13 Şubat 2013 Çarşamba

guguk zaferi

Ben HES projelerini takipten bıktım. Yani iptal edilen projenin karara rağmen sürdürülmesine artık şaşırmıyorum, başbakan çıkıp aynı şeyi Taksim projesi için söyledi zaten. O da proje, bu da proje. Geberene kadar, varını yoğunu harcayarak çabalıyor insanlar. bir "hukuk zaferi" kazanıyorlar. o gün mutlu uyuyorlar yahu, "yaptım, kurtardım" diye. Takan yok. inşaat devam ediyor, mühürlenmeye bile tenezzül edilmeden. İşte tam o an delirebilir insan, delirmeyip direniyor. beni bıktıran bu.

Yani öyle bir hal düşünün ki insanlar "Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu Meclis gündeminden geri çekilsin" diye kampanya yapıyor. "Kötü adamlar" yapmıyor, hayır. Kampanyayı başlatan kişi Nasuh Mahruki. Sebebi de bu güzel isimli kanunun aslında tam bir rant kapısı olması. Milli Parkların, yaban hayatı koruma alanlarının inşaata açılmasından ibaret bir düzenleme. Bir benzerini "şehir içi sit alanları" düzenlemesinde görmüştük, dönüp dolaşıp "kentsel dönüşüm" denen ucubeliği yaratmıştı. Sonra bi de "afet riski taşıma" düzenlemesi çıktı başımıza. Bak normalde bunun da adı ne güzel, deprem ülkesinde şart. Şöyle küçük bi ayrıntı var tabii; afet riski taşıyorsa eğer, bir yerin sit alanı olmasından kaynaklı koruma kararı kaldırılıyor; çünkü afet beklemez! Tabii bu düzenlemeyi kılıf edip, çoğunluğu 3. ve 4. derece deprem bölgesi olan Ankara'daki şu son şahesere imza atmaları enteresan oldu: "Devlet Mahallesi'ni yıkacaaaz, tükkanlara çevirip turizm hizmetine açacaaaz, hem angara hem ülke kazanacaak".

Neyse, zaten gözünü sevdiğim muktedirler senin benim kelimelerimizi alıp, içini boşaltıp, yepyeni ve rant dolu bir şeyle doldurmaya bayılıyor. Sonra da çıkıp "ne yani? biyoçeşitlilik korunmasın mı?! sen ne biçim çevrecisin? işte bunlar hep terör!" diyebiliyor. "ne yani, depremde ölsün mü canım Ankaralı? kentsel  dönüşmesin mi fakir vatandaşım, hep sen mi yiyeceksin soğanın cücüğünü?" Biz de de gak gak gubarak, "ama ama ama" diyoruz - izah etmekten nefesi kesilen denizli horozları olarak. 

 Bakınız: Kazım Delal, HESlere karşı dava açabilmek için ahırdaki tek ineğini satmıştı. İkinci davanın ücreti olan yaklaşık 4500 TL'yi bulabilmek için zamanında ondan habersiz (adına PTT havalesi göndererek) bir kampanya da başlatıldı, yeterli olmayınca Delal bir bankadan kredi çekmiş. Öyle kolay iş değil yani dava açmak, birey olarak şirketlere kafa tutmanın maddi boyutu büyük. Karısı ve akrabalarıyla birlikte yaptı bunu 67 yaşındaki "Yurttaş Kazım". Nihayetinde, davayı kazandı.  Rize İdare Mahkemesi, Salarha Vadisi üzerinde kurulması planlanan Ambarlık HES Projesinin ÇED olumlu raporunu iptal etti. Haberi okursanız, "emsal niteliğinde" dendiğini göreceksiniz. Oysa "çevreci cephe" ben en son bıraktığımda, açtıkları 36 davanın 35'ini kazanmıştı ve diğeri de devam eden bir davaydı.Yani emsal zaten çok, uygulama sorun. Birilerinin kürsü başında ter ter tepinmesini gerektirecek kadar haklı bu çevreciler: o yüzden de hukuk her aşamada çiğnenerek hem doğal hem bireysel haklar ihlal ediliyor. Bir vatandaşın hukuki yollara başvurarak haklılığını ispat ettiği haklarını gasp edebiliyor özel şirketler. Konu tabii ki sadece HES değil, "doğal kaynak"ın her türü. Madencilik de aynı hikaye.  20 metreyi bulan uzunlukta mahkeme kararını gösteren köylülere rağmen taş ocağı inşaatı devam ediyorsa, kim n'apsın?

Ha nedir, o kanunlar ve bu hukuk ihlallerinin sonucu şu oluyor: Antalya'daki bir milli parkın göbeğine HES kurmayı planlayabiliyor şirketler. N'olacak ki yani, pardon? 32'si endemik, 111 bitki türü varsa n'olacak? Orkidelerin (ki soğanlarının çift sökülmesi yüzünden zaten tehdit altındalar) son yaşam alanıysa ne fark eder? "Kanuna göre yasak" mı diyorsunuz? "hukuka aykırı" mı diyorsunuz? yasama bunun için var. Kanunla hukuku değiştiririz, olur biter. Minareyi çalmaya niyetlendikten sonra, istersen kılıfını kanaviçe ör, ister halı motifli doku, fark etmez.

Sen seni düşünmezsen, kim seni düşünsün? Türkiye, gemi sökümü yapan 6 ülkeden biri, en büyük 4 tesisten biri bizde. Asbest yüklü tankerlerin iskenderun'a gelişini belki hatırlarsınız. Parası bol tabii. Bu öyle bir sektör ki, Bangladeş'te çalışanlarının çoğu 15 yaşın altında, ağır zehirli kimyasallardan hasta olmuş vaziyette, AB ülkelerinin pisliğini temizliyor. Gemi sökümünden çıkan metaller de (ki %100 dönüşüm esas) kendi çelik sektöründe işlenmek üzere gönderiliyor. Ayrıntısını okusanız, UND bandralı şileplerin tamamından nefret edersiniz.


 Benim en net hatırladığım olay: Hollanda'dan Türkiye'ye gönderilen gemi asbest içeriği normalin 100 (veya 1000? olabilir) katı olduğu halde evrakta sahte beyanla yola çıkmıştı, Türkiye kabul etmeyince Hollanda çevre bakanı aceleyle Ankara ziyaretinde bulunmuş ve dolaylı rüşvet teklif etmişti. Kabul etmedik, o ayrı. Sanırım o gemi daha sonra Fas'a mı ne gönderildi. Zaten daha önce benzer evrak sahteciliğiyle Fas'a gönderdikleri ve "çıkan hafriyatı baraj yapımında kullanabilirsiniz! işte size etinden sütünden faydalanma önerisi!" dedikleri ortaya çıkmıştı. Bunları tek tek hatırlıyor olmak beynimi yoruyor. Konuyu uzatmayayım:

Şimdi AB'de yeni bir düzenleme önerisi var. Artık evrakta sahtecilikle kendimizi yormayalım: toksik atıklı gemilerin sökümü serbest olsun! Neden mi? e canım, bu sektör yoksul ülkelerde istihdam yaratıyor! yaa yaa, öyle mühim. İşsizlik diye ağlaşan zengin ülkeler nedense bunu kendi ülkelerine çekmeyecek ve o istihdamı kendi ülkelerinde yaratmayacak kadar da bonkörler ve biz pis fakirler kıymet bilmiyoruz! Aklıselim hukuk insanları var da "şey yalnız, öyle olmaz o iş" filan diye itiraz etmişler, bakalım. Türkiye gündemine girer mi, yoksa önce başbakanın hangi diziye laf ettiğini mi takip etmek icap eder, bilmiyorum. Suni gündemler gaz bulutu gibi çöküyor her yere.


Bulutsuz günler dilerim efendim. Dağıtın bulutları.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Yok yaaa senin kesin kose yazari olman lazim oyle uzaktan ol dokunmasinlar susturmasinlar... Da kesin bulurlar.... Olmaz

idilik dedi ki...

Üstteki yoruma katılıyorum.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker