20 Haziran 2012 Çarşamba

nellie

10 gün kaldı. 10 gün sonra toplamda 13 saat filan uçup, sonunda da toprağı öpücez sanırım. başka hiçbir şey düşünmüyorum. aktarmalı uçuş olduğu için ilk defa sevindim, sürekli otursak sonu iyi olmazdı. seyahat pakedimizi yollamış acente, içinden dünyanın en garip rehberi çıktı. fauna rehberi gibi bir şey; ne ülke, ne bölge anlatıyor. bir harita bile yok; sadece yedi düvelin hayvanları. o da lazım tabii ama temel şeyler eksik. o yüzden mini bi rehberle harita aldım. normalde uçuşta sınır 30 kilo; ama arada pırpır uçağa bineceğiz ve onda bavul için kilo sınırı 12 filan. zaten ağırlık kaldırmaması gereken bi ikiliyiz, bu sınırı 10 kiloya düşürdüm ben kafamda. hint tipi priz kullanılması ihtimali mevcutmuş, adaptör arıyorum. bi de "yanınızda dürbün getirin" demişler, böyle bir hizmetsizlik. haliyle bi de dürbün peşindeyim; bi seferlik, üç günlük, sonra bir işime yaramayacak dürbün.

peşmelba girişimim lezzetli ama (buralarda yarma şeftali bulamayınca) pek bi şekilsiz oldu. olsun, severim ben. bu peşmelba'yı da fi tarihinde (1893'müş) avustralyalı opera sanatçısı nellie melba hanımın şerefine yapmış bi fransız aşçı. hatta savoy hotel'de yapmış ilk. "melba usulü şeftali" derler; ama "melba şeftalisi" bence. "şerbetlenmiş yarım şeftalinin erotik çağrışımları" konusunu inceleyenler oldu mu bilmem. neyse, bu yıl tarifi yenileyerek yeniden yapmış savoy bu tatlısını. gerçi ne eklenir, ne çıkarılır, hiç; ama olsun. benim için tesadüfü güzel.

kardeşim resmen 20 yaşında. artık o bile bi "teenager" değil. bu ara leyleği havada görmenin keyfini çıkarıyor. istanbul'da turist gezdirecekmiş, pek bi pırpır. paralel evrenlerde tekrarlananlar gibi gibi. yirmi yaş. herkese olur da kardeşime olunca şaşırtıyor niyeyse. yirmi.

penguin books "dünyayı değiştiren" klasikleri "great ideas" adıyla 5 seri olarak yeniden basmış, her birinin kapağı farklı bi tasarım. pek bi güzeller, bir arada mozaik gibi, kolaj gibi görünüyorlar. orwell'in hayvan çiftliği de olsa tam olacaktı.

mubi'yle eve kapanma halimizi kırıp moonrise kingdom'ı sinemada izledik. ne de iyi etmişiz. fragmanı gördüğümden beri vizyona girsin diye bekleyip duruyordum, arkadaş dürtüğüyle gittik. sinemada bol gürültülü şeyler yenmesini saçma buluyorum, hele ki bu bitmeyen cipsin üstüne bitmeyen patlamış mısırsa. ben saçma buldukça tam arkama düşüyorlar haliyle. film iyi olunca duymuyor insan. ekip "ya hadi artık kendimiz için film çekelim, çok eğlenelim" demiş gibi bir hali vardı; sakin, samimi, renkli.

dün akşamüstü yan sokakta 3 el ateş edildi. tak-tak----tak. sonrasında hiçbir ses, bağırış filan duyulmadığı için çatapat, kızkovalayan vb bir şey olmasını umdum bi süre; silahmış. sonrası polis arabaları. kimse hiçbir açıklama yapmadığı için akibeti belirsiz. "kanalda cesedi bulunan kadını tanıyor musunuz?" ilanlarından sonra, biraz fazla yakın. "20 dakika önce oradaydım" kadar yakın.

bi de havalar güzel, güneşli. nehir boyunca, okul gezisine çıkan öğrenciler bir, ben iki.

*
haberler. bi de haberlere filan layık bulunmayanlar. biraz tutarlılık hiç fena olmazdı. "van minüt!" çıkışıyla övünen, orta doğu ve orta asyanın biricik abisi olmaya yeltenen bir hükümetin mültecilere biraz daha sıcak bakmasını bekliyor insan. mülteci sonuçta, herhangi bir göçmen değil. ne bileyim, 61 yıldır süren şu "batıdan gelecek mülteci ve diğerleri" ayrımındaki garabeti kaldırmalarını gerektirirdi tutarlılık. dünyada bu ayrımı sürdüren tek ülke olmanın eminim ki paragraflarca, çoook derin açıklamaları vardır da işte, insanca değil. ankaradaki UNHCR binasındaki güvenlik önlemlerini görseniz, anlardınız. kendini yakanlar oldu o binanın önünde, haber bile yapılmadılar. bir güvenli yaşam arayışındakilere potansiyel suçlu gözüyle bakmanın veya "bunlardan iki tane götürelim, başbakan bayılır" egzotikliğinin arasında bir yerde, insanlar yardıma muhtaç. somali için kampanyalar düzenlenirken, kimsenin aklına gelmiyordu bu biricik halimiz.

mülteci statüsünü bile çok gördüklerinin güvenliğini dert etmez ki devlet. diyeceksiniz ki "türkiyede mülteci kampları var". var; ama onlar hep "geçici" statüde. türkiye mültecilere sığınma hakkı vermediği için çoğu üçüncü ülkeye gitmek için başvuruyor ve o başvuru yılllaaar sonra belli olana dek, "geçici ülke"de görünmez kalıyor. mesela şu son dönemde suriyeden iltica edenlerin o şansı da yok. görünmez vaziyette, bir kampta, "yaşadığına şükret" arafındalar. bir ülkenin, iltica durumunda yapılabileceklere dair seçeneklerini minimuma indirip sonra çıkış bulamaması pek akıllıca değil. körfez savaşında yüz binlerce insana umut kapısı olmuşken, artık kendini bu kadar küçük görmeyip, gerçekten yapabileceklerinin adını koyması lazım. adını koymuyorsa iddia havada kalıyor.

ayh öyle işte. fi tarihinde yazdığın konuyu tekrar yazmak kadar da insanı bunaltan şey az. değişsin azıcık haberler. yazmak istediğim başka şeyler var aklımda; ama yok, olmuyor. aklıma hep potinbağı senfonisi geliyor, bir de yeşil renkli namus gazı. o kitap hep benim sığınağım oldu.

1 yorum:

mz dedi ki...

Cok heyecanli! :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker