20 Haziran 2011 Pazartesi

haftasonu paristeydim şekerim

eh, döndüm. memleket güneşi başka şey, paris yağmurluydu, bulutluydu. toplasan 2 gün dolanabildim etrafta ama olsun, bende çene bol. hem her dakika olmadığına göre, sahiden "haftasonu paristeydim şekerim" tadında bi durum raporu:

1) belimi sakatladım. bacağıma vuruyor. geçer heralde, üstünde durmuyorum. sadece bi ara yüzümü gökyüzüne dönüp "gözü kalanın gözü çıksıııın!" diye bağırmak istedim, o kadar. kendimi bildiğim için yanımda ilaç vardı, bikaç güne toparlarım. ama geziye damgasını maalesef belim vurdu. o yüzden performansım düşüktü.

2) iki hedefim vardı: paristeki türk böyyüklerini ziyaret, bi de geçen sefer geç kaldığım centres pompidou. cuma öğle vakti le pere lachaise: önce y.güney sonra a.kaya'ya uğradım. mezarlık planında yer almıyolar, infoya gittim, "benim aradıklarım burda gösterilmemiş" dedim."ünlüler mi" dedi, "heralde!"dedim. "nerdensiniz" dedi, türkiye deyince hop, işaretledi. karşılıklı birer sigara içtik her ikisiyle de. uslu çocuklar olursanız fotoğrafta da bunu görebilirsiniz (maalesef çiçekler benden diil). sonra piaf ve wilde. daha da gezilebilirdi -ama belim.

2. dünya savaşında nazi karşıtı direnişçiler ve kurbanlar için ayrılan köşede haykeller vardı. fransanın yerli giacometti'si olduğunu tahmin ettiğim louis bancel'miş heykeltraş. neyse, figürlerin o cansız, halsiz, çelimsiz halleri şüphesiz ki muhtemel bir kahramanlık anıtından daha çok şey anlatıyodu.

3) aylaklığıma niyeyse bi anlam katmak için gelmeden önce bi kenara not ettiğim mağazalar vardı, onları keşfe çıktım. anca 140x200 michelin haritasında görünen sokaklar olduğu için bolca daireler çizdim, girdim çıktım. genelde marais. iyi ki müze diye bi şi var, yoksa ben bu ufacık tefecik mağazalara servet yatıracaktım. zaten ona yakın bi şi yaptım, kıt kaynakları verimli kullanarak. deneysel çalışmalarım arasında le whif yer alıyo mesela, "eating by breathing". süpersonik bi şi.

ayrıca, st.germain tarafında kapanmak üzereyken girdiğim bi cam atölyesi vardı ki ah, kalbim. mekanın vitrini ve tavanı, bu blogun yegane süsü olan kuşlarla, sinekkuşlarıyla doluydu. camdan. renk renk. uçuyorlar. havada asılı. cam sinekkuşları, hepsi el yapımı! içeri girip sadece tavana baktım, kaldım öylece. sonra dayanamayıp bütçe sarsmayan boylardan 1 tane aldım. itiraf ediyorum, tavandakilere kıyasla resmen çirkin benimki ama baktıkça onları hatırlıyorum. harikalardı. neyse, aşağıdaki fotoğraflarda boyut anlamanız için yüzük ve sevgili minik baykuş kıyaslamalı fötö. biricik sinekkuşumun yanı sıra dünyanın en küçük serçesine de sahibim:


sonra mesela bakınız sevgili mariages frères. çay çay çay. döne döne hepsini kokladım, sonunda "ay suyu" aromalı beyaz çayla çıktım. ay suyu evet. ananas ve çiçek de denebilir ama ay suyu daha romantik. alamadığım şişelerce çayın kokusu burnumda kaldı. tamam biliyorum, pis sömürgeciler oldukları için böyle bi dükkan var. olsun. ay suyu dedim, dikkatinizi çekerim. ayrıca cherry blossom aromalı beyaz/yeşil çay da diyebilirim. böyle şeyleri arkamda bırakıp çıkabildim ben.

4) daa daa sonra: centre pompidou. sabit koleksiyonun ilk katının ortalarında ciddi bir bel-bacak ağrısıyla kitlenip bi banka oturdum, ondan sonrası tonton teyze temposuyla geçti: 2 resim, bi bank. 3 resim, bi sandalye. olsun, vakit boldu. otto dix'in sylvia'sı ve matisse'in la blouse roumaine'i güzel sürprizlerdi, ikisini de yanımda getirdim. sürpriz kısmı hindistan sergisiydi, döne döne gezdim, tüm videoları sabııırla izledim, doydum.

bu arada "is this art?" diyeceğimiz parçalar da elbet vardı, anca yanındaki metni okuyunca "vaouuv" çektiğimiz açıklamalı eserler. sanat değil, anlam. yani kağıda kırmızı bi çizgi çekip fal bakar gibi "burada bekaretten kaynaklı toplumsal sorunların yarattığı ruhsal parçalanmışlığı ele aldım, hayatımızı ikiye bölüyor, hem fırça izlerindeki kesiklikler de 'niye erkek değilim' diye ağladığım dakikaların toplamına eşit" filan desem, tutar belki? çok ukala ve düz kafalıyım, kabul; ama sahiden, açıklamalı sanatın da bi sınırı olmalı. çizgi örneğinden gidersek, malevich çizgisi diil mesela bu, başka. "buna bakınca bi şi anlamak için bu bilgileri de edinmiş olman lazım" reçetesi züppelik bence. is this art? ben açıklarsam yes. anlamaya çalışıyorum, cidden.


tabii, klein hariç. tüm bu ağrılı sergi turunun en çarpıcı yanı kelin köşesiydi. zamanın dehlizlerinden sizin için arayıp bulduğum bu güzel yazıda belirtilen, mavi-volare-kuğu dalışı meselesi  ilk okuduğumda beni çok heyecanlandırmıştı. resim-fotoğraf-müzik bağlantısı da olabilir.  klein işte, bi başka. bir anda, hop diye tüm haşmetiyle: mavi!

5) ay neyse, uzadı. bundan başka öğlenimi lübnan, akşamımı madrid mutfağıyla geçirdim. bacağım yüzünden habire otelciğime geri dönüp uzandım, dinlendim. taş çatlasa yarısını anlayabildiğim reality showlar izledim. metro çok güzel bi şi. harita daha da güzel bi şi. habire yağmur bastırdığı halde inatla şemsiye almadım, fularımla hızlı bi em.ine s.be.der stili yakaladım, hatta evet ben bu konuda ustalaştım. saçak altında yağmurun bitmesini bekledim, her fırsatta brioche yedim. ilaç yüzünden alkol alamasam da, iş kısmından mütevellit gittiğim akşam yemeğinde yağmur damlası tadında bi beyaz şarap içtim en azından.

ay suyu, yağmur şarabı, böyle bir ilimiz paris.

9 yorum:

Adsız dedi ki...

özendim doğrusu. haftasonu paristeydim şekerim. öyle umursamaz bi başlık ki. ben olsaydım. paristeydim lann!! çatlayın ibneler!!11 diye başlık atardım heralde. e görmemiş parise gitmiş tüm alemin başına kakmış hesabı.

deryik dedi ki...

böyle anlaşılmış olması enteresan. kamuflaj insanın kendine yakışanı giymesidir bi yerde.

Adsız dedi ki...

uzun zamandır nete giremiyorken en çok senin ne yazdığını merak ettim.. açar açmaz gezi nedeniyle yazamadığını fark edince çok sevindim... yine okurdum elbette ama ben sabırsızm sindiremiyorum senin gibi:)

hoşgeldinn..

jelatin dedi ki...

Elvan sensin bence.

deryik dedi ki...

utanarak soruyorum prensesim: elvan ne, yeni kod adım mı?

jelatin dedi ki...

Ahmet Kaya'nın mezartaşı üzerine yazmışsın ya adını keçeli kalemle.. onu diliyorum. bakarkör.

deryik dedi ki...

hahah valla görmemişim :) keçeli kalem diil o resmen mermer kakma.

Adsız dedi ki...

Turk demissiniz ama Kurt buyuklerini ziyaret etmissiniz. Kurt olduklari, kimliklerini her turlu baskiya ragmen gizlemedikleri icin muhtemelen mezarlari ulke disinda. O yuzden lutfen yaziniza bu duzeltmeyi ekleyin.

deryik dedi ki...

sanırım oradaki "türk böyyükleri" esprisi girişimim havada kalmış. merak etmeyin, kürt olduklarını da, kimliklerini gizlemediklerini de gayet iyi biliyorum. zaten oraya salt filmleri ve şarkıları yüzünden gitmedim. umarım bu anlaşılıyordur.

ülkede iyi bir şeyler yapan herkesi ve her şeyi "türk" sayan bir klişe "türk büyüğü". son dönemde de devlet/ kamuoyu kendince iade-i itibarda bulunup, yine de sizin de belirttiğiniz gibi kimliklerine hiç değinmedi veya "iyi kürt" ilan etti. bir anlamda türkleştirerek sevebildi. benim kelime tercihim aksine ona göndermeydi. minik kuşun minik olmaması gibi, diyelim.

bu açıklamayı yaptıktan sonra, bir düzeltmeye yapmaya gerek görmüyorum. umarım niyetim anlaşılmıştır, aksi üzer.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker