tunalı tunalı bi gündü bugün. defalarca in çık. şehir balçık halde. kış uykusuna yatmayı gerçekten çok isterdim. sevmiyorum. lapa lapa kar izlemeyi sevebilirim, ama ona baktıkça da aklıma ertesi günkü balçık geliyo. buzlu balçık. balçıklı buz. oysa biz küçükken baharla kardankedi yapmıştık. benim ön dişlerim yoktu ve onun burnu paltosu kadar kırmızıydı.
PBBC ankarada. biz aynı yerde buluştuk, bolca yidik, bolca konuştuk. iyi geliyo yahu. hep iyi geldi zaten, yarı ömrüm bi süredir (burcu seni çok çekiştirdik, uzadın. ho ho ho iğrencim).
eve dönerken önüme çöp kamyonu çıktı ve bu müthiş andan faydalanıp düşündüm ben. bazı anlar, bazı zamanlar, eve dönerken önünüze çöp kamyonu çıkması gibi. beklemek gerekiyo, beklemek istemiyosunuz ve beklemek sevimsiz.
beklenecek somut bi şi varken de, neyi beklediğini bilmeden beklerken de sevimsiz. misal çöp kamyonu. sevimsiz (anladığınızdan emin olmak istiyorum). insan bazen kendisini, bazen kendisine gelecek değişiklikleri, bazen hayatı bekliyo. çöp kamyonu yokken bile bi anda yavaşlamak gibi bi şi galiba. neyse işte, bi an geliyo, beklemeye geçiyoruz. cengaver bi ruhum olsaydı, "beklemeyin parçalayın" derdim; ama bazen beklemek iyidir. atalete saplanmadıkça iyidir. bünyeye en gerekli şey huzur. nerden kaça bulunur, bilmiyorum. bulunca güzel. misal, çöp kamyonu gibi diil. siz beklerken çöp kamyonunun sola dönmesi gibi daha çok.
ciayco ve ciayceyn ordusuyuz. hayat bizi en birinci olmaya, en erken olgunlaşmaya, en dayanıklı, en su geçirmez, en kırılmaz, en çizilmez olmaya zorluyo. zorladığını sanıyo. sonra bi an geliyo, çok sevimsiz ama, çöp kamyonu çıkıyo işte. bekliyosun. hayata nanik yapan bi şi çöp kamyonu. iyi duraklamalar bunlar belki de. sizin yerinize sizi yavaşlatan şeyler... ama bi o kadar da sevimsizler. napalım, öyle işte. beklemek her koşulda çok sevimsizdir zaten... ki bunu az önce söylemiştim. bunları niye yazdığımı bilmiyorum, çöp kokusundan olabilir. çöp kamyonu edebiyatı parçalamayı denemiş olabilirim. yarın bolu'da mahsur kalıp saatlerce beklemekten korkuyo olabilirim. bir gece ansızın gelebilirim. bilemezsin monşer.
2008 bana hayatımın en güzel sürprizini yaptı. en hızlı değişikliklerini yaşattı. isteklerimi tazeledi, hatırlattı. çok korkuttu ve çok mutlu etti. öğrenciliğimi törenlerle bitirdi bi kere, bu bile bi şidir. şimdi 2009 ve 2010 ve tüm mahalle, çöp kamyonunun sola dönmesi gibi bi şilere gebe. bence yani. öyle olsa süper olur.
~*~
başucumda duran ve tahminen bininci kez bloga yazdığım alıntı... eskiiii bir penguen'den kendisi, kim yazmış hatırlamıyorum:
Herkes kendisini mutlu edecek bir şeylerin peşinde. Herkes çocuk. herkes oyuncak seviyor. Oyuncak veya oyuncaklarını bulan mutlu oluyor. Bulamayan sürekli arıyor. Bence hayatta mutlu olmanın sırrı, doğru oyuncak veya oyuncakları bulmaktan geçiyor. Ben isterim ki herkes kendisi için en doğru oyuncak veya oyuncakları bulsun. Mutlu olsun. Sevgilerimle.
bence bu bi yeni yıl dileği olabilir. aa bi bakmışız olmuş. hadisizeiyiyıllaar.
29 Aralık 2008 Pazartesi
28 Aralık 2008 Pazar
topitop
hala kar yağıyo. kar yağarken güzel. eriyip, yol kenarına kürenip, kahverengi bi buz halini alınca kötü. ben salı günü gidiyorum blog. sürekli gelgit halindeyim. bavulcuk odanın köşesinde çakılı.
neyse ne diyodum, salı günü istanbul. anafikir budur.
kardeşimle 4-5 saat kadar süren bi hediye alışverişine çıktık. çünkü biz salağız. yok benim salak olan. sanki düğün hediyesi seçiyomuşuz gibi bi özenle "sarı mı mor mu" diye dakikalar harcayıp ondan sonra hem sarıyı hem moru geride bırakabiliyoruz. yorgun ve asabiyim. son iki posta sinen yılbaşı sendromumu bugün bizzat yaşadım, burnumdan fışkırdı. ve netice: o işlerini halletti, ben sinirle erteledim. koku denedik bi de arkadaşına hediye edeceği. elim hala dikiz aynasından sarkan o gudubet kokulardan kokuyo. yani insan niye çelikler oto yıkama aromasında kokmak istesin ki?
ah bi de tabii ki yolda yürürken "kar yola yağmış" ve hemen akabinde "karı severim ben abi" esprilerini yapan ankara gençliği görev başındaydı. tuz biber.
neyse ne diyodum, salı günü istanbul. anafikir budur.
sıkıntıdan yaptığım son kolye ve kendisiyle gurur duyuyorum.
sabun köpüğü gibi.
27 Aralık 2008 Cumartesi
meraba cumartesi gecesi
saat 21:21. 21 tane dilek tutup işin suyunu çıkarmak istedim ama neyse.
fonda: cat stevens- another saturday night. komik şarkı.
yapılması gerekenler: iş. zira dün çalışmadım. bu sabah da çalışmadım. yapacağım şey de eski bi sunumun 2008 versiyonunu hazırlamak. yani kolay. slaytlar bile hazır. o yüzden erteliyorum, "ertelendikçe tamamlanan iş" kavramı üzerine yoğunlaştım, inşallah onu halledicem, gerisi zaten çorap söküğü.
yapılacak olanlar: kardeşle dizi seansı. artık cnbce ne verdiyse. bence kesin sarah connor chronicles vardır. hep o var. o yoksa fragmanı var. boşluktan dizinin takipçisi oldum. böyle böyle hollandada da bionic woman izliyodum. sarah connor bikaç mimik daha kullanırsa sevinicem. hep aynı bi "küçük emrah büyümüş de anne olmuş" bakışı hakim.
yapılmış olanlar: tadilatçıya etek götürmek. bütün günden geriye kalan bu kadar. hayatımda tadilatçıların yeri büyük. belini az aç, paçasını az kısalt, ben bu piliyi ütülemekle uğraşamıyorum dikelim gitsin, bi fikrim var ama beceremezseniz kalkışmayalım baştan uyarıyorum vs vs. eski tadilatçımız öldü. küçücük dükkanında havalandırma yoktu, pencere yoktu. hep sigara içiyodu. uyarıyoduk da. akciğer kanseri oldu ve öldü. fena bi şi. her tatilde uğruyodum nerdeyse. "esnafla bağlarımız" listesinde bakkaldan üst sırada bi amcaydı kendisi.
bi da paşabahçeye girdim. paşabahçede kaç kadından "ay sırf burdan çeyiz düzmek için evlenebilirim ihihihihi" geyiğini duydum, bilmiyorum. bugün 2 kişiden duydum mesela. aralarından da biri çıkıp "tekrar çeyiz düzmek için bütün çeyizimi kırabilirim/ boşanıp tekrar evlenebilirim" filan desin. hem niye çeyiz? "paşabahçe için eve çıkabilirim" filan desen nolur yani. ya da indir tabak rafını aşağıya, bahane mi yok?
sonra başka bi yerde karısına hediye bakan, 60 yaş civarı bi adam vardı. "düzgün bi şi bulamazsam 'bunca yıl zevkimi öğrenemedin mi' diye beni yiyo" diye dert yandı satıcıya. be adam... sen daha kadının üstündekine dikkat etmemişsin, ama kadın senin kravat-ceket-gömlek uyumundan sorumlu bakan gibi bi şi evde tahminen, onu geçiyorum. her bi haltı sen yıkasan ve hele hele ütülesen kesin bilirdin, onu da geçiyorum. ama elinde eteği boydan boya fırfırlı, kısa ve dar bi hırka, üstelik kadının göbeği var diyosun. kadının yaşı da olsun hadi 40- 50, en iyi ihtimal. şaka mısın nesin? loğusa günlerini mi anıcaksınız? amaan bana ne ya. hindi gibi didiklesin de gör. "değişim yapıyosunuz nasıl olsa di mi???" o la la. sana değişim kartı aldım karıcım. hediye çeki ver bari.
kalabalık günlerde sokağa çıktıkça herkese gıcık oluyorum, söylemiştim. hele herkesin toplu hediye histerisi günlerinde. evet evet yılbaşı meselesi de belki bunla ilgili: simlere bulanmış halde, en "küçük esnaf" haliyle, alanın ayaklarını yerden kesecek ama tabii ki ultra ucuz olacak hediyeyi arayan binlerce insan. sinir sinir.
her sene aynı van gogh takvimine ilgiyle bakan insanlar dolu ortalık. adam ölü bi kere. yeni bi resim yapmış olamaz. sınırlı bi sayının 12li kombinasyonları anca. eh o da takvim olduğuna göre, en bilinenler var içinde. hem hakkında en fazla kulağını kestiğini bildiğin bi adamın takvimini sırf artistik kaygılarla hediye etmek ne derece doğru? niye kandinsky diil mesela? resim zevkini dahi bilmediğin insanlara takvim beğenmeye çalışmak nasıl bir saçmalıktır? karşındakinin resim zevki var mıdır bi kere?
bi de tabii ki krem-şampuan-duş jeli setlerini ayırıp içindeki ürünleri farklı farklı kişilere hediye eden güruh var, kelimelerin bittiği andır. "yeni yıl misler gibi geçsin", "yeni yılın bebek poposu gibi pürüzsüz olsun", "ama bütün bunlar olurken sakın birbirinizle görüşüp durumu anlamayın" filan mı mesaj, onu da bilmiyorum. şampuan ne krem ne.
gıcıklar ordusu siziii...
biraz gözlerim şiş, biraz canım sıkkın. iyi bak bana cumartesi gecesi. hava ayaz zaten. gece 10'da hiç kahve içmedim ben, çarpıntım tutar diye. bence bi çılgınlık yapmanın zamanı geldi adamım. ah bir amerikan dizisinde olsaydık evde dondurma olurdu. ben bunu daha öncede söylemiştim galiba. olsa iyi olurdu şimdi.
fonda: cat stevens- another saturday night. komik şarkı.
yapılması gerekenler: iş. zira dün çalışmadım. bu sabah da çalışmadım. yapacağım şey de eski bi sunumun 2008 versiyonunu hazırlamak. yani kolay. slaytlar bile hazır. o yüzden erteliyorum, "ertelendikçe tamamlanan iş" kavramı üzerine yoğunlaştım, inşallah onu halledicem, gerisi zaten çorap söküğü.
yapılacak olanlar: kardeşle dizi seansı. artık cnbce ne verdiyse. bence kesin sarah connor chronicles vardır. hep o var. o yoksa fragmanı var. boşluktan dizinin takipçisi oldum. böyle böyle hollandada da bionic woman izliyodum. sarah connor bikaç mimik daha kullanırsa sevinicem. hep aynı bi "küçük emrah büyümüş de anne olmuş" bakışı hakim.
yapılmış olanlar: tadilatçıya etek götürmek. bütün günden geriye kalan bu kadar. hayatımda tadilatçıların yeri büyük. belini az aç, paçasını az kısalt, ben bu piliyi ütülemekle uğraşamıyorum dikelim gitsin, bi fikrim var ama beceremezseniz kalkışmayalım baştan uyarıyorum vs vs. eski tadilatçımız öldü. küçücük dükkanında havalandırma yoktu, pencere yoktu. hep sigara içiyodu. uyarıyoduk da. akciğer kanseri oldu ve öldü. fena bi şi. her tatilde uğruyodum nerdeyse. "esnafla bağlarımız" listesinde bakkaldan üst sırada bi amcaydı kendisi.
bi da paşabahçeye girdim. paşabahçede kaç kadından "ay sırf burdan çeyiz düzmek için evlenebilirim ihihihihi" geyiğini duydum, bilmiyorum. bugün 2 kişiden duydum mesela. aralarından da biri çıkıp "tekrar çeyiz düzmek için bütün çeyizimi kırabilirim/ boşanıp tekrar evlenebilirim" filan desin. hem niye çeyiz? "paşabahçe için eve çıkabilirim" filan desen nolur yani. ya da indir tabak rafını aşağıya, bahane mi yok?
sonra başka bi yerde karısına hediye bakan, 60 yaş civarı bi adam vardı. "düzgün bi şi bulamazsam 'bunca yıl zevkimi öğrenemedin mi' diye beni yiyo" diye dert yandı satıcıya. be adam... sen daha kadının üstündekine dikkat etmemişsin, ama kadın senin kravat-ceket-gömlek uyumundan sorumlu bakan gibi bi şi evde tahminen, onu geçiyorum. her bi haltı sen yıkasan ve hele hele ütülesen kesin bilirdin, onu da geçiyorum. ama elinde eteği boydan boya fırfırlı, kısa ve dar bi hırka, üstelik kadının göbeği var diyosun. kadının yaşı da olsun hadi 40- 50, en iyi ihtimal. şaka mısın nesin? loğusa günlerini mi anıcaksınız? amaan bana ne ya. hindi gibi didiklesin de gör. "değişim yapıyosunuz nasıl olsa di mi???" o la la. sana değişim kartı aldım karıcım. hediye çeki ver bari.
kalabalık günlerde sokağa çıktıkça herkese gıcık oluyorum, söylemiştim. hele herkesin toplu hediye histerisi günlerinde. evet evet yılbaşı meselesi de belki bunla ilgili: simlere bulanmış halde, en "küçük esnaf" haliyle, alanın ayaklarını yerden kesecek ama tabii ki ultra ucuz olacak hediyeyi arayan binlerce insan. sinir sinir.
her sene aynı van gogh takvimine ilgiyle bakan insanlar dolu ortalık. adam ölü bi kere. yeni bi resim yapmış olamaz. sınırlı bi sayının 12li kombinasyonları anca. eh o da takvim olduğuna göre, en bilinenler var içinde. hem hakkında en fazla kulağını kestiğini bildiğin bi adamın takvimini sırf artistik kaygılarla hediye etmek ne derece doğru? niye kandinsky diil mesela? resim zevkini dahi bilmediğin insanlara takvim beğenmeye çalışmak nasıl bir saçmalıktır? karşındakinin resim zevki var mıdır bi kere?
bi de tabii ki krem-şampuan-duş jeli setlerini ayırıp içindeki ürünleri farklı farklı kişilere hediye eden güruh var, kelimelerin bittiği andır. "yeni yıl misler gibi geçsin", "yeni yılın bebek poposu gibi pürüzsüz olsun", "ama bütün bunlar olurken sakın birbirinizle görüşüp durumu anlamayın" filan mı mesaj, onu da bilmiyorum. şampuan ne krem ne.
gıcıklar ordusu siziii...
biraz gözlerim şiş, biraz canım sıkkın. iyi bak bana cumartesi gecesi. hava ayaz zaten. gece 10'da hiç kahve içmedim ben, çarpıntım tutar diye. bence bi çılgınlık yapmanın zamanı geldi adamım. ah bir amerikan dizisinde olsaydık evde dondurma olurdu. ben bunu daha öncede söylemiştim galiba. olsa iyi olurdu şimdi.
herkese benden bi kilo dondurma.
tamam tamam gıcıklara da var.
kılbaşı
şu 24 yıldır, hadi şuurumun açık olduğu son 20 yıldır filan diyelim, yılbaşı kutlamasını sevmem. yani elbet kutlanır bi şekilde, 3-2-1 ahahahha, ama beni gerer. gayet dandik bi "benim yeni yılım doğumgünümde başlıyo" açıklamam vardı küçükken, hala o kafadayım. hediye alma stresinden kaynaklanmıyo bu, severim ben o işi aslında. ben baştan işin bu kadar büyümesine karşıyım galiba. misal, ortalığı saran yeşil-kırmızı tonların, altın rengi simlerin, ren geyikleri, noel baba göbeği, parlak toplar ve bir sürü parça pinçik şeyin normal şartlarda bana "aa parlıyoo aa boncuk" tepkisi verdirmesi gerekirken tamamı fena halde sinirimi bozuyo.
ama zorunlu hediye krizi ayrı bi başlık mesela. bu sene ofisinde çekilişle birbirine hediye almak zorunda kalanlara ve pek tabii ki işgüzar liseli bilmiş bi kızın icraatı olan "ay hadi birbirimizin adını çekelim hediye alalım" şenliğine maruz kalanlara bol sabır. hepinize çok üzülüyorum. bana bu tip dandik çekilişlerde sınıfın en alakasız elemanlarından gelen yegane işe yarar şey bi taraktı. evet tarak. velakin kafamın üstünde saç diye taşıdığım yeleye dayanamayıp parçalanmıştı.
neyse işte, bu nefret eşiğindeki antipatim bu sene dağılıyo, çok enteresan. hala yılbaşı renkleri ve süsleri konusunda geriliyorum; kalabalık yerlerde dandik kar spreyiyle "2009" yazısı görünce dikiliyorum; ama daha bi makul geliyo gözüme artık. dehşetle kendimi izlemekteyim. bu sene biraz tadını çıkarabilicem, eminim. istanbulda olucam bi kere, ne güzel. ama işte dedim ya, kutlama kısmında genelde sorun yok zaten. "felekten bir gece" mahiyetinde tadını çıkarabiliyorum. beni geren şey dekor.
bu arada, noel baba antalyalı filan, ama onun dışında da bu yılbaşı kutlama işinin ortadoğudan çıkmış olması şart. alalım bi danimarkalıyı (kutba yakın diye seçtim). adamların tasarımları belli. misal, sofrayı, kendisini ve ağacı simlere bulamasının gereğini anlayamaz. beşibiryerde nedir bilmeyen bi kadın, ağaca coşkuyla ampullerlerler dolayamaz, tepesine yıldız konduramaz. onlar ot ot ağacı odanın ortasına diker, bekler öyle. gibi geliyo bana.
ayrıca, sorarım size.. "gece vakti bacadan girip tanımadığım veletlerin çorabına hediye koyucam, kızağımı da ren geyikleri çekecek nıhahaha" diyen bir deli çıktı diye, biz 40 akıllıya noluyo? hangi akla mantığa sığar bu adamı ciddiye almak? kimbilir ne kullanmış, kafası güzel olmuş, biz bi kainat "evet evet hediyeee" diyen android ordusu gibi izindeyiz. tamam aziz, hikayesi var filan, biliyoruz. ama gerçekçi olalım. yarın öbür gün "donunu başına geçir ve kelebekleri yala" diyene de inanabiliriz.
hayır yani, ondan sonra gökçek harikalar diyarı yapınca beğenmiyosunuz, üzülüyo çocuk.
ama zorunlu hediye krizi ayrı bi başlık mesela. bu sene ofisinde çekilişle birbirine hediye almak zorunda kalanlara ve pek tabii ki işgüzar liseli bilmiş bi kızın icraatı olan "ay hadi birbirimizin adını çekelim hediye alalım" şenliğine maruz kalanlara bol sabır. hepinize çok üzülüyorum. bana bu tip dandik çekilişlerde sınıfın en alakasız elemanlarından gelen yegane işe yarar şey bi taraktı. evet tarak. velakin kafamın üstünde saç diye taşıdığım yeleye dayanamayıp parçalanmıştı.
neyse işte, bu nefret eşiğindeki antipatim bu sene dağılıyo, çok enteresan. hala yılbaşı renkleri ve süsleri konusunda geriliyorum; kalabalık yerlerde dandik kar spreyiyle "2009" yazısı görünce dikiliyorum; ama daha bi makul geliyo gözüme artık. dehşetle kendimi izlemekteyim. bu sene biraz tadını çıkarabilicem, eminim. istanbulda olucam bi kere, ne güzel. ama işte dedim ya, kutlama kısmında genelde sorun yok zaten. "felekten bir gece" mahiyetinde tadını çıkarabiliyorum. beni geren şey dekor.
bu arada, noel baba antalyalı filan, ama onun dışında da bu yılbaşı kutlama işinin ortadoğudan çıkmış olması şart. alalım bi danimarkalıyı (kutba yakın diye seçtim). adamların tasarımları belli. misal, sofrayı, kendisini ve ağacı simlere bulamasının gereğini anlayamaz. beşibiryerde nedir bilmeyen bi kadın, ağaca coşkuyla ampullerlerler dolayamaz, tepesine yıldız konduramaz. onlar ot ot ağacı odanın ortasına diker, bekler öyle. gibi geliyo bana.
ayrıca, sorarım size.. "gece vakti bacadan girip tanımadığım veletlerin çorabına hediye koyucam, kızağımı da ren geyikleri çekecek nıhahaha" diyen bir deli çıktı diye, biz 40 akıllıya noluyo? hangi akla mantığa sığar bu adamı ciddiye almak? kimbilir ne kullanmış, kafası güzel olmuş, biz bi kainat "evet evet hediyeee" diyen android ordusu gibi izindeyiz. tamam aziz, hikayesi var filan, biliyoruz. ama gerçekçi olalım. yarın öbür gün "donunu başına geçir ve kelebekleri yala" diyene de inanabiliriz.
hayır yani, ondan sonra gökçek harikalar diyarı yapınca beğenmiyosunuz, üzülüyo çocuk.
25 Aralık 2008 Perşembe
parmağa fiyonk
ya YKY'nin vedat nedim tör sergi salonundaki Aphrodisias sergisini kaçırmayın. hatta ben de kaçırmiym bi şekilde. 25 ocak son. aklımdaydı ne zamandır oysa. kendime not, size de linkli minkli hizmet. ho ho ho.
kıtipiyoz
hava muhalefeti sebebiyle bir gece daha kazanmak... güzel şey. çok güzel.
yol boyu uyku, yanımdaki kızla aynı pozisyonda uyuduk huşu içinde. finiş.
~*~
bir şehir düşünün, düşündükçe elinizde kırmızı balonlar, saçınızda konfetiler, boynunuzda parlak boncuklu kolyeler filan... ordayken yani ya da orda olmayı düşündükçe. en iyimser noktanız. en pembe gözlüğünüz. en bahar erguvanınız, en yavru martınız filan. öyle bi yer. üstünüze çamur sıçradığında gül kokuyo, trafik tıkandığında sebebi uçan filler filan. kafayı yemedim ama durumu özetlemem lazım. böyle bi ruh hali düşünün. orda güç geliyo size. sailor moon'un tokası mı bi şisi vardı, onun gibi. süpermen'in kriptonunun tersi. güç geliyo işte, olabilirlik hissiyle, pamuklar içinde...
sonra otobüs.
sonra iniş. 35 dakika sonra hani şu waterboarding tekniğiyle "acı gerçekler duşu" işkencesi. boğuluyorum hissi; ama aslında boğulmamak. bütün bunların "hoşgeldin yeni yıl" melodisiyle beyninize saldırması. en kaçmak istediğiniz gerçek. ne bileyim, faturalardaki puntoyla yazılmış yazılar. bozuk elektronik aletler ve çiğ kalmış kıyma gibi bi şi.
arada 1984 yılında dünyanın başına gelmiş en tuhaf şeylerden biri olan gremlins filmini kardeşle tekrar izlemek (niyeyse), o aptal fon müziği kafanızda yankılanırken bi daha waterboarding. balonlara saldırıp konfetileri saçan, kolyeleri koparan gremlin ordusu, filin hortumunu düğümlemişler filan (yine sırf açıklayıcı olmak için saçmalıyorum, ona göre). sonra kısa bi es, yine yavru martılar, ucibik sevimli iyimserlikler. gremlinler uçan fillere binmiş, melih gökçek vapur kaptanı. "meraba koca götlü lucy, yana kay ben de göklerde dalgalanıcam" çığlıkları atma isteği. falan filan.
kavram kargaşı, duygu sarhoşu, bulamaç bi beyin.
sonra telefon beklemeler. alo mirebağ. alo mu acebağ. son kararım memetalibiy. son karar kimin ki memetalibiy? siz mesela kaç kez son kararım diyerek evlendiniz, sonra boşandınız memetalibiy. ay yoksa siz "son kararınız mı" demiyo muydunuz memetalibiy?
bokbokbok.
yavru bi güvercinin çatının kenarından ilk uçuşunu gördünüz mü hiç siz değerli hayata hep bi hayvan belgeseli örneğiyle yaklaşan okurlar? güvercinlerde dişi ve erkek sırayla ve eşit sürelerde kuluçkaya yatıyo. yavruya da beraber uçma öğretiyolar, tenhada. hop o köşeden bu köşeye. temkinli. ama gün geliyo yavru güvercin yıldız-karayel filan derken, dengeyi tutturup karşı binaya uçuyo işte. diğ mi diğ mi.
herkesin kendince haklı olduğu bi dünyada yaşıyoruz. bence sen de haklısııığn. hepimiz haklıyız yaşasın. haklılıktan ölüyoruz, anlayıştan geberiyoruz. hak hukuk. guguk kuşları gagalasın bence bizi.
düşünmem gereken bir sürü şey var. cevapsız sorular, alınması gereken kararlar ve tabii ki olmazsa olmazımız: dar vakitler var. lay lay lom yaşasın.
yol boyu uyku, yanımdaki kızla aynı pozisyonda uyuduk huşu içinde. finiş.
~*~
bir şehir düşünün, düşündükçe elinizde kırmızı balonlar, saçınızda konfetiler, boynunuzda parlak boncuklu kolyeler filan... ordayken yani ya da orda olmayı düşündükçe. en iyimser noktanız. en pembe gözlüğünüz. en bahar erguvanınız, en yavru martınız filan. öyle bi yer. üstünüze çamur sıçradığında gül kokuyo, trafik tıkandığında sebebi uçan filler filan. kafayı yemedim ama durumu özetlemem lazım. böyle bi ruh hali düşünün. orda güç geliyo size. sailor moon'un tokası mı bi şisi vardı, onun gibi. süpermen'in kriptonunun tersi. güç geliyo işte, olabilirlik hissiyle, pamuklar içinde...
sonra otobüs.
sonra iniş. 35 dakika sonra hani şu waterboarding tekniğiyle "acı gerçekler duşu" işkencesi. boğuluyorum hissi; ama aslında boğulmamak. bütün bunların "hoşgeldin yeni yıl" melodisiyle beyninize saldırması. en kaçmak istediğiniz gerçek. ne bileyim, faturalardaki puntoyla yazılmış yazılar. bozuk elektronik aletler ve çiğ kalmış kıyma gibi bi şi.
arada 1984 yılında dünyanın başına gelmiş en tuhaf şeylerden biri olan gremlins filmini kardeşle tekrar izlemek (niyeyse), o aptal fon müziği kafanızda yankılanırken bi daha waterboarding. balonlara saldırıp konfetileri saçan, kolyeleri koparan gremlin ordusu, filin hortumunu düğümlemişler filan (yine sırf açıklayıcı olmak için saçmalıyorum, ona göre). sonra kısa bi es, yine yavru martılar, ucibik sevimli iyimserlikler. gremlinler uçan fillere binmiş, melih gökçek vapur kaptanı. "meraba koca götlü lucy, yana kay ben de göklerde dalgalanıcam" çığlıkları atma isteği. falan filan.
kavram kargaşı, duygu sarhoşu, bulamaç bi beyin.
sonra telefon beklemeler. alo mirebağ. alo mu acebağ. son kararım memetalibiy. son karar kimin ki memetalibiy? siz mesela kaç kez son kararım diyerek evlendiniz, sonra boşandınız memetalibiy. ay yoksa siz "son kararınız mı" demiyo muydunuz memetalibiy?
bokbokbok.
yavru bi güvercinin çatının kenarından ilk uçuşunu gördünüz mü hiç siz değerli hayata hep bi hayvan belgeseli örneğiyle yaklaşan okurlar? güvercinlerde dişi ve erkek sırayla ve eşit sürelerde kuluçkaya yatıyo. yavruya da beraber uçma öğretiyolar, tenhada. hop o köşeden bu köşeye. temkinli. ama gün geliyo yavru güvercin yıldız-karayel filan derken, dengeyi tutturup karşı binaya uçuyo işte. diğ mi diğ mi.
herkesin kendince haklı olduğu bi dünyada yaşıyoruz. bence sen de haklısııığn. hepimiz haklıyız yaşasın. haklılıktan ölüyoruz, anlayıştan geberiyoruz. hak hukuk. guguk kuşları gagalasın bence bizi.
düşünmem gereken bir sürü şey var. cevapsız sorular, alınması gereken kararlar ve tabii ki olmazsa olmazımız: dar vakitler var. lay lay lom yaşasın.
22 Aralık 2008 Pazartesi
ansızın
ansızın biletler ve bavullar ve otobüsler ve 440 kilometreler.... lerlerler.
istanbul. otobüste sevgili yanı koltuk istiyorum ben.
istanbul. otobüste sevgili yanı koltuk istiyorum ben.
neyse bu vesileyle, ne alakadır bilinmez; ama threadless.com'daki favori t-shirt desenlerimi sunuyorum size çünkü hiiiç işim yok, çünkü sempatikler :
ve tabii ki:
*du bakali nolecak.*
19 Aralık 2008 Cuma
bitlıs
bitlıs demişti ortaokul sınıfımdan bi kız. o zamanlar en minicik gerçekleşme ihtimalinde bile ruhumu satabileceğim bi "ingiltereye gidip beatles müzesi gezme" hayalim vardı. ve kendisi bu hayalimi bayram tatilinde gerçekleştirmiş bir kız idi, gelmiş bize anlatıyodu ve bunu haketmediği belliydi işte. büyüdü, lens ve kuaförle tanıştı, ankara sosyetesi onu çok sevdi. bitlıs filan hatırlamıyodur haliyle. ama ben bilmiş bilmiş, en anlamaz haliyle, yarı burun kıvırarak, bi de utanmadan o kadaaar müze gezmenin üstüne hala bitlıs deyişini hiç affetmedim, üzgünüm.
hala odamda duran 1970ler basımı bi ingilizce-türkçe beatles sözlüğü var. ahah şaka. öyle diil yani, şarkıların tamamı türkçeye çevrilmiş, sol sayfa the oricinıl, sağ sayfa türkçesi. türkçesi gerçekten berbat. mot-a-mot çevirmişler; kelime dizimleri bile aynı. olsun. çok severim kendisini, anneminmiş galiba.
neyse işte. aklımdan geçirdiğim the beatles seansını yazmaya karar verdim. araya sadece lennon olanlar da karışabilir, atlamayalım. sazan suzanları sevmeyiz dostum buralarda.
en sevdiklerimi başa yazarım da sonrası karışık biraz. uyariym, yesterday sevmem ben. bıktım ya da, bilmiyorum. 3 grup olucak yani: illa ki en canlarım, illa ki çok sevdiklerim, illa ki dinlemekten bıksam da sevmekten bıkamadıklarım (neler diyorum ya?!).
1. strawberry fields forever: çünkü o kitapta sözlerini ilk okuduğum şarkıydı.
2. day tripper:çünkü tefim olduğunda ilk tempo tuttuğum şarkıydı. tefim var, evet.
3. dont let me down: çünkü ağladığım ilk beatles şarkısıydı. çok güzeldir çok. ilk sıraya mı çıkarsam acaba? yoko'yla ilgisi olduğunu reddediyorum.
(burda işler karışıyo, sıralama yok. aklıma geliş sırası belki; ama hepsi başka işte. kendi içinde öbekledim, zira öbek olarak dinliyorum genelde.)
help:çünkü ilk göz ağrılarımdandır.
imagine: çünkü adettendir. peşinden de give peace a chance gelir. ikisi de çok doğrudur.
twist and shout: çünkü minicikken ilk dans ettiğim şarkıydı, babamın ayaklarına mı ne basıyodum hatta.
hey jude: çünkü ben lucy'den çok jude'u kıskanmıştım. aslında bıktım biraz dinleye dinleye.
jealous guy: e çünkü çok yalın ve güzel.
this boy: aynen. bu ikisi peş peşe dinlenmeli. böyle adamlar bulsun diye küçük kızlara çeyiz olmalıdır hatta bu şarkılar.
woman: çünkü çok güzel "woman" diyo. yoko ono'yla ilgisi olduğunu yine reddediyorum, üzgünüm.
i am the walrus: çünkü küçükken müziğinden korkmuştum. aptalca di mi.
nowhere man: çünkü mesele atalet halidir.
being for the benefit of mr.kite!: çünkü "of course henry the horse dances a waltz" diyo şarkı. daha ne yani.
you know my name (look up the number): çünkü şarkı bu kadar ve çok eğlenmişler, belli.
when im sixty-four: çünkü aynen böyle bi 64 yaşı çok isterim.
love me do, octopus's garden, from me to you, shes a woman, long tall sally, revolution (hımm belki sınıf atlayabilir bu), I'll get you, paperback writer, lady madonna, she said shes said, eleanor rigby (bu aralar bi bıktım gerçi), lucy in the sky with diamonds, penny lane, julia, yellow submarine, hard day's night, im looking through you... gider bu böyle.
ve itiraf ediyorum, sevemediğim yegane beatles şarkısı let it be.
yani çalıyo dinleniyo filan tabii ama.. öyle işte. sevemedim hiç. mıy mıy gelen bi şi var.
~*~
unuttuğum şarkılardan özür dilerim. kesin varlar. liste yapmayı sevmiyorum zaten, geriyo insanı. sıkıldım hem yaz yaz yaz. bir gece ansızın çalar, öcünüzü alırsınız.
hala odamda duran 1970ler basımı bi ingilizce-türkçe beatles sözlüğü var. ahah şaka. öyle diil yani, şarkıların tamamı türkçeye çevrilmiş, sol sayfa the oricinıl, sağ sayfa türkçesi. türkçesi gerçekten berbat. mot-a-mot çevirmişler; kelime dizimleri bile aynı. olsun. çok severim kendisini, anneminmiş galiba.
neyse işte. aklımdan geçirdiğim the beatles seansını yazmaya karar verdim. araya sadece lennon olanlar da karışabilir, atlamayalım. sazan suzanları sevmeyiz dostum buralarda.
en sevdiklerimi başa yazarım da sonrası karışık biraz. uyariym, yesterday sevmem ben. bıktım ya da, bilmiyorum. 3 grup olucak yani: illa ki en canlarım, illa ki çok sevdiklerim, illa ki dinlemekten bıksam da sevmekten bıkamadıklarım (neler diyorum ya?!).
1. strawberry fields forever: çünkü o kitapta sözlerini ilk okuduğum şarkıydı.
2. day tripper:çünkü tefim olduğunda ilk tempo tuttuğum şarkıydı. tefim var, evet.
3. dont let me down: çünkü ağladığım ilk beatles şarkısıydı. çok güzeldir çok. ilk sıraya mı çıkarsam acaba? yoko'yla ilgisi olduğunu reddediyorum.
(burda işler karışıyo, sıralama yok. aklıma geliş sırası belki; ama hepsi başka işte. kendi içinde öbekledim, zira öbek olarak dinliyorum genelde.)
help:çünkü ilk göz ağrılarımdandır.
imagine: çünkü adettendir. peşinden de give peace a chance gelir. ikisi de çok doğrudur.
twist and shout: çünkü minicikken ilk dans ettiğim şarkıydı, babamın ayaklarına mı ne basıyodum hatta.
hey jude: çünkü ben lucy'den çok jude'u kıskanmıştım. aslında bıktım biraz dinleye dinleye.
jealous guy: e çünkü çok yalın ve güzel.
this boy: aynen. bu ikisi peş peşe dinlenmeli. böyle adamlar bulsun diye küçük kızlara çeyiz olmalıdır hatta bu şarkılar.
woman: çünkü çok güzel "woman" diyo. yoko ono'yla ilgisi olduğunu yine reddediyorum, üzgünüm.
i am the walrus: çünkü küçükken müziğinden korkmuştum. aptalca di mi.
nowhere man: çünkü mesele atalet halidir.
being for the benefit of mr.kite!: çünkü "of course henry the horse dances a waltz" diyo şarkı. daha ne yani.
you know my name (look up the number): çünkü şarkı bu kadar ve çok eğlenmişler, belli.
when im sixty-four: çünkü aynen böyle bi 64 yaşı çok isterim.
girl: çünkü herkes o kız olmak ister yahu.
norwegian wood: çünkü girl gibi, her kız ilk cümledeki kız olmak ister bu şarkıda da.
ticket to ride: çünkü herkesin hayattan sadece bir bilet istediği zamanları olmuştur. day tripper'a sıklıkla eşlik eder.
you've got to hide your love away & you like me too much: beraber alıyoruz bunları. çünkü her duruma bi beatles şarkısı vardır demiştim, kanıtı. eddie vedder ilkini bi söylemiş, bayaa iyi. beatles versiyonundan bile iyi diyebilirim.
dont bother me: ha keza. çünkü bazen böyle hisseder insan ve kimse anlamaz. bi de fuat güner "türk usulü" coverlamıştı, o da süper. "kekliği düz ovada avlarlar" var içinde desem yeter sanırım.
üçüncü gruba geçersek:
norwegian wood: çünkü girl gibi, her kız ilk cümledeki kız olmak ister bu şarkıda da.
ticket to ride: çünkü herkesin hayattan sadece bir bilet istediği zamanları olmuştur. day tripper'a sıklıkla eşlik eder.
you've got to hide your love away & you like me too much: beraber alıyoruz bunları. çünkü her duruma bi beatles şarkısı vardır demiştim, kanıtı. eddie vedder ilkini bi söylemiş, bayaa iyi. beatles versiyonundan bile iyi diyebilirim.
dont bother me: ha keza. çünkü bazen böyle hisseder insan ve kimse anlamaz. bi de fuat güner "türk usulü" coverlamıştı, o da süper. "kekliği düz ovada avlarlar" var içinde desem yeter sanırım.
üçüncü gruba geçersek:
love me do, octopus's garden, from me to you, shes a woman, long tall sally, revolution (hımm belki sınıf atlayabilir bu), I'll get you, paperback writer, lady madonna, she said shes said, eleanor rigby (bu aralar bi bıktım gerçi), lucy in the sky with diamonds, penny lane, julia, yellow submarine, hard day's night, im looking through you... gider bu böyle.
ve itiraf ediyorum, sevemediğim yegane beatles şarkısı let it be.
yani çalıyo dinleniyo filan tabii ama.. öyle işte. sevemedim hiç. mıy mıy gelen bi şi var.
~*~
unuttuğum şarkılardan özür dilerim. kesin varlar. liste yapmayı sevmiyorum zaten, geriyo insanı. sıkıldım hem yaz yaz yaz. bir gece ansızın çalar, öcünüzü alırsınız.
18 Aralık 2008 Perşembe
i milih
izlediniz mi? ben izledim. bittiğinde ailecek odadaki oksijeni bitirecek şekilde bi aaaay çektik. daraldım. gözümün önüne kum havuzunda tepinen, diğer çocuklara kum atan, oyunlarını bozan, kovalarını kıran, "napıyosun" diyene kulağını tıkayıp "la la la" diye bağıran, karşısındaki ağzını açtığında aptalgötboksalakgerzek!çarpısonsuz!sonsuzkerebimilyonkerebok! diye bağıran, hep "çarpı sonsuz çarpı sonsuz" diyen bi velet geldi. ayrıca bu veletler annee anneee ne diyo yaa bak yaa anneee götbok dedi bana annneeee diye de yırtınır. filan.
neyse bunları biliyoruz zaten, bekliyoduk da. kılıçdaroğlunun kullandığı sakinleştiriciyi merak ettim bi tek, o kadar. bi de fondöten sürülmüş gökçek, üretim hatalı bi taş bebek gibiydi. üretim bandından fırlamış, ekrana düşmüş. E.T ve Badi ilişkisi gibi, adeta yerli chucky.
otobüs duraklarında, otobüs içindeki posterlerde ve otobüslerde ayakta giden yolcuların tutunduğu tutacaklarda (evet tutacaklarda) melih gökçek resmi ve icraatları var, bu arada. metrodaki ekranlarda da. her yerde.
devam.
aslında acı olan şu ki, o adam gerçekten biziz. biz derken, ankara diil sadece. o adam, hakikaten ortalama bi vatandaş. kadın olsaydı seda sayana katılıp evlenmeden hamile kalmış, tanınmamak için peruk takan konuk kıza çemkirirdi. ya da işte ne bileyim, semra hanım filan olurdu. politikacı olmasa mesela, 8de 8 suçlu olduğu kazalarda sağ el parmaklarını birleştirmiş, "canım kardeşim"li cümlelerle polise yaltaklanır, rüşvet teklif eder, son çare olarak da kazaya karıştığı adama aba altından sopa gösterirdi. fatura ödemesinin son gününde "para çekip geldim, sıradaydım aslında" cinliğiyle kaynamaya çalışırdı kuyruğa. üniversite öğrencisi olsa mesela, grup ödevinde hep o emeğinizin üstüne yatan eleman olurdu. çok var yani, bu sadece belediye başkanı versiyonu. daha karikatürize hali de avrupa yakasındaki burhan. yani bir sürü gökçek var etrafta, içimizde, duruma göre, nabza göre, ve gidip kendisine oy veriyolar. sinirden kasılıp gülümser vaziyette yuh çekiyoruz, ama bitmiyo.
hepimiz anamız gözüyüz yani. bi kez daha hatırlamış olduk sadece, o kadar.
gelecek kuşaklar "anne eskiden başkent bi şehirmiş, sen hatırlıyo musun o zamanları" filan diyecek, elinizde fotoğraf varsa iyi saklayın. o zamana kadar otoban kenarına malzemeden çalınarak yapılmış estetik yoksunu toplu konutlardan ve alçı kalıp tiftik keçisi heykellerinden oluşan bi harikalar diyarına dönüşecek burası. arabayla geçerken hızınızı arttırıp gözlerinizi kapayacaksınız bu hilkat garibesini görmemek için. ankara giderek çirkinleşecek, tam bize layık bi başkent olacak. başkentin ortasında, estetik ve etiğe dair her şeyini aldırmış milyonlar olarak birbirimize kum atıp "çarpı sonsuz!! çarpı sonsuz!!" diye bağırıcaz. oh mis.
doğalgaz sayacıymış.
şehir yok şehir. etik için var tamam; ama estetik suçu diye bi şi var mı ki TCK'da?
-_-
neyse ya. içim kasılıyo benim. anlatmaya üşeniyorum.
beatles listesini halledicem.
neyse bunları biliyoruz zaten, bekliyoduk da. kılıçdaroğlunun kullandığı sakinleştiriciyi merak ettim bi tek, o kadar. bi de fondöten sürülmüş gökçek, üretim hatalı bi taş bebek gibiydi. üretim bandından fırlamış, ekrana düşmüş. E.T ve Badi ilişkisi gibi, adeta yerli chucky.
otobüs duraklarında, otobüs içindeki posterlerde ve otobüslerde ayakta giden yolcuların tutunduğu tutacaklarda (evet tutacaklarda) melih gökçek resmi ve icraatları var, bu arada. metrodaki ekranlarda da. her yerde.
devam.
aslında acı olan şu ki, o adam gerçekten biziz. biz derken, ankara diil sadece. o adam, hakikaten ortalama bi vatandaş. kadın olsaydı seda sayana katılıp evlenmeden hamile kalmış, tanınmamak için peruk takan konuk kıza çemkirirdi. ya da işte ne bileyim, semra hanım filan olurdu. politikacı olmasa mesela, 8de 8 suçlu olduğu kazalarda sağ el parmaklarını birleştirmiş, "canım kardeşim"li cümlelerle polise yaltaklanır, rüşvet teklif eder, son çare olarak da kazaya karıştığı adama aba altından sopa gösterirdi. fatura ödemesinin son gününde "para çekip geldim, sıradaydım aslında" cinliğiyle kaynamaya çalışırdı kuyruğa. üniversite öğrencisi olsa mesela, grup ödevinde hep o emeğinizin üstüne yatan eleman olurdu. çok var yani, bu sadece belediye başkanı versiyonu. daha karikatürize hali de avrupa yakasındaki burhan. yani bir sürü gökçek var etrafta, içimizde, duruma göre, nabza göre, ve gidip kendisine oy veriyolar. sinirden kasılıp gülümser vaziyette yuh çekiyoruz, ama bitmiyo.
hepimiz anamız gözüyüz yani. bi kez daha hatırlamış olduk sadece, o kadar.
gelecek kuşaklar "anne eskiden başkent bi şehirmiş, sen hatırlıyo musun o zamanları" filan diyecek, elinizde fotoğraf varsa iyi saklayın. o zamana kadar otoban kenarına malzemeden çalınarak yapılmış estetik yoksunu toplu konutlardan ve alçı kalıp tiftik keçisi heykellerinden oluşan bi harikalar diyarına dönüşecek burası. arabayla geçerken hızınızı arttırıp gözlerinizi kapayacaksınız bu hilkat garibesini görmemek için. ankara giderek çirkinleşecek, tam bize layık bi başkent olacak. başkentin ortasında, estetik ve etiğe dair her şeyini aldırmış milyonlar olarak birbirimize kum atıp "çarpı sonsuz!! çarpı sonsuz!!" diye bağırıcaz. oh mis.
doğalgaz sayacıymış.
şehir yok şehir. etik için var tamam; ama estetik suçu diye bi şi var mı ki TCK'da?
-_-
neyse ya. içim kasılıyo benim. anlatmaya üşeniyorum.
beatles listesini halledicem.
15 Aralık 2008 Pazartesi
peh.
geri geldim ben yine. geri gelişler çok şiddetli oluyo, bunu konuşmuştuk. "geri geldim ben yine" diye yazmanın ağırlığını filan, düşünmüyorum artık. bunu da konuşmuştuk. hep aynı şeyleri konuşuyoruz zaten blog zira ben hep aynı şeylerleyim ve değişmedikçe değişmek bilmedikçe şiddet artıyo blog. bunu da konuşmuş olabiliriz.
dönüş otobüsünde madonna'nın nothing really matters klibini rüyamda görüp, ipod'dan bulup, 5-6 kere filan dinledim desem? nerden çıktı, nerden hatırlıyorum hiçbi fikrim yok. ki eminim beni 12-13 yaşımdan beri tanıyan bi azer olsun, bi burcu olsun, bunu ilk kez duyuyolar. evet ben ve kimonolu madonna yol boyu beraberdik. gözümü açıp çikolatalı kek yiyip devam ettim. siyah peruk ve kimono istemiş bile olabilirim.
uyuşturucu bağımlılarının doz arttırması meselesi var ya hani... vücut alışıyo işte, tesir etmiyo bi yerden sonra. onun gibi hallerdeyim. yok o hallerde olmadım da olsam böyle olurdu eminim. ne manalı, ne gerekli açıklamalar bunlar. neyse işte, madonna ve ben düşündük ki şarj aletinden aniden çektiğiniz telefon aslında çok büyük bi acı yaşıyo olabilir. öte yandan şarj aletinizden 5,5 saat boyunca yavaş yavaş çekilmek de işte... pek iyi diil. neymiş: enerji kaynağınıza yakın olun. bunu da konuşmuştuk evet.
ne diyodum, bayram tatili. uzun ve boş günler dolusu. tam, "24 saat"ler. çok güzeldi dememe gerek olmayacak kadar güzeldi. ankaraya geldim. daha aşti'de patronumdan sesli mesaj olduğunu gördüm. nokta.
en sevdiğim the beatles şarkılarını sıralamayı düşünüyodum buraya, unutuyorum. şu anda da üşeniyorum. ama en sevdiğim cat stevens şarkısı moonshadow'dur, bildiririm. morning has broken ise bayar beni azıcık.
bloga geri dönmüş olmak, çok üzgünüm ama fazla ankara bi şi. bi de ağır.
suratsızım, ekşiyim. kör bi falçata hissediyorum midemde. bildiririm.
dönüş otobüsünde madonna'nın nothing really matters klibini rüyamda görüp, ipod'dan bulup, 5-6 kere filan dinledim desem? nerden çıktı, nerden hatırlıyorum hiçbi fikrim yok. ki eminim beni 12-13 yaşımdan beri tanıyan bi azer olsun, bi burcu olsun, bunu ilk kez duyuyolar. evet ben ve kimonolu madonna yol boyu beraberdik. gözümü açıp çikolatalı kek yiyip devam ettim. siyah peruk ve kimono istemiş bile olabilirim.
uyuşturucu bağımlılarının doz arttırması meselesi var ya hani... vücut alışıyo işte, tesir etmiyo bi yerden sonra. onun gibi hallerdeyim. yok o hallerde olmadım da olsam böyle olurdu eminim. ne manalı, ne gerekli açıklamalar bunlar. neyse işte, madonna ve ben düşündük ki şarj aletinden aniden çektiğiniz telefon aslında çok büyük bi acı yaşıyo olabilir. öte yandan şarj aletinizden 5,5 saat boyunca yavaş yavaş çekilmek de işte... pek iyi diil. neymiş: enerji kaynağınıza yakın olun. bunu da konuşmuştuk evet.
ne diyodum, bayram tatili. uzun ve boş günler dolusu. tam, "24 saat"ler. çok güzeldi dememe gerek olmayacak kadar güzeldi. ankaraya geldim. daha aşti'de patronumdan sesli mesaj olduğunu gördüm. nokta.
en sevdiğim the beatles şarkılarını sıralamayı düşünüyodum buraya, unutuyorum. şu anda da üşeniyorum. ama en sevdiğim cat stevens şarkısı moonshadow'dur, bildiririm. morning has broken ise bayar beni azıcık.
bloga geri dönmüş olmak, çok üzgünüm ama fazla ankara bi şi. bi de ağır.
suratsızım, ekşiyim. kör bi falçata hissediyorum midemde. bildiririm.
8 Aralık 2008 Pazartesi
dipnot
yeni yapılmış bi bavul gibisi yok. mis mis.
bütün gün uyuyabilirim gibi bugün yine.
oje sürüp saatlerce havada tutarak takma tırnak düzgünlüğünde kurumalarını beklemek istiyorum. bekleyebilmek ya da. modern, şeerli kadın olmak ne zor be blog, yeri geliyo ojenden bile fal tutuyo ahali. misal iş görüşmesine gidicen. karşındaki kadın, ve hatta hatta adam, belli bi oje rengine kıl. tahmin edebiliyo olman lazım. hadi kadınlarınki mesleki deformasyon gibi bi şi diyelim, erkeklere noluyosa.. çok kesin yargı bulutları olabiliyo oje konusunda. firenç yapanlar, bordocular, cilacılar, tırnak yiyenler, siyahçılar, pembe sedefçiler filan. her nefesiniz tahlil be gülüm. oysa ben karakterimi ayak parmaklarıma sakladım, orda ifşa ediyorum. yaa yaa. icabında hangi oje yakışmaz ki kız bana hem.
bu akşam işle ilgili mini mini birler çalışkan ikiler tamamlayıp göndermeliyim ama bu kadar mı istenmez bi şi. bavulu da kapamadım zaten. mola. uyusam mı hakikaten acaba?
hayatınıza bi adet katlanabilir diş fırçası sokun.
gidebilme ihtimalinizi hatırlatan sihirli değnek gibi bi şi kendisi.
bütün gün uyuyabilirim gibi bugün yine.
oje sürüp saatlerce havada tutarak takma tırnak düzgünlüğünde kurumalarını beklemek istiyorum. bekleyebilmek ya da. modern, şeerli kadın olmak ne zor be blog, yeri geliyo ojenden bile fal tutuyo ahali. misal iş görüşmesine gidicen. karşındaki kadın, ve hatta hatta adam, belli bi oje rengine kıl. tahmin edebiliyo olman lazım. hadi kadınlarınki mesleki deformasyon gibi bi şi diyelim, erkeklere noluyosa.. çok kesin yargı bulutları olabiliyo oje konusunda. firenç yapanlar, bordocular, cilacılar, tırnak yiyenler, siyahçılar, pembe sedefçiler filan. her nefesiniz tahlil be gülüm. oysa ben karakterimi ayak parmaklarıma sakladım, orda ifşa ediyorum. yaa yaa. icabında hangi oje yakışmaz ki kız bana hem.
bu akşam işle ilgili mini mini birler çalışkan ikiler tamamlayıp göndermeliyim ama bu kadar mı istenmez bi şi. bavulu da kapamadım zaten. mola. uyusam mı hakikaten acaba?
hayatınıza bi adet katlanabilir diş fırçası sokun.
gidebilme ihtimalinizi hatırlatan sihirli değnek gibi bi şi kendisi.
6 Aralık 2008 Cumartesi
yol
hani boks maçından sonra böyle eldivenlerini sallayıp sırıtır kazanan, darbelerden aptal olmuş, ağız burun kaymış filan. "yazık, kazandım sanıyo" der üzülürsünüz haline (di mi? bana oluyo da).. işte dün ofisteki son dakikalarımda anladım adamların halini. düşmemiş olmak gurur verici yahu. iş bitti, ben de bittim. ama düştüm mü bi sorun? yo dostum yo, düşmedim. dökülmüş dişlerim ve kırık burnumla mutlu ve gururluyum resmen.
şu adanalı denen dizinin jeneriğinde "FARK VAR seninlebenimaramdakocamanbi FARK VAR" diye giden ceza şarkısı... ruhumu yedin. beynimde yankılanıyo sürekli. işin fenası, kimle kimin arasında kocaman bi fark var onu bile bilmiyorum. oturup izliycem, o olucak.
neyse... yarın günlerden bayram, sonra günlerden istanbul. nihayet.
gelip gidip uyudum bugün, çok iyi geldi. yemek yiyip yine uyurum belki.
yunanistan, hani komşu memleket filan, adeta biz. öyle olsunlar istiyoruz aslında. fena halde... ama az buçuk farklılar yahu. dolmades cacıki filan diil durum. polis 16 yaşındaki çocuğu öldürünce sokaklara dökülüyolar. polis de topunu gerzek yerine koyup "ben yere ateş ederken bi taşa takıldım, havaya sıkiym derken 10 yerden sekip ensesini buldu, kendi koşup koşup mermiye saplandı aslında" gibi tırışka laflar edemiyo. ne acı ki, aferin diyoruz. di mi yani? aferin adamlara, tepkilerini göstermişler. taş üstünde taş bırakmamışlar; ama susmamışlar da. di mi. aferin komşuya, her hafta cenaze kaldırmıyo. aferin komşuya, "noluyo len" diyo toplu halde. komşuyu yeterince takdir ettiğimize göre perdemizi kapayıp, elimizde çekirdek, televizyon izlemeye geri dönebiliriz. sonra çayları tazeleyen eleman komşuya bok atar, oh deriz tamam, bizden daha iyi diiller aslında. huzur içinde adanalı filan izleriz heralde, ne biliym.
FARK VAR seninlebenimaramdakocamanbi FARK VAR diye yankılanır durur artık.
sivrisinek saz.
ay konular mı bağlandı ne? adios muchos.
şu adanalı denen dizinin jeneriğinde "FARK VAR seninlebenimaramdakocamanbi FARK VAR" diye giden ceza şarkısı... ruhumu yedin. beynimde yankılanıyo sürekli. işin fenası, kimle kimin arasında kocaman bi fark var onu bile bilmiyorum. oturup izliycem, o olucak.
neyse... yarın günlerden bayram, sonra günlerden istanbul. nihayet.
gelip gidip uyudum bugün, çok iyi geldi. yemek yiyip yine uyurum belki.
yunanistan, hani komşu memleket filan, adeta biz. öyle olsunlar istiyoruz aslında. fena halde... ama az buçuk farklılar yahu. dolmades cacıki filan diil durum. polis 16 yaşındaki çocuğu öldürünce sokaklara dökülüyolar. polis de topunu gerzek yerine koyup "ben yere ateş ederken bi taşa takıldım, havaya sıkiym derken 10 yerden sekip ensesini buldu, kendi koşup koşup mermiye saplandı aslında" gibi tırışka laflar edemiyo. ne acı ki, aferin diyoruz. di mi yani? aferin adamlara, tepkilerini göstermişler. taş üstünde taş bırakmamışlar; ama susmamışlar da. di mi. aferin komşuya, her hafta cenaze kaldırmıyo. aferin komşuya, "noluyo len" diyo toplu halde. komşuyu yeterince takdir ettiğimize göre perdemizi kapayıp, elimizde çekirdek, televizyon izlemeye geri dönebiliriz. sonra çayları tazeleyen eleman komşuya bok atar, oh deriz tamam, bizden daha iyi diiller aslında. huzur içinde adanalı filan izleriz heralde, ne biliym.
FARK VAR seninlebenimaramdakocamanbi FARK VAR diye yankılanır durur artık.
sivrisinek saz.
ay konular mı bağlandı ne? adios muchos.
4 Aralık 2008 Perşembe
kısa cümleler kurabilmek de bir meziyet di mi?
yaşar kemal köşkteydi, konuştu. yaşar kemal devletle barışmıyor. devlet, yaşar kemal'le barışmaya çalışıyor. karşısında oturanlardan bazıları sadece duydu, bazıları dinledi:
"İyi şeyler için yazıyorum yoksa gerisi ne olacak yani."
"İyi şeyler için yazıyorum yoksa gerisi ne olacak yani."
usturmaça
pazar sabahını gorebilmek istiyorum. işle ilgili bi ton bi şi yazmıştım buraya, sildim. bari sizin gününüz güzel geçsin. dün jelatin hanım beni 4 perdelik operaya götürdü. 4 perde yazınca korkup kaçarız diye son iki perdeyi birleştirmiş cinler. 3 perde ama aslında 4.
buy three get one free.
annem içerde alain de botton imzalı yeni kitabı okuyo: çalışmanın mutluluğu ve sıkıntısı. ağlayarak kitaba sarılmak üzereyim. uf bi şiler oluyo, olmuyo, oluyomuş gibi yapıyo bi bakmışın olamamış filan. yorucu. ama zor olmadığı konusunda ısrarcıyım blog. şimdilik.
buy three get one free.
annem içerde alain de botton imzalı yeni kitabı okuyo: çalışmanın mutluluğu ve sıkıntısı. ağlayarak kitaba sarılmak üzereyim. uf bi şiler oluyo, olmuyo, oluyomuş gibi yapıyo bi bakmışın olamamış filan. yorucu. ama zor olmadığı konusunda ısrarcıyım blog. şimdilik.
3 Aralık 2008 Çarşamba
saat belli diil, ama niyet belli
ey okuyucu ahalisi,
kızıl ve asker adam karanlık divad bayram tatilinde sivillerin arasına karışıcakmış, haber etti. bendeniz de bayram tatilimi törenlerle istanbulda ve bittabi sevdiceğimle geçireceğimdir, hatta yegane hedefim de budur; yalnızca 12 aralık cuma günü bir istisna.
bir cuma günü başka işi olmayanları, eski okulumuz boğaziçi üniversitesi'nde bekliyoruz. güneyde tabii ki. bir kısım zaten yoklamaya tabii, diğerlerini de bekleriz efendim. biz tahminen dedikodu filan yaparız, manifestomuzu tartışırız, yeni rektörümüzün koyu renkli şişelerle ilişkisine bağlı olarak iki yudum bi şi de içeriz. ben üşüyüp çay içicem diye yan çizebilirim. divad askerlik anılarına sarabilir. kediler yemeğinize sarkabilir. her şey mümkün. katılmak isteyen ses versin, ya da vermesin, hop diye çıksın sürpriz yapsın. o derece her şey mümkün. saat belli diil işte, detayları sonra duyururuz artık. 9 gün önceden duyurmak da işte... işgüzarlık.
yakamızda karanfil filan yok. civarda toplam ağırlığı 100 kiloyu bulmayan iki kişi biz oluciiz, bence tanırsınız. tabii önce benim asker traşıyla divadı tanımam gerek. yanında kürşat bey de olacakmış, sanırım ordan taniycam. üzgünüm divad.
kızıl ve asker adam karanlık divad bayram tatilinde sivillerin arasına karışıcakmış, haber etti. bendeniz de bayram tatilimi törenlerle istanbulda ve bittabi sevdiceğimle geçireceğimdir, hatta yegane hedefim de budur; yalnızca 12 aralık cuma günü bir istisna.
bir cuma günü başka işi olmayanları, eski okulumuz boğaziçi üniversitesi'nde bekliyoruz. güneyde tabii ki. bir kısım zaten yoklamaya tabii, diğerlerini de bekleriz efendim. biz tahminen dedikodu filan yaparız, manifestomuzu tartışırız, yeni rektörümüzün koyu renkli şişelerle ilişkisine bağlı olarak iki yudum bi şi de içeriz. ben üşüyüp çay içicem diye yan çizebilirim. divad askerlik anılarına sarabilir. kediler yemeğinize sarkabilir. her şey mümkün. katılmak isteyen ses versin, ya da vermesin, hop diye çıksın sürpriz yapsın. o derece her şey mümkün. saat belli diil işte, detayları sonra duyururuz artık. 9 gün önceden duyurmak da işte... işgüzarlık.
yakamızda karanfil filan yok. civarda toplam ağırlığı 100 kiloyu bulmayan iki kişi biz oluciiz, bence tanırsınız. tabii önce benim asker traşıyla divadı tanımam gerek. yanında kürşat bey de olacakmış, sanırım ordan taniycam. üzgünüm divad.
2 Aralık 2008 Salı
belli etmek istemiyorum ama çok sıkılıyorum
hepimizin bildiği üzere, resmi tatillerimizin bi kısmı dini tatil. önümüzdeki 9 günlük tatilin ilk günlerini kent şekerlemeleri gıyabında ailemle, geri kalanını sevdiceğimle geçiricem, haliyle şikayet etmiyorum.
neyse, YÖK musevi ve ermenilere de dini günlerinde tatil vericekmiş. iyi hoş da, rumları anlamadım. onlara niye yok? yoksa YÖK ermeniliği bi din mi sanıyo? katolik ve protestan hıristiyanlar fasulyeden mi? Bütün bunlar olurken sunni olmayan müslümanlar "hani bana hani bana" mı diycek? peki adam diyelim TC vatandaşı değil ama burda yaşayan bi ermeni, ona tatil yok mu? o zaman TC vatandaşı olmayanlara niye kurban bayramında tatil var? yahudilerin dini gününde sadece yahudilere tatil veriyosak müslümanların dini gününde niye tüm yurda tatil veriyoruz? eşitmişik gibi bi şiymişik galiba?
hem nasıl olucak bu iş? allahın faşizan bir yetkilisine, ki biliyosunuz az diiller, rahat rahat "selaam naber ben yahudiyim" diyebilecek mi insanlar? "buyrun kenardan fişleyin beni tatildeyken"? yalçın küçük tadında kenara not alınmayacaklarını nerden bilecekler? paranoyak olabilirim ama zararını görmedim.
neyse gelelim daha flaş habere.
avrupa yakasındaki burhan niye sevildi sorarım? bunca zamandır "ya hakkaten yaau ne kadar tanıdık tip ho ho ho" diye niye bağrımıza bastık sorarım?
çünkü yılların emeğiyle hazırlanan imaj çalışması, akıllara kazınan görüntüsü dış mihrakların ve içteki hainlerin el birliğiyle sabote edildi. paçoz esprilere alet edildi. bunu ben de çok geç fark ettim ama şu yazıyla bi anda anladım gerçekleri. şüpheye yer bırakmayan acı gerçeği kanıtlarıyla beraber sunuyorum:
ey gülse birsel! sen istanbullardan naşi, bir vizyon adamının kariyerini nasıl baltalarsın? yok öyle "ama burhan gözlüksüz", "ama burhanın saçında ayrık yok" filan. yemezler. madem bi şi yapıcan, destek ol. "amcaoğluymuş ziyarete gelmiş" filan de, imelih'e de iki-üç bölümlük rol ver. fırsatçı gülse seni.
başlığa istinaden: istinat duvarı diye bi şi var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)