19 Nisan 2011 Salı

fenafillah



ben pek kahve sevmem. türk kahvesi başka tabii; ama tutup da neskafe filan içmem, aramam. içeceksem de süt köpüğü ister gönül. solda gördüğünüz tonton şey sayesinde, tüm rüyalarım gerçek oldu. bu seçkin ve ziyadesiyle elegan ürünün çok basit bi versiyonu kahve dünyasında satılıyodu, annemin biricik kahvaltı oyuncağı hatta. ben davranıp alana kadar satışı durmuş. azmin zaferi arayışım geçenlerde hoş bi sürprizle bitti. şimdi başlığa takılı olanı çözdük, diğer 2 zımbırtı gizemini koruyor. pilli devrim. şu fotoğrafı bulmak da fazlasıyla zahmetli oldu, burdan bulan leydiye teşkür. böylesi güzeli, harika bi şi.

müzeye gitmeyi çok özlüyorum. yalnız da gidiyorum ama aynı şey olmuyor. mesela ikimizin temposu farklıdır, birlikte başlayıp ayrı ayrı devam ederiz. sonra bi resmin önünde karşılaşıveririz. yoyo gibi, gelgit gibi, bi uzaklaşır bi yakınlaşırız. ben niyeyse etraftakilere pek bi takılırım: sakız çiğneyenlere, fotoğraf çektirmek için resmi işgal edenlere, yüksek sesli sevişgenlere falan filan. o takılmaz, güzel güzel gezer. sonra beni de çıkarır o saplandığım söylenmelerden. pek bi güzel geçer işte.
 
dünkü akşam yemeği sonunda: iyi ki burda doğmuşum, iyi ki böyle bi mutfağa sahibiz, iyi ki bu kadar şanslıyım. canım türkiyem, damak tadını seveyim. ilk hayatımda kesin "ağırlama müdürü" filanmışım ben, yabancılar merakla ve zevkle bizim yemeklerden yediğinde resmen kendim pişirmişim gibi bir coşku. yiyorum, yediriyorum. zaten tavuk denen hayvandan önce çerkez tavuğu sonra tavukgöğsü yapılabildiğini görünce yeterince sersemleşiyolar, çok güzel bi şi. öyle işte.

bu akşam bavul yapma gecesi. ütüler, katlamalar, "son bi şi daha"lar, telefon-fotoğraf makinesi şarjları, unutmama listeleri, hava tahminleri. en güzel şey yani. pır pır pır.

*


organize münferitler ve meczuplar diyarıyız. ben en çok bundan korkuyorum.
bir de beceremeyişlerimiz, çelişkilerimiz, kendimizi hiç sevmeyişlerimiz.
kendimize yazık ediyoruz. ysk'nın iptal kararı kadar saçma bir diğer şey de başbakanın 10 bin genç buluvereceğini söylemesi. fark yok. başbakan facebookta grup kurar gibi: "iddiaya girerim, protestoculara karşı 10 bin genç bulabilirim" diyor, ysk da bazı çocukları bisikletine bindirmiyor. bize gıcıklar çünkü, anlamıyorsunuz. hem zaten, evet, bulur. bir ordu gibiler sahiden. o 10 bin genç acaba arkadaşlarının gözünün içine bakar mı?
bedri baykam hastane diye debelenirken kimse bakmadı mesela. koşarak kaçtılar, canavar saldırıyormuş gibi. o yüzdendir ki işte gündüz vakti bir kadın 51 bıçak darbesiyle komaya girebilir bu ülkede. bir küçük çocuk okuldaki lavabo üstüne düşüp öldüğü için tutulan bilirkişi raporunda, "haylazlığı sebebiyle lavaboya tırmandığı..." diye yazabilir birileri. onların rüyası yok çünkü, gece rüyalarına girmiyor kimse. onlar en derin uykuların, en koyu siyahların horultusunda. 2 yaşında bir kızın kafasına gaz bombası atabilir polis, kafatası yarılabilir, onların kaçacak bir uykusu yok. nolcak yani, bizimkilerden değil ki elif. başka çocuk.

*
ama işte sonra, anaakımın şahı, yelkenini rüzgara göre şişirmelerin prensi emre aköz, "siz hiç öteki oldunuz mu?" diyor ya, resmen o an patlıyor bendeki toplar tüfekler. sanki hepsi tamammış gibi, bunda kopuyor film. bu kadar yüzsüzlük, içimi boğuyor. hepsini alıyor bu mide ama bu adamın bu haymana pancar nemalanma haline sahiden katlanamıyorum. bu soruyu bu adamdan duyduğumda, tırnaklarım çekiliyor.

sen hiç oldun mu emre? bu ihtimal bile senin için bir fobi oysa.  sen hiç iktidardan öteye düşebildin mi? iktidarın kim olduğunu bile sonradan farkediyorsun bence. sen hayatında öteki nedir bilir misin? düşene bi tekme de sen atmakla meşgulken, kim düşmüş diye baktın mı hiç? kötüsün emre. çıkarcısın ve en fenası, 7 günahın en büyüğüyle sıvanmış beynin: obursun. yemekle ilgili bir şey değil bu; doyumsuz bir çıkarcılık seninki. sonu yok. normalleşmiş senin için. sonu, dipsiz kuyular kadar siyah. hiçbir çizgin yok. sadece "pehh" çekiyorsun bize, gırtlağına kadar "pehhh"ken üstelik.

herkese bir bahanen, bir açıklaman var; bi tek kendine yok emre. bu halini bir türlü açıklayamıyorsun. başbakana benziyorsun emre, tam istediğin gibi. dönüşüyorsun. sen de bize sövüyorsun, biz seni de sevmemeye tüm gücümüzle devam ediyoruz. çok şükür ki gücetapanlardan değiliz henüz, o kadar düşmedik, çok şükür. sen seviyeyi düşürdükçe senle inmeyip, tepeden, en tepelerden bakıyoruz sana. sen ter ter tepindikçe daha da iniyorsun aşağıya, bizse bulutlara eriyoruz; mavi, güzel, pofuduk bulutlara. böyle güzel şeyleri hiç sevmiyorsun değil mi emre? tepin emre tepin, semalar bizim. semalar veletlerin, solcu orospuların, çevreci mihrakların; semalar ağlayabilenlerin.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

o kahve seysini gecen gun hastane mutfaginda gordum cok ilginc geldi, devrim niteliinde :P

gln

Adsız dedi ki...

Nalet yasaktan dolayı epey açamadım sayfayı. Açtım nihaayet. Şükür kavuşturana.

deryik dedi ki...

gln: kullanım alanlarını keşif halindeyiz :)

little penny: aa ben giriyodum her yere? dns ayarları, ktunnel filan. yine de hoşgeldiniz efem.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker