir ürününü çok severim, ama böyle başladı işte her şey. abbas waffle gelince tamam derseniz, starbucks'a itirazınız biraz suni kalıyor. bence yani. iş en temelden, "okulun kısıtlı yemek alanının kiralamasını yaparken her bütçeye uygun seçeneklerin çeşitliliğinin sağlanması" hedefi olmalı .hani rekabet filan. teorisi de vardır bunun elbet.

yani konu starbucks'ın orada olmasından çok, zaten çok kısıtlı bir alan var olduğundan, o olunca başka bir yerin olamayışı. kiralar artıyor örneğin, "xyz markalarına kiraladık, şık komşularınız olacak!" reklamı dolduruyor portfolyoyu. onun yanına bir menemenci bu yüzden gelemiyor. bunun da teorisi var kuşum. dar alanda kısa paslaşmalar. okul mağaza karması yönetir hale geliyor bir süre sonra.

*
bittabii burada, ayağınızdaki ayakkabıya bakarak ortak kantine ait olmadığınızı düşünen bazı solcu cicileri de anmadan geçemeyeceğim. şu an starbuckstaki ekip için söylemiyorum bunu, ayrıca yazıyorum; çünkü onları tanımıyorum. benimki şahsi deneyim: devrimci tutarsızlığı.

onlar ki eşitlik duygusuyla dolup taşarken ilk küfrü ya orospu ya da ibne olanlar. işte canım, sizin işiniz daha zor. sizi çünkü, sizin dilinizden anlatamıyorum. mesela manzarada hararetle marx anlatıp işçi hakları nutukları atarken zevkle kedi tekmeleyen bir manyak da gördüm. kavga ettik, günün sonunda ben tabii ki sermaye aşığı pis kahpe filandım. veya ne bileyim, karşılıklı oturup bi sorun çözmeye çalışırken slogan atmadan kendini ifade edemeyenler. şükür ki  en azından boğaziçinde çok değilsiniz, ama varsınız. bir şeylere çok kızgınsınız tamam; ama bi anda o hiç sevmediğiniz faşolara dönüşüverdiğinizi keşke görseniz. ben size "bağırmayın" demiyorum, "dibinizde sizi dinlemek için dururken bağırmayın" diyorum. anlatabildim mi ki? daha ne dediğimi duymadan gırtlaklamayın diyorum. bir de birileri sizi dan dan etiketliyor diye isyandayken elinize kendi etiketlerinizi alıp alternatif etiketlemeye başlamasanız, tam olacak. nacizane önerim. nokta.

böyle "ona da tüü, buna da püü" gibi oldu ama heralde anlatabilmişimdir. 68 devrimi misali, 2012 devrimi de bizim kampüsten başlasa hiç fena olmazdı tabii ama bence şu yemek sorunu çözülse, o da bi şidir. ufak hedefler başarısızlık anlamına gelmiyor, aksine büyük manalar yüklemeye çalışınca altında kalıyorlar. amacı çok bulandırmamak lazım o yüzden. o sevmediğiniz pis kapitalistler kendi dilinde olmadıkça hiçbir şeyi dinlemiyor veya anlamıyor. zaten tıkalılar yani.
neyse. ben zaten okuldaki her iki cepheden de "seni tam anlamadık, bekliyoruz, izliyoruz" lafını duymuş biriyim. "ortada kuyu var yandan geç"im hatta. o yüzden tüü ve püü. ortayolcu bi sosyal reformcuymuşum filan hatta? ahaha. aman diym. kendi kendime eğlendim.

neyse, kapa parantez.
ha demem o ki, nolur şu okulun işlerine dışardan laf atılmasa. başka okulların öğrencileri arkadaşlarına tabii ki destek verir; ama sözcülük yapmasa. bizimkiler de iş sanki starbucks olunca sorun da kahve dünyası veya "hikmet amcanın lüks çayı" olsa sorun olmayacakmış gibi davranmasa. rektörlük karşısındakilere "birinizle görüşürüm! lordum ben! temsilci seçin" demese de azıcık öğrencilerinin arasına karışsa. tüm rektörler bir zamanlar çok sevilen hocalardı biliyor musunuz? öğrenciler "canım hocam"dan "ruhsuz rektör"e dönüşen kişileri görünce küstü önce.

*
neyse evet, boğaziçi university, liboş bir mekandır arkadaşlar. bakınız işgal ediyorsak da rektörlüğü değil, starbucks'ı ediyoruz. sevmeyin bizi. yöntemi /söylemi beğenmeyebilirsiniz tabii ama eğer sahiden hiç anlamıyorsanız da rica ederim, ahkam kesmeyin. çünkü şu an o kampüste, o starbucks'ta evcilik oynanmadığını garanti ederim.

bir de bu protestoya katılan berna'yı kck davasından tutuklamışlar galiba. elbet dışarı çıkar, çünkü onun yeri kampüs. yeter ki diğer berna'nınki kadar uzun sürmesin.

edito: yanlış istihbarat benimki- isim berna diil, şeyma'ymış. şeyma, berna veya ayşe bir şey değişmeyeceği için başlık böyle kalsın bence.

1 yorum:

La Santa Roja dedi ki...

Çok güzel anlatmışsın, alnından öperim. Wonderland'in ben okuldayken açıldığını hatırlamıyorum, 2005'ten sonra olmuş sanki ama Abbas ilk geldiğinde 3-5 kişi kendi çapımızda yaptığımız boykotu ve insanların ilk defa waffle görmüş zavallı köylü ilgilerini hatırlıyorum. Bir de Kuzey Kampüs'teki Dunkin vakası vardı bak...

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker