Sâbuş ve anılarrr anılaarrr dakikaları. hiç bilmediğim uzaklıkta akrabaların, her detayını bildiğim hayatları. bu seansları dinlemek zevkli.
eyüp sultan camii imamının kravatlı, 3 dil bilen, çok çok yakışıklı bir genç adam olduğu zamanlardan. baya bi jönmüş kendisi anladığım kadarıyla, çok da böyle "ay yüzlü" mü derler, iyi niyetli, munis bi adammış. neyse... bir hanfendi varmış, Sâbuş'un kuzenine hayran. sık sık ziyarete gelirmiş gündüzleri. kısaca oturup az buçuk son "havadis"leri öğrendikten sonra, hep aynı şeyi söylermiş giderken: "bildiklere selam ederim". selam ettiği bu kuzen, üst satırlardaki imam bu arada. yaa yaa. bildiklere selam etmek kadar incelikli laflar kaldı mı sahi?
bi de çay içerken fincanı tutan elinin serçe parmağını havaya kaldırdığı için reddettiği bi damat adayı var ki daha önce bahsetmiştim. kendisinden bahsetmeyi çok severiz. ve o havalanan serçe parmağına ben de tahammül edemiyorum. Sâbuş'un dediği gibi: o parmağı görerek ömür geçmez, hatta içilen çay bile bitmez. daha önce yazmıştım biliyorum. toplu takıntı geliştirelim de ortak noktamız olsun diye tekrar ediyorum okuyucu.
"tüm istanbul hayrandı" kadınlar ve erkekler dinliyorum. bilmemne hanımlar. çok zarif, siyaaaah kuzgun saçlı. Sabuş'un bi daha hiç görmediği kadar güzel gülümseyen. kocası bilmemne beyler sonra, tıknaz ama iyi bi adam. taş plakları yeni yine yeniden keşfe doyamıyoruz ya milletçe... benimkiler Sabuş. her seferinde dinliyorum. eskilerden bazı fotoğraflar da var evindeki dehlizlerde. görüntü, müzik her şey birbirine karışıyo işte. yaşamadığım bir geçmişe nostalji diil, onu dinlemeyi seviyorum. bir anda 20 yaşında oluyo, oturuşu bile değişiyo. Kınalı Yapıncak* zamanları Sabuş'un; çok çilli, çok kumral ve çok güleç. kimin kim olduğunu açıklamıyo bile bazen. eğer Namık Beyleri hatırlamazsanız mesela, o sizin sorununuz. neyse işte, bütün bu anlattıklarını dinledikçe ankarayı ne kadar sevmediğini duyuyorum, özlemlerini, gidemeyişlerini. fena şeyler bunlar.
ona almayı düşündüğüm bi Denizkızı Eftelya albümü var, gerçi o zamanlar yeni doğmuştu ama şarkıları biliyo. kalan müzik'ten çıkmış. bi de bulabilirsem, 1940-50lerden büyük ada kartpostalları. hoş, orhan pamuk'un etrafta kartpostal bıraktığını da sanmıyorum.
bu arada, o jön imam kuzen başkasıyla evlenmiş. karısı geçenlerde ölmüş.
neyse, bu da böyle bir hikaye işte... şimdilik bu kadar.
bildiklere selam ederim efendim.
*kınalı yapıncak hem kitap hem film evet, ama öncelikle üzüm. üstü minik minik benekli bi istanbul üzümü.
30 Kasım 2008 Pazar
29 Kasım 2008 Cumartesi
sen ne güzel günümüzdün cumartesi
atalet tanrısından beni bağışlamasını ve ruhumu bırakmasını filan mı rica etsem acaba?
ne kibarım ya, rica filan. arzederimsaygılarımlaimza.
ne kibarım ya, rica filan. arzederimsaygılarımlaimza.
26 Kasım 2008 Çarşamba
mandalina mevsimi
bir sürü düğmem oldu. sonra onlar büyüyüp kolye olucaklar.
odama yapay şelale yaptırıp altında durmak istiyorum. odamın şu anki ebatlarının iki katına çıkmasını da isteyebilirim, maksat şelaleye yer açılsın.
lindor çikolata, süper bi şi. endonezyalı bi arkadaşım tamamen havadan sebeplerle isviçreye gititğimde istemişti benden. öyle tanıştık. lindor güzel, lindor cici.
şiir gibi tosarıyorum.
etraf sürekli excel tablosu formunda. 4x4, 5x4,3x3, tablo kutucukları. algım değişti ama iş bitmiyo.
yüzüklerimi oje şişelerinin kapağına takmayı akıl ettiğimden beri daha düzenliyim adaşımbaykal.
"siyaset insanın kendine yakışanı giymesidir partisi" kurulsun. ilk seçimde iktidar oluruz. sonra tek derdimiz ilkbahar/yaz ve sonbahar/kış sezonu modası olur.
daha iki hafta var blog.
koyu renkli perdelerle uyku daha güzel.
bunca evrim geçir, yok iki ayaklı süper hayvan ol, hala pis yerde yaşayama. tuhaf gelmiyo mu? madem evrilicen tam olsun. toz beziyle evrilmez bi hayvan, ayıptır. evet odam dağınık. ayrıca düzenli temizlik ihtiyacı beni boğuyo. hasta ediyo. aşırı titiz biri de değilim, ama yani pislik sevmem. kirlenmeyen ev istiyorum. zamandan tasarruf diye.
dudağımı ısırıyorum. bunu öveçler boyunca yokuşu bi aşağı bi yukarı yürürken fark ettim. böyle ısırıp duruyorum, koparmıyorum. bi şiler düşünüyorum. nerden çıktı bilmiyorum, dehşet içinde bi son verdim.
tuhaf rüyalarım azaldı. bitti hatta. özlem versiyonuna geçtim.
iş için bi dernekle görüşmem vardı. dernek adının yazdığı zili çaldım. görüşmek istediğim kişinin adını söyledim, beni içeriye aldılar. merhabalaştık, kendimi tanıttım. nerdeyse çay söylüyolardı ki adam "yanlış oldu galiba" dedi. neyse, aradığım yer taşınmış. adam da sadece aradığım kişiyle adaş. kolay bi isim de diildi halbuki. tuhaf tesadüflerle yaşıyorum. neyse buldum yeni yerlerini sonradan. "ama zildeki isim.. ama siz.. ama..." diye kaldım.
annem gizlice internete girip reflü yazıları okuyo.
cem dinlenmiş karikatürüyle kapanış. sulukule.
25 Kasım 2008 Salı
geçgüç
Gönüllerin dergisi, edebiyat-hayat ahkam köşesi Hariçten Gazel, bir aya yakın süren nazlanmasını bi kenara bırakıp sonunda çıktı. Taze gelini hoppidi hoppidi yapıyoruz, havalara atıp atıp tutuyoruz. Dumanı üstünde pide gibi adeta, çıtır çıtır (benzetme delisi oldum anne). dağıtım da yakında olur, uça kona ülkenin dört bi yanına ulaşır.
Beşledik bu arada ahali, beşi bi yerde oldu, editörlere altın takıciiz.
canım dergimiss.. kıymetlimiisss... okuyunuuss...
23 Kasım 2008 Pazar
ciğer, kelle paça ve kokoreç üzerine
ankara uçuyo. 10-15 dakikalık elektrik kesintileri dışında ana caddede devrilen bi ağaç var. bari yağsa da bunca soğuğun bi anlamı olsa. hatta anneanne replikleri: "yağsın yumuşasın", "yağsın yağsın, barajlar dolsun". c) hepsi.
suyun altında/içinde olmak kadar güzel bi şi yok. akar akar akar.
hcg ("hırsla celallenen güzel" olarak da açabiliriz bence bunu) geçenlerde "5 ciğersiz türk aydını" yazısı yazdı. beklenen performansla. komik olan beşincisinin kendisi olmasıydı. insan "4 ciğersiz ve bir aydın" koyar adını, "4 nikah, bir cenaze" tadında okunur. bir, iki, üç, dört, bom. gibi bi şi. neyse, ciğerlerim ve diğer bütün iç organlarımla bu adamın niye bu gazetede yazdığını hep merak ediyorum. yazacak yeri olmadığından diil ki yani, gani gani var. anlamadan dinlemeden beni "işte hoşgörüsüzlük!!!!" diye etiketleyeceklere de selam ederim, ben susturma derdinde değilim. gerçi bi de "kimse ateist olamaz!" diyengül var. böyle enteresan bi çoban salata.
neyse, bence hazin olan "diğer yanağını çeviren isa" tutumu. hani alttan alan, ah temiz ferah adeta ilkokul anket defteri kadar akça pakça gönlüyle, hem doğruyu gösterir, hem bizi hizaya getirir, hem de satır arası faşizanlık yapar... eleştirenlere tabii ki tabii ki "mevlanacılık" oynar, "sen de haklısın can, severim yaradandan ötürü ama yanaklarımdan süzülen bir damlanın tuzu hala dilimi yakar" filan der (ay tam hcg ağzı oldu), yanağını çevirir, hamdolur, bi şiler. yorucu. sıkıcı. sonra oturur, tüm o üstün diplomasi birikimi, bürokrasi görgüsüyle "ciğersiz" der birilerine, ah amaaan belli biri diil canım, ortaya. tabii ki. zira diplomasi, yançizebilirlik sanatıdır. açık kapılar, kaçacak delikler bırakma ilmidir. hem de. "yanlış anlayıp beni taşladınız demek.. olsun.. taşlayın.. buyrun öteki yanağım.. yaradandan ötürü". es verdiği yerde de "ciğersiz"likler.
ahmet insel sinir yapmış, cevap yazmış, ordan aklıma geldi. oysa ne gerek var. şimdi çıkıp "yarası olan gocunur, ayna ayna çelik ayna" filan diycek adam. neydi o dilber hala karakterinin lafı, "ben lafımı eder ortaya korum, beğenen alır beğenmeyen bırakııır" gibi bi şi. gerekirse bıraktığı dar alanlarda yan çizicek.. bir iki selçuklu padişahı, halife alıntısı filan yapacak; ki kendisi sunay akın ekolünden resmen bu konuda. sadece daha sakin anlatıyo ve bizim dehşete düşüp hizaya gelmemiz gereken kıssadan hisse kısımlarında deriiiin sessizlikler veriyo. düşünmemiz için. tekil konuşuyorum saygısızlık sanılmasın, kendisi hep "biz" der. h ve c ve g olarak. veriyolarlarlarlar. neyse ben oldum olası fıkra, kıssa filan anlatanları sevmem. bi şi sorarsın laz fıkrası, başka bi şi sorarsın nasrettin hoca.. anlamadığımdan değil, bu "akıl oyunları" cinliğini sıkıcı buluyorum. neyse, h ve c ve g, eski göktürkçe kitaplara referansla doğruyu güzeli buldurur, "ama" dersin, "onu bırak da iki kere iki kaç?" "kiki" der. sonra da "kiki dört harfli bi kelime ama, fark etmediniz mi... peki can sen de haklısın" diye yan çizer. tuzlu yanak filan sonra.
doğu türkistan meselesini mesela, adı gibi bilir. her detayını. bilmelidir de belki, siyasi geçmişiyle. gagavuz de anlatır, batı trakya de anlatır. ama kendi topraklarında mesele yoktur. meseleleştirilmiş hazin öyküler vardır, yabancıların nifak tohumları vardır, en fazla "münferit olay" vardır ve olsa olsa "mukavemet"ten çıkmıştır; ama mesele asla yoktur. tek mesele, türk dili konuşan oğuz boylarının günümüzdeki halidir. aralarında hıristiyan olanlar varsa onları da sevebiliriz, zira oğuz> hıristiyan. büyüktür yani. "türk'ün türkten başka dostu yoktur" demeyi doğru bulmaz. etik kütük, öğrenmişlerlerler bi şiler. bunca yıl. onun yerine "türk olmayanın türkten başka derdi yoktur" der. dolaylar ve dolanır.
suyun altında/içinde olmak kadar güzel bi şi yok. akar akar akar.
hcg ("hırsla celallenen güzel" olarak da açabiliriz bence bunu) geçenlerde "5 ciğersiz türk aydını" yazısı yazdı. beklenen performansla. komik olan beşincisinin kendisi olmasıydı. insan "4 ciğersiz ve bir aydın" koyar adını, "4 nikah, bir cenaze" tadında okunur. bir, iki, üç, dört, bom. gibi bi şi. neyse, ciğerlerim ve diğer bütün iç organlarımla bu adamın niye bu gazetede yazdığını hep merak ediyorum. yazacak yeri olmadığından diil ki yani, gani gani var. anlamadan dinlemeden beni "işte hoşgörüsüzlük!!!!" diye etiketleyeceklere de selam ederim, ben susturma derdinde değilim. gerçi bi de "kimse ateist olamaz!" diyengül var. böyle enteresan bi çoban salata.
neyse, bence hazin olan "diğer yanağını çeviren isa" tutumu. hani alttan alan, ah temiz ferah adeta ilkokul anket defteri kadar akça pakça gönlüyle, hem doğruyu gösterir, hem bizi hizaya getirir, hem de satır arası faşizanlık yapar... eleştirenlere tabii ki tabii ki "mevlanacılık" oynar, "sen de haklısın can, severim yaradandan ötürü ama yanaklarımdan süzülen bir damlanın tuzu hala dilimi yakar" filan der (ay tam hcg ağzı oldu), yanağını çevirir, hamdolur, bi şiler. yorucu. sıkıcı. sonra oturur, tüm o üstün diplomasi birikimi, bürokrasi görgüsüyle "ciğersiz" der birilerine, ah amaaan belli biri diil canım, ortaya. tabii ki. zira diplomasi, yançizebilirlik sanatıdır. açık kapılar, kaçacak delikler bırakma ilmidir. hem de. "yanlış anlayıp beni taşladınız demek.. olsun.. taşlayın.. buyrun öteki yanağım.. yaradandan ötürü". es verdiği yerde de "ciğersiz"likler.
ahmet insel sinir yapmış, cevap yazmış, ordan aklıma geldi. oysa ne gerek var. şimdi çıkıp "yarası olan gocunur, ayna ayna çelik ayna" filan diycek adam. neydi o dilber hala karakterinin lafı, "ben lafımı eder ortaya korum, beğenen alır beğenmeyen bırakııır" gibi bi şi. gerekirse bıraktığı dar alanlarda yan çizicek.. bir iki selçuklu padişahı, halife alıntısı filan yapacak; ki kendisi sunay akın ekolünden resmen bu konuda. sadece daha sakin anlatıyo ve bizim dehşete düşüp hizaya gelmemiz gereken kıssadan hisse kısımlarında deriiiin sessizlikler veriyo. düşünmemiz için. tekil konuşuyorum saygısızlık sanılmasın, kendisi hep "biz" der. h ve c ve g olarak. veriyolarlarlarlar. neyse ben oldum olası fıkra, kıssa filan anlatanları sevmem. bi şi sorarsın laz fıkrası, başka bi şi sorarsın nasrettin hoca.. anlamadığımdan değil, bu "akıl oyunları" cinliğini sıkıcı buluyorum. neyse, h ve c ve g, eski göktürkçe kitaplara referansla doğruyu güzeli buldurur, "ama" dersin, "onu bırak da iki kere iki kaç?" "kiki" der. sonra da "kiki dört harfli bi kelime ama, fark etmediniz mi... peki can sen de haklısın" diye yan çizer. tuzlu yanak filan sonra.
doğu türkistan meselesini mesela, adı gibi bilir. her detayını. bilmelidir de belki, siyasi geçmişiyle. gagavuz de anlatır, batı trakya de anlatır. ama kendi topraklarında mesele yoktur. meseleleştirilmiş hazin öyküler vardır, yabancıların nifak tohumları vardır, en fazla "münferit olay" vardır ve olsa olsa "mukavemet"ten çıkmıştır; ama mesele asla yoktur. tek mesele, türk dili konuşan oğuz boylarının günümüzdeki halidir. aralarında hıristiyan olanlar varsa onları da sevebiliriz, zira oğuz> hıristiyan. büyüktür yani. "türk'ün türkten başka dostu yoktur" demeyi doğru bulmaz. etik kütük, öğrenmişlerlerler bi şiler. bunca yıl. onun yerine "türk olmayanın türkten başka derdi yoktur" der. dolaylar ve dolanır.
sevemiyorum yahu. zorla diil ya.
20 Kasım 2008 Perşembe
çakılı çivi
solda ortalama bi ilkokul "pencere resmi"-- hafızamda kalan parçalarıyla sunuyorum. sağdaki de yes, benimki. oricinıl.
çocukluk hayallerimiz ve hayata geçemeyişleri adlı eserimde, gördüğünüz üzere sadece perde kısmını tutturabildim. karşımda güneş, bulut ve ağaç yok. balkon, beton ve cam var. perdenin ortasından geçmesi gereken ahşap zımbırtı simetriden uzak. evde çok sıkılıyorum atam. karşı binayı yıkıp dutluk yapıcam. çocuklar her şeyi simetrik seviyo sanki di mi? sola 14 çiçek, sağa da 14 çiçek. neyse işte. çivi delisi oldum. arada bi düz çaktığım bile oluyo.
bugün jelatin hanıma kavuşmak için halka indim. bayaa indim yani, yerlere kadar. otobüste bayılmışım. bence ego'nun da iett gibi "biz insan taşıyoruz" dönemine girmesi gerek. sıcak, basık, kalabalık, havasız. bayıldım ama düşemedim bile, öyle bi yığındı. tamam, otobüs nedir ben de biliyorum. ehliyetsiz ömrüm toplu taşımayla geçiyo. ama bugünkü şey ton balığı konservesiyle insan kaçakçılığı şebekelerinin kamyonları arası bi şiydi. siz de insan taşıyın artık egocum. nolur.
bi de otobüste bayılınca rol dağılımı hep şöyle oluyo:
1. kolonya/ sarımsak/ su vs isteyen ve her istediklerini bulan 2-3 amca,
2. "kızım yere oturma, kızım kalk, kızım hişt, kızım bak kuş, kızım dudağın beyaz, kızım nen var, kızım niye susuyosun, kızım iki kere kiki" gibi aralıksız dürtükleriyle sizi illa ki ayıltan ısrarlı teyze,
3. çok normalmiş gibi müzik dinlemeye devam eden "hayatın zaten kendisi bi baygınlık ve hepimiz bi gün ayılıcaz" ergenleri,
4. yer veren; ama o an verdiği yere oturamayacak halde olduğumu anlamayıp "hıh yer verdik oturmuyo... niye oturmuyo? bak yer var yer bak! peh oturmuyo.. işte küstüm!" kıvamı soru işaretleriyle yüzüme bakan kişi,
5. 30 yaşlarında, iş arkadaşlarıyla beraber otobüse binmiş, genelde boyalı sarı saçları ve şeftali tonlarında makyajı olan "ay benim de kardeşim bi gün bayılmıştı"/ "böyle bayılınca hemen avokado dilimlemek lazım" gibi kendince enteresan konular açan uzak köşe kadınları,
6. "kızım hasta mısın? kansersindir belki? belki saradır? belki kalbin var? gencecik vah vah vah" kıvamı felaket tellalları (ki o an hepsine kafa atmak istiyorum),
7. "iyi misin, durağın neresi, iki durak kaldı, ben haber vericem" diye usulca fısıldayan gerçek hayat insanları. son gruptakiler ayrıca evet-hayır cevaplı soru sorma ustasıdır, hiç yormazlar. mis.
çok utanıyorum bu olunca. iki kere oldu gerçi sadece, bilmem kaç yıl arayla. yine de fena, panik yaratıyo etrafta. halbuki sadece ani bi tansiyon düşmesi ve çabucak geçiyo (evet doktora gittim). neyse, turp gibiym ama hala tüy gibi hafifim. uyku vakti.
ben derim ki kendinize yapacağınız en büyük iyilik, size iyi gelen şeylere yakın olmak.
basit ama zor bi iş.
çocukluk hayallerimiz ve hayata geçemeyişleri adlı eserimde, gördüğünüz üzere sadece perde kısmını tutturabildim. karşımda güneş, bulut ve ağaç yok. balkon, beton ve cam var. perdenin ortasından geçmesi gereken ahşap zımbırtı simetriden uzak. evde çok sıkılıyorum atam. karşı binayı yıkıp dutluk yapıcam. çocuklar her şeyi simetrik seviyo sanki di mi? sola 14 çiçek, sağa da 14 çiçek. neyse işte. çivi delisi oldum. arada bi düz çaktığım bile oluyo.
bugün jelatin hanıma kavuşmak için halka indim. bayaa indim yani, yerlere kadar. otobüste bayılmışım. bence ego'nun da iett gibi "biz insan taşıyoruz" dönemine girmesi gerek. sıcak, basık, kalabalık, havasız. bayıldım ama düşemedim bile, öyle bi yığındı. tamam, otobüs nedir ben de biliyorum. ehliyetsiz ömrüm toplu taşımayla geçiyo. ama bugünkü şey ton balığı konservesiyle insan kaçakçılığı şebekelerinin kamyonları arası bi şiydi. siz de insan taşıyın artık egocum. nolur.
bi de otobüste bayılınca rol dağılımı hep şöyle oluyo:
1. kolonya/ sarımsak/ su vs isteyen ve her istediklerini bulan 2-3 amca,
2. "kızım yere oturma, kızım kalk, kızım hişt, kızım bak kuş, kızım dudağın beyaz, kızım nen var, kızım niye susuyosun, kızım iki kere kiki" gibi aralıksız dürtükleriyle sizi illa ki ayıltan ısrarlı teyze,
3. çok normalmiş gibi müzik dinlemeye devam eden "hayatın zaten kendisi bi baygınlık ve hepimiz bi gün ayılıcaz" ergenleri,
4. yer veren; ama o an verdiği yere oturamayacak halde olduğumu anlamayıp "hıh yer verdik oturmuyo... niye oturmuyo? bak yer var yer bak! peh oturmuyo.. işte küstüm!" kıvamı soru işaretleriyle yüzüme bakan kişi,
5. 30 yaşlarında, iş arkadaşlarıyla beraber otobüse binmiş, genelde boyalı sarı saçları ve şeftali tonlarında makyajı olan "ay benim de kardeşim bi gün bayılmıştı"/ "böyle bayılınca hemen avokado dilimlemek lazım" gibi kendince enteresan konular açan uzak köşe kadınları,
6. "kızım hasta mısın? kansersindir belki? belki saradır? belki kalbin var? gencecik vah vah vah" kıvamı felaket tellalları (ki o an hepsine kafa atmak istiyorum),
7. "iyi misin, durağın neresi, iki durak kaldı, ben haber vericem" diye usulca fısıldayan gerçek hayat insanları. son gruptakiler ayrıca evet-hayır cevaplı soru sorma ustasıdır, hiç yormazlar. mis.
çok utanıyorum bu olunca. iki kere oldu gerçi sadece, bilmem kaç yıl arayla. yine de fena, panik yaratıyo etrafta. halbuki sadece ani bi tansiyon düşmesi ve çabucak geçiyo (evet doktora gittim). neyse, turp gibiym ama hala tüy gibi hafifim. uyku vakti.
ben derim ki kendinize yapacağınız en büyük iyilik, size iyi gelen şeylere yakın olmak.
basit ama zor bi iş.
18 Kasım 2008 Salı
artıpuan
hadi hep beraber müzik dinlemenin suyunu çıkaralım mı hüstın? dinleye dinleye yoralım bikaç şarkıyı. kulaklığım iğrenç derecede cızırdasa da bence bugün öyle bi gün. bugün 3-5 şarkılık, daha fazlasına gerek yok. ankara gri ve yağmurlu olunca, sadece ıslak asfalta bakarsanız istanbula, binaların yan cephesine bakarsanız den haaga benziyo. duşun altında ağlamak, yağmur yağarken yüzmek filan, hepsi aynı şey aslında.
hani çok çikolata yiyince sivilce olur ya da çok içince kusarsın. böyle bi "yetti gari" mekanizması olsa benim için. bünyem kompakt buhran doz aşımı olunca haber verse. ben giderek daha da depresif bulmasam kendimi. kurbağa gözü gibi gözlerim. giderek ağırlık çöküyo üstüme, grrri grrri. 3-5 şarkı işte, tek istediğim o bugün. habire aynı şarkılar. bi de tabii her zamankinden, garson.
hani çok çikolata yiyince sivilce olur ya da çok içince kusarsın. böyle bi "yetti gari" mekanizması olsa benim için. bünyem kompakt buhran doz aşımı olunca haber verse. ben giderek daha da depresif bulmasam kendimi. kurbağa gözü gibi gözlerim. giderek ağırlık çöküyo üstüme, grrri grrri. 3-5 şarkı işte, tek istediğim o bugün. habire aynı şarkılar. bi de tabii her zamankinden, garson.
köprüaltıçocuuderyikiçlendi.
15 Kasım 2008 Cumartesi
olabülü.
müthiş bi kabus gördüm.
meğer benim okul eylül-ekim-kasım için de devam ediyomuş. 15 kasımdayız dikkat ederseniz. tezi verdikten sonra da ders alıcakmışız. meğer diyorum, ben okula ziyarete gittiğimde (niyeyse?!) adımın asılı olduğu bi liste görüyorum, derse bekleniyorum sunum için, öyle öğreniyorum. sonra işte bi hocayla konuşup "ya pardon ben bilmiyodum bitti sandım" diycem (salaklığa gel), imkanı yok adını hatırlayamıyorum adamın. isim listesi arıyorum, görsem hatırliycam. yanlışlıkla bi sınıfa giriyorum ve yine niyeyse ders istatistik, yani üniversite dersim, master hocalarım, feci bi ortaya karışık. şaka diil, sırf üstüme gelmesinler diye tahtada integral alıp koridorlarda koşuyorum. tez hocamın sınıfına dalıyorum, tam kendisinden beklenecek şekilde "işte geldii.. şimdi hemen sunuma başla" diyo, geri çıkıyorum koşarak filan. bi de okul parasını ödememişim, e mezun sanıyorum ya kendimi, her yerde "bize kazık atmaya çalışan borçlu öğrenci" listesi, en üstte adım, kırmızıyla. sonra ara veriliyo, marisol'e koşuyorum, "ya biz tezi yazdık bitti manyak mısınız bu ne" diyorum, elinde ders notları, sunum tabloları filan, "bu üç aylık derslere göre mezun edilicez, o tez diil ödevdi" filan diyo. çok ciddi. allahım iki güne sınav var bi de, ben integral almak dışında hiçbi şi hatırlamıyorum, o da yani can havliyle. "hangi dersleri alıyorum" diye soruyorum, ders kaydım bile yok. ay bayılıciim. fade out.
mezun kabusu: olamamak.
gerçi rüyaların tersinin çıktığını düşünürsek ana rahmine dönüş sendromuyla "ya nolur bitmemiş olsun, 3 ayım daha olsun ya nolur öğrenci oliym" filan da olabilir meali. iş bulamadığım için olabilir. "ne iş yapıcan" sorusunu her duyuşumda duvara çentik atsaydım burdan fizana yol olacağından olabilir. dün gece kampüsten bahsettik diye de olabilir. olabülü, yani.
meğer benim okul eylül-ekim-kasım için de devam ediyomuş. 15 kasımdayız dikkat ederseniz. tezi verdikten sonra da ders alıcakmışız. meğer diyorum, ben okula ziyarete gittiğimde (niyeyse?!) adımın asılı olduğu bi liste görüyorum, derse bekleniyorum sunum için, öyle öğreniyorum. sonra işte bi hocayla konuşup "ya pardon ben bilmiyodum bitti sandım" diycem (salaklığa gel), imkanı yok adını hatırlayamıyorum adamın. isim listesi arıyorum, görsem hatırliycam. yanlışlıkla bi sınıfa giriyorum ve yine niyeyse ders istatistik, yani üniversite dersim, master hocalarım, feci bi ortaya karışık. şaka diil, sırf üstüme gelmesinler diye tahtada integral alıp koridorlarda koşuyorum. tez hocamın sınıfına dalıyorum, tam kendisinden beklenecek şekilde "işte geldii.. şimdi hemen sunuma başla" diyo, geri çıkıyorum koşarak filan. bi de okul parasını ödememişim, e mezun sanıyorum ya kendimi, her yerde "bize kazık atmaya çalışan borçlu öğrenci" listesi, en üstte adım, kırmızıyla. sonra ara veriliyo, marisol'e koşuyorum, "ya biz tezi yazdık bitti manyak mısınız bu ne" diyorum, elinde ders notları, sunum tabloları filan, "bu üç aylık derslere göre mezun edilicez, o tez diil ödevdi" filan diyo. çok ciddi. allahım iki güne sınav var bi de, ben integral almak dışında hiçbi şi hatırlamıyorum, o da yani can havliyle. "hangi dersleri alıyorum" diye soruyorum, ders kaydım bile yok. ay bayılıciim. fade out.
mezun kabusu: olamamak.
gerçi rüyaların tersinin çıktığını düşünürsek ana rahmine dönüş sendromuyla "ya nolur bitmemiş olsun, 3 ayım daha olsun ya nolur öğrenci oliym" filan da olabilir meali. iş bulamadığım için olabilir. "ne iş yapıcan" sorusunu her duyuşumda duvara çentik atsaydım burdan fizana yol olacağından olabilir. dün gece kampüsten bahsettik diye de olabilir. olabülü, yani.
14 Kasım 2008 Cuma
13 Kasım 2008 Perşembe
frb
bugün aslında ofisteki odamda yalnız olmadığımı fark ettim. tam üç adet oda arkadaşım var. üstelik düzenli olarak göz göze de geliyoruz ama.. şimdiye kadar adam yerine koymamışım kendilerini niyeyse. unutmazsam yarın size onları göstericiim. asla etrafa su dökmemem gerek.
tek ipucu bu olsun..
tek ipucu bu olsun..
bütüngeceçalışmamgerekebilirblog.
iki gündür ani ağlama patlamaları yaşıyorum, böyle 3-5 dakika sürüyo zira onları yaşamaya bile vaktim yok. kompakt buhran. işle ilgili diil. ilgili; ama diil.
bi evim olsa kartpostallarla dolu duvarları olurdu. ya da en azından bi duvar/ dolap kapağı. yurt oda(ları)mdaki gibi. onun odasındaki dolap gibi. burdaki odamda o his yok. olsaydı minik minik, hiç beklenmedik köşelerden komik kartpostallar çıkardı, komik kartpostal bulmak zor bazen burda, onun için gitmek gezmek gerekirdi, vesile olurdu.
merhabalar selamlar
saat 9.30. son 3 saattir çalışıyorum. bi saat sonra ofise gidip 8 saat daha çalışıcam. aslında yorgunluk dışında bi şikayetim yok. yaptığım iş aynen geri de dönebilir üstelik. erdim artık. kısmet. bi tek, oturmaktan bacak ağrıyo bazen, o kötü. o da kısmet. kısmet sakızları. kahvaltı günün en önemli öğünü. diğer önemli öğünse talcid. buğdayı yok hasata, brokoli diker satmaya. parası yok okula, aidat öder kooperatif üyeliğine. sifonu yok çekmeye, japon el sanatları yapar sergilemeye. falan filan. 160 soruda nolduğumuzu anladık mı. o hanfendinin dediği gibi, detaylara takılacak vaktimin olduğu bi iş olmalı galiba benimki de.
az önce fark ettim ki klavyede yazyazyazbirkenarayaz seanslarından sonra kalem tutunca elimden düşüyo. kısmi el felci.
radikal de artık "orta yaş krizi onlara uğramıyor" başlığı altında kadın resmi sunar oldu. seviyeli gazete iddiasında olmanın zor yanı, bu tür fotoğraflar için komplike, sofistike başlıklar bulma azabı. yoksa ne güzel "hala taş gibi olan memeler için tıklayınız" yazarsın, oh mis. şimdi bi seviyelilik derdi olduğundan zorlanıyolar. sanatsal porno gibi bi şi sanırım. ucuz beyaz çarşafa diil de ipek/ saten/ kadife örtüye (illa ki siyah) sarılırsa hürriyet'ten çıkıp radikal'e terfi ediyo. gibibişiolsagerek. işte "ay yok öyle diil valla" demek için memleketimden sonbahar manzaraları da sunuluyo ki hani yani fotoğrafçılığı her tür manzara için kullandıklarını göstersinler.
açım. adios.
az önce fark ettim ki klavyede yazyazyazbirkenarayaz seanslarından sonra kalem tutunca elimden düşüyo. kısmi el felci.
radikal de artık "orta yaş krizi onlara uğramıyor" başlığı altında kadın resmi sunar oldu. seviyeli gazete iddiasında olmanın zor yanı, bu tür fotoğraflar için komplike, sofistike başlıklar bulma azabı. yoksa ne güzel "hala taş gibi olan memeler için tıklayınız" yazarsın, oh mis. şimdi bi seviyelilik derdi olduğundan zorlanıyolar. sanatsal porno gibi bi şi sanırım. ucuz beyaz çarşafa diil de ipek/ saten/ kadife örtüye (illa ki siyah) sarılırsa hürriyet'ten çıkıp radikal'e terfi ediyo. gibibişiolsagerek. işte "ay yok öyle diil valla" demek için memleketimden sonbahar manzaraları da sunuluyo ki hani yani fotoğrafçılığı her tür manzara için kullandıklarını göstersinler.
açım. adios.
11 Kasım 2008 Salı
yine
yine çivi yeri belirlemem lazım. üç seferdir karar değiştirdiğim için hala çakamadım. pek stratejik kararsızlıklarım var ama gerekli.
midem yine refül refül başlıyo gibi. oh yoo.
yine el becerisi eksikliğinden, tembellikten veya vakitsizlikten hayata geçirmediğim fikirciklerim var. ve yine fikir olarak kalacaklar.
ben yine bu şehirdeyim. aslında.
"kızım doğumgünü hediyeni kendin seç" kapsamında yine hediye seçemiyorum. seçmeyi sevmiyorum ve yine bunu söyleyemiyorum. hediye alacak olana arsızlık yapılmaz tabii ama kararsızlık onların yaşaması gereken bi şi. sanki. küçükken öyleydi. karar verdim hatta, ben en çok kendi hediyemi seçerken daralıyorum. saçma ama başkası adına kendime hediye seçmek de saçma. neyse, annem burayı okumuyo. hehe.
yine enerjim düşüyo. içim sıkışıyo. yine müthiş bi ağlama isteği var. gözümden çıkmayan yaş mideme asit oluyo galiba.
yine en abuk subuk rüyaları görüyorum. kabus olamayacak kadar komik ama bi o kadar da ürkütücü şeyler. tam hatırlayamıyorum ama yine sabahları yorgun kalkıyorum.
yine etraftaki insanların saçına, başına, kılığına, olmamışlığına laf edesim var, susuyorum. ayıp. içimdeki muppet show yargıcı kağıda notlar alıyo. insan kalabalıkları üstüme üstüme filan gelmiyo, aksine ben gerilip gerilip onlara kafa atmak üzereyim. nedenini yine bilmiyorum.
yine haberleri izleyemedim. lozandan gelen masa, "iyi ki gittiler" diyen bi adam, tayyip erdoğanın gölge bıyıkları filan --kaçarcasına.
yine kendimi boncuklara vurasım var.
eşek yüküyle çalışılacak 20 gün var önümde yine. yani 20 gün kesin burdayım.
aynı kelimeyi dört kez tekrar edince yine anlamını yitirdi. bkz. yine.
odam yine dağınık ve üstelik daha yeni topladım.
yine bi şiler yazıp yazıp siliyorum/karalıyorum/ unutuyorum.
yine bi şilere yetişemiyorum. gün tamamen boş ve akşam tamamen çakışmalarla dolu.
annemin çocukluk şapkalarını özledim yine; ama maalesef artık kafama olmuyolardı artık ve bazıları "enteresan" değil "tuhaf"tı. olsun. şapka güzel şey.
yine şöyle saçma şeyler ilgimi çekiyo.
özetle:
yine sıkıcıyım bu ara. yazıyı buraya kadar okuyanlar anladı zaten.
midem yine refül refül başlıyo gibi. oh yoo.
yine el becerisi eksikliğinden, tembellikten veya vakitsizlikten hayata geçirmediğim fikirciklerim var. ve yine fikir olarak kalacaklar.
ben yine bu şehirdeyim. aslında.
"kızım doğumgünü hediyeni kendin seç" kapsamında yine hediye seçemiyorum. seçmeyi sevmiyorum ve yine bunu söyleyemiyorum. hediye alacak olana arsızlık yapılmaz tabii ama kararsızlık onların yaşaması gereken bi şi. sanki. küçükken öyleydi. karar verdim hatta, ben en çok kendi hediyemi seçerken daralıyorum. saçma ama başkası adına kendime hediye seçmek de saçma. neyse, annem burayı okumuyo. hehe.
yine enerjim düşüyo. içim sıkışıyo. yine müthiş bi ağlama isteği var. gözümden çıkmayan yaş mideme asit oluyo galiba.
yine en abuk subuk rüyaları görüyorum. kabus olamayacak kadar komik ama bi o kadar da ürkütücü şeyler. tam hatırlayamıyorum ama yine sabahları yorgun kalkıyorum.
yine etraftaki insanların saçına, başına, kılığına, olmamışlığına laf edesim var, susuyorum. ayıp. içimdeki muppet show yargıcı kağıda notlar alıyo. insan kalabalıkları üstüme üstüme filan gelmiyo, aksine ben gerilip gerilip onlara kafa atmak üzereyim. nedenini yine bilmiyorum.
yine haberleri izleyemedim. lozandan gelen masa, "iyi ki gittiler" diyen bi adam, tayyip erdoğanın gölge bıyıkları filan --kaçarcasına.
yine kendimi boncuklara vurasım var.
eşek yüküyle çalışılacak 20 gün var önümde yine. yani 20 gün kesin burdayım.
aynı kelimeyi dört kez tekrar edince yine anlamını yitirdi. bkz. yine.
odam yine dağınık ve üstelik daha yeni topladım.
yine bi şiler yazıp yazıp siliyorum/karalıyorum/ unutuyorum.
yine bi şilere yetişemiyorum. gün tamamen boş ve akşam tamamen çakışmalarla dolu.
annemin çocukluk şapkalarını özledim yine; ama maalesef artık kafama olmuyolardı artık ve bazıları "enteresan" değil "tuhaf"tı. olsun. şapka güzel şey.
yine şöyle saçma şeyler ilgimi çekiyo.
özetle:
yine sıkıcıyım bu ara. yazıyı buraya kadar okuyanlar anladı zaten.
10 Kasım 2008 Pazartesi
tararara
-- döndüm ben. evet yine. her zamanki gibi. istanbullandım ve döndüm.
dali'ye gittim bi de. ÇOK şey var içinde. evet çoğu eskiz; ama bir sürü parça. inatla dali-franco ilişkisine girilmemiş, niyeyse. neyse, onun dışında çok mis, çok şön. özellikle ilahi komedya için yaptıkları... kitap illüstrasyonlarımızı dali yapsın hep. böyle kitaplar var yahu: montaigne'nin denemeleri, çizen: dali. ya da don kişot, çizen: dali. allahım aklıma mukayet ol resmen.
döndüm ve yine bana raporlar. rapor yığınını eritir gibi okumak güzel. sonra belki bir iki damla suyu bile çıkabilir. çok çalışmak lazım çok bu hafta.
sonra.. sonra bi ayna, bi fotoğraf, bi yazı. daha ne.
dali'ye gittim bi de. ÇOK şey var içinde. evet çoğu eskiz; ama bir sürü parça. inatla dali-franco ilişkisine girilmemiş, niyeyse. neyse, onun dışında çok mis, çok şön. özellikle ilahi komedya için yaptıkları... kitap illüstrasyonlarımızı dali yapsın hep. böyle kitaplar var yahu: montaigne'nin denemeleri, çizen: dali. ya da don kişot, çizen: dali. allahım aklıma mukayet ol resmen.
döndüm ve yine bana raporlar. rapor yığınını eritir gibi okumak güzel. sonra belki bir iki damla suyu bile çıkabilir. çok çalışmak lazım çok bu hafta.
sonra.. sonra bi ayna, bi fotoğraf, bi yazı. daha ne.
8 Kasım 2008 Cumartesi
5kere5
naçizane bendeniz istanbul semalarında doğumgünü kutlamaktayım. 24'le işim bitti. güzeldi yahu düşününce. iyi bi yaştı. "nereden geldim nerelere gideyim" senesi.
istediğim şehirde ve istediğim kişiyleyim. yeni yaşa nasıl başlarsak öyle gidiyodu di mi? yoksa o yılbaşı mıydı? neyse işte, modifiye ettim, oldu.
üstelik yağacakmış gibi; ama hem de birazdan dağılacakmış gibi duran bulutlar var. daha nossun.
25 diye aratınca gugılın önüme serdiği ilk resim de burda karşınızda efendim.
istediğim şehirde ve istediğim kişiyleyim. yeni yaşa nasıl başlarsak öyle gidiyodu di mi? yoksa o yılbaşı mıydı? neyse işte, modifiye ettim, oldu.
üstelik yağacakmış gibi; ama hem de birazdan dağılacakmış gibi duran bulutlar var. daha nossun.
25 diye aratınca gugılın önüme serdiği ilk resim de burda karşınızda efendim.
6 Kasım 2008 Perşembe
aşınma
sivas, 1993.
davanın artık zaman aşımına uğramasının vakti gelmişmiş. öyle diyor cumhuriyet savcısı. sonradan kebap salonu haline getirilen otelde iskenderini keyifle yerken düşündü heralde.
halbuki alt tarafı 15 yıl oldu. 15 adet sonuçsuz, acı dolu yıl.
madem illa aşındırıcaz, en az 37 yıl sürmeli, ölen her kişiye karşı bir yıl sorumluluğu bari, olsun bu devletin.
zaman aşımıymış. bu laf da şaka gibi. aşınıyor da işte zamandan değil. zaman geçtikçe, çözümsüz kaldıkça, aşınmak ne kelime, acılar katlanıp büyüyüp fosilleşiyor. hatta: gelecek kuşaklara mumyalanmış acılar.
zamanında başka bi savcı sormuştu bana:
"yoksa... yoksaaaa... siz türk adaletine, suçluyu ıslah etme gücüne inanmıyo musunuz? şüpheniz mi vaarrr????" gözlerini aça aça. ne o, 16 yaşındaki kapkaççı(m hatta. benim kapkaççım) dava gününe kadar tutuklu kalmasın, eğitim hayatı kaymasın dedim. bundan bu azar.
ıslahı bilemem de ihya ediyo belli ki. bazılarını. hani var ya "hepimiz eşitiz ama bazıları daha eşit"lafı; "adalet mülkün temelidir" çoktan eskidi, bence onun yerine yazılabilir mahkeme duvarlarına.
adamlar da artık "tüh 37'de kaldık" diye hayıflanıyodur.
aşınmakmış. zamanmış. hoş, zamanında adalet bakanı bu adamların avukatlığını üstlenmişti. böyle bi enteresan dava işte; sus, konuşuyor krallar..
davanın artık zaman aşımına uğramasının vakti gelmişmiş. öyle diyor cumhuriyet savcısı. sonradan kebap salonu haline getirilen otelde iskenderini keyifle yerken düşündü heralde.
halbuki alt tarafı 15 yıl oldu. 15 adet sonuçsuz, acı dolu yıl.
madem illa aşındırıcaz, en az 37 yıl sürmeli, ölen her kişiye karşı bir yıl sorumluluğu bari, olsun bu devletin.
zaman aşımıymış. bu laf da şaka gibi. aşınıyor da işte zamandan değil. zaman geçtikçe, çözümsüz kaldıkça, aşınmak ne kelime, acılar katlanıp büyüyüp fosilleşiyor. hatta: gelecek kuşaklara mumyalanmış acılar.
zamanında başka bi savcı sormuştu bana:
"yoksa... yoksaaaa... siz türk adaletine, suçluyu ıslah etme gücüne inanmıyo musunuz? şüpheniz mi vaarrr????" gözlerini aça aça. ne o, 16 yaşındaki kapkaççı(m hatta. benim kapkaççım) dava gününe kadar tutuklu kalmasın, eğitim hayatı kaymasın dedim. bundan bu azar.
ıslahı bilemem de ihya ediyo belli ki. bazılarını. hani var ya "hepimiz eşitiz ama bazıları daha eşit"lafı; "adalet mülkün temelidir" çoktan eskidi, bence onun yerine yazılabilir mahkeme duvarlarına.
adamlar da artık "tüh 37'de kaldık" diye hayıflanıyodur.
aşınmakmış. zamanmış. hoş, zamanında adalet bakanı bu adamların avukatlığını üstlenmişti. böyle bi enteresan dava işte; sus, konuşuyor krallar..
4 Kasım 2008 Salı
pertavsız
nihayet bendeniz yarın istanbul yolcusuyum. yine dönüş biletli ama olsun. nihayet yahu.
hayatım boyunca "ayakkabı delisi kadın" olamiycam ben, ne iç rahatlatıcı. çünkü rahat ayakkabı bulmam imkansız. ya bol gelir, ya keser. yaptığım 2 tekne gezisinde 4 yunus görmüş biriyim ben, yani teknik olarak az buçuk şanslıyım denebilir. ama artık aciliyetten çıktığım 3 büyük ayakkabı alışverişi seferinden elim boş döndüm. öyle bi ihtimalsizlik yani. giyebilseydim, rahat olabilseydi, tek derdim rengi olsaydı filan... imreniyorum arada. şu koşullarda giderek bunalıp ceyo terliklerle gezmeye başlamak üzereyim. bi kere yani, ayakkabı denen şeyin standart üretilmesi bile bi sakat aslında. düşünün hak vericeksiniz. vermelisiniz.
yarın istanbula gidiyorum demiş miydim?
bir sürü sıkıntılı şey yazmıştım ama sildim. öyle işte.
youtube'a girin, simon's cat yazın, çıkan animasyonları izleyin. kıyağım olsun.
pertavsız, annemin en sevdiği kelime.
hayatım boyunca "ayakkabı delisi kadın" olamiycam ben, ne iç rahatlatıcı. çünkü rahat ayakkabı bulmam imkansız. ya bol gelir, ya keser. yaptığım 2 tekne gezisinde 4 yunus görmüş biriyim ben, yani teknik olarak az buçuk şanslıyım denebilir. ama artık aciliyetten çıktığım 3 büyük ayakkabı alışverişi seferinden elim boş döndüm. öyle bi ihtimalsizlik yani. giyebilseydim, rahat olabilseydi, tek derdim rengi olsaydı filan... imreniyorum arada. şu koşullarda giderek bunalıp ceyo terliklerle gezmeye başlamak üzereyim. bi kere yani, ayakkabı denen şeyin standart üretilmesi bile bi sakat aslında. düşünün hak vericeksiniz. vermelisiniz.
yarın istanbula gidiyorum demiş miydim?
bir sürü sıkıntılı şey yazmıştım ama sildim. öyle işte.
youtube'a girin, simon's cat yazın, çıkan animasyonları izleyin. kıyağım olsun.
pertavsız, annemin en sevdiği kelime.
1 Kasım 2008 Cumartesi
mesela
saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl diye gidiyo ya hani..
karar verdim, en büyük kelepçe kol saati.
çok sıkıldım ben zamanı ölçmekten, takip etmekten ve hep hep hep bilmek zorunda olmaktan. geri saymaktan, çentik atmaktan. "az kaldı"lardan, "ne kadar kaldı"lardan-- istemiyorum. bıkıyorum, sıkılıyorum, isyandayım işte.
öyle bi geçsinler istiyorum ki farkına bile varmayayım. saymak zorunda kalmayayım. zaman, öyle bir geçsin ki dursun aslında. hep aynı anı yaşamak istiyorum ben; uzun, güzel, mutlu, aydınlık bi an. o en sevdiğim anı uzatmak istiyorum sadece.
aydınlık, hakikaten. aydınlık olsun. tek isteğim. uzun, mutlu ve aydınlık. kol saatsiz.
karar verdim, en büyük kelepçe kol saati.
çok sıkıldım ben zamanı ölçmekten, takip etmekten ve hep hep hep bilmek zorunda olmaktan. geri saymaktan, çentik atmaktan. "az kaldı"lardan, "ne kadar kaldı"lardan-- istemiyorum. bıkıyorum, sıkılıyorum, isyandayım işte.
öyle bi geçsinler istiyorum ki farkına bile varmayayım. saymak zorunda kalmayayım. zaman, öyle bir geçsin ki dursun aslında. hep aynı anı yaşamak istiyorum ben; uzun, güzel, mutlu, aydınlık bi an. o en sevdiğim anı uzatmak istiyorum sadece.
aydınlık, hakikaten. aydınlık olsun. tek isteğim. uzun, mutlu ve aydınlık. kol saatsiz.
(-_-) (-*-) (>_<) (^_^) (!_!) {-_-} {*:*}
başlıktaki eserimin adı 7 cüceler olsun.
ben küçüktüm, kaçmayan çorabım vardı. en fazla delik oluyodu yani. süperdi. ekoseli mi neydi sanırım, dikilince belli olmuyodu.
çorap demişken..
nil karaibrahimgil'li penti reklamıyla ilgili tek bi sorunum var: o çorapların hiçbiri satılmıyo! yok işte. çorapçı da satmıyosa kim satıcak, nil mi dağıtacak sokaklarda çaça adımları yaparak? ayrıca "ay ne kadar da coşkuyla kocaman gülüyo, kahkahası çok şen" diye her yaptığı işin sonunda gülmesin rica edicem. klipler, reklamlar.. gözler kısık,elde mus çorap, "pentii".... AHAHAHAAHA! yapmayın nolur şu "kameralar kapanmadan önce kendini tutamamış doğal kız.. ve... fade out" işini. madem o kadar doğalsın, manyak mısın, tamamen kurgulanmış bi reklamda oynuyosun? "çok ciddi olmasın, gençler falan". yok ya. o zaman nil'i çorap çekmecesi önünde görelim, giysin çıkarsın, ifrit olsun filan. sonra da gülsün, tamam. ça ça ça danset, ben bugün nasılııım de mekanın ortasında, tut bacağını ıstakanın yanına ser, sonra ay ne doğal, tutamadı güldü. peh. yine de reklamı geçtim, önce çorabı satmayı becerin derim sayın penti. eğer "penti butik: limitıd edişın" filan gibi bi fikriniz yoksa bi an önce dağıtıma geçin. arz-talep ilişkisi leyla-mecnuna dönmesin. derim ben şahsen. nimet çubukçu alamadığı mor-mavi degrade çoraplara üzülüyor diye duydum meclis koridorlarında.
bir de ankarada yaşayanlara, medlab'ın ilk başvuru doktorluğu hizmeti hakkında bi koşu bilgi almalarını öneririm. yıllık 100 ytl gibi makul bi üyelik ücreti var. uzman gerektirmeyen danışma, teşhis, tedavi ücretsiz. branş doktoruna giderseniz de sadece 20 ytl mi ne ödüyosunuz. tetkikler için %30 indirim var. ambulans hizmeti de var. yani ben derim ki, bi bakın, aklınızda olsun. reklamları dinlediniz ama gerçekten işe yarayan bi şi ve çalışanlar güleryüzlü, özenli insanlar. daha nolsun. ufak tefek şeyler için güvendiğiniz bi doktor olur en azından.
ve.. patenlerimi özledim. selamlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)