12 Haziran 2011 Pazar

börülce, dicle ve diğer şeyler.

iki gündür, bal-kaymak seansı yapıyorum. çok tahıllı ekmeğin dilimini ısıtıyorum, azıcık kaymak. sürünce eriyor. üzerine azıcık bal. kıt kaynakların fazlasıyla tasarruflu kullanımı. resmen o bi dilim ekmeği hazırlarken bi porsiyon bal-kaymak yemişcesine doyuyorum.

dün ben 6 km yürüdüm. daha da yürürdüm ama, döndüm. hisardan baltalimanına geçiş hattı dün yine battı işte. sarıyer belediyesi meclis kararıyla tüm kaldırımları otopark olarak tahsis etmiş galiba. yürürken dibinizde korna çalıyor ve sağa çekilmeniz söyleniyor. yayaları örgütleyebilirsem, "kaldırım sizin olsun, biz yoldan yürürüz" hareketi başlatıcam.  ağır adımlarla volta atarak caddeyi trafiğe kapiycaz. . her korna çalındığında da park halindeki bi aracı çizip dikiz aynasını kırıcaz.


kuru börülce salatası lazımmış bana. yeni yaz öğünüm. basık ve sıcak havalarda öğün atlayıp sonraki öğünde anormal bir iştahla ne bulsam yiyorum. evet, sağlıklı değil, midem de aynı fikirde. ben yemeklerimi "bünye istiyo"ya göre şekillendiriyorum genelde: bkz. bal-kaymak. bünye azıcık bakliyat da istese fena olmaz.

bi de, bunca yıl "ay ben sadece yeşil çay lütfen!" diyenlere burun kıvırmış biriydim ben. kahve pek içmem; ama çay dediğin, tercihen tomurcuk atılmış demleme çay olacak. (bu arada ne zaman oldu da güzelim tomurcuk yerine önce earl grey sonra da "türkçesi buymuş" havasıyla "bergamot" der olduk bilmiyorum; tomurcuk o bi kere, selpak gibi bi marka-ürün.) neyse işte, gün oldu devran döndü, midem yüzünden "ay ben sadece yeşil çay!" oldum.  bu hazin hikayemin güzel sonucu: yeşil çay olacaksa da bence yaseminli olsun. uzun arayışlarımın sonucu, favorim yaseminli yeşil çay.

niye habire yemekten bahsettiğimi ben de bilmiyorum. başka bir şey yazacaktım.

*

hatırlar mısınız, 2009 yılının ekim ayında, 37 yaşında bir öğretim görevlisi, dicle koğacıoğlu "hayatta çok acı var, dayanamıyorum" yazılı bir not bırakıp köprüden atladı, aramızdan ayrıldı. hatırlarsınız. psikologlar buna akıl krizi dedi, pskiyatrlar böyle bir tıbbi terim olmadığını söyledi. basın bu olayın arkasında gizem dolu bir şeyler aradı, bulamadı. birçok insan anlamadı ya, bazılarımız anladık. anlıyor olmaktan da korktuk sanırım. onunki aşırı hassasiyet veya duygusallık değildi ki. akıl krizi ne demek hem? benim sık sık aklıma geliyor dicle hoca. tanımadan, görmeden, çok sık geliyor. söylediği şeyi, her gün tekrarlıyoruz biz. her gün "yeter" diyoruz bir şeylere; okuduğumuz habere, gösterilen muameleye, gidişata, gidemeyişlere. sonunu böyle getirmek cesaret midir, korkaklı mıdır, bunu tartışmak haddim değil. cesaretle ilgili bir konu olduğunu da düşünmüyorum. sadece söylediği şey, "çok fazla acı var, dayanamıyorum" sözleri, o kadar yalın bir özet ki aklımdan çıkmıyor.

tüm varlığını hayvanlara bağışlamış, bıraktığı notta. ne kadar varlığı vardı ki 37 yaşındaki öğretim görevlisinin? bağışlamış işte. ölümüyle ilgili gazete haberine bırakılan yorumlara bakıyorum. "hayvanlar kadar insanları, hayatı, ülkeni sevsen, bırakıp gitmezdin, aklına gelmezdi!" diyenler var. "insanları sevsen, kalıp savaşırdın onlar için! bizi niye seçmedin!" ne kadar iddialı, hatta resmen kızgın laflar değil mi? bir ölüm haberine yorum bırakmak için tıklayan klavye sahibinin, tuzu kuru birinin bu rahatlığı karnıma kramp sokuyor. bu da acı işte, acı değil de ne? elini taşın altına koymamışların, koyamayacak ve koymayacak olanların, bir insanın çektiği acıya dayanamayışına tahammülü yok. atıp tutuyorlar; çünkü dicle hoca bir an için aramıza dönüp "sen ne diyosun be, aklının alamayacağı kadar çok sevdim" diyemiyor. oysa dicle hoca tuzladaki işçi ölümleri üzerine çalışmış, onun emeğine saygıdan cenazesine otobüslerle gelmiş işçiler.

bu ekimde, dicle hoca gideli 2 yıl dolmuş olacak. akıl krizi dedi psikologlar, "akıl tutulması" gibi. oysa ben, biz, siz, on anlayabiliyor olmaktan gizlice korkanlar olarak, bu işin bu kadar basit bir açıklaması olmasına sinirleniyoruz işte.

sonra düşünüyorum, anlamaya çalışıyorum. hani bazen deriniz su toplar, soyarsınız. o derisi kalkan yer inadına hassaslaşır, sanki vücudunuzun en ulvi noktasıymış gibi her yere değer, değdikçe acır. işte dicle hoca su toplamış sanırım. o acılara dayanamayışı bundandı. soyulmuştu, açıktaydı. kötü bir şey değil bu. aksine, nasırlanmaktan çok daha iyidir, hâlâ su toplayabiliyor olmak.

*

işte bu yüzden sanırım, arada yemekten, ottan böcekten bahsediyorum, detoks niyetine.
bi de 7 çiçeği ve 8 goncasıyla odamın baharı olan mor menekşemle gurur duyuyorum.

4 yorum:

hep dedi ki...

Görmek, anlamak ama bir şey yapamamak çok yoruyor insanı Deryik. Haberlere bol keseden yorum yapmak yerine "haber olmak" yoruyor. Senin şu yazın yorum bile istemiyor aslında, öyle açık ki. Ama eminim bir sürü abuk yorum geliyordur senin yazılara da..
Neyse diyeceğim Deryik, bergamotlu yeşil çay da güzel, tavsiye ederim :)

arman dedi ki...

dicle koğacıoğlu'ndan bahsetmek,
onu anmak..
çok güzel bir insansın sen.
iyi ki aylar sonra bir şekilde okudum blogu. yine saçma şeylere yoğunlaşıp atlamışım.. yazının kendisi çağırdı herhal..

Galiba yapmak gereken, hassas ruhları keşfettiğimiz anda onlara itina, ihtimam göstermek,haber almak, yakın olmak.. buna kendimiz de dahil. Bu iletişim çağında en az yaptığımız şey.

hayatta her şey, her an olmaya,tekrarlanmaya devam ediyorken, hassas ruhların bu dünyada uzun kalması hep zor olacak zaten.

Ha bu arada UKOME birinci derece acil durum yollarına ispark'ın park yeri yapmasını da yasakladı dün. Umarım etkisini göreceğiz.

AidaSalem dedi ki...

"yavaş yavaş delirdim kimse fark etmedi" yazılı bir not bırakıp köprüden atlayan kadın geliyor benim de aklıma çoğu zaman.
"anlayabiliyor olmaktan gizlice korkanlar" çok doğru bir ifade. bunu okuyunca bile midemin oralarda bir yere garip bir ağrı saplandı.

deryik dedi ki...

hep: yok, tuhaftır ki bana çok nadiren saçma yorum geliyor. okuyanlarla kafa dengiyiz, çok memnunum :) çayı da deniyciim.

arman: teşekkür ederim. böyle insanlar, "benimle ilgilenin" de diyemiyor genelde, etraftaki ilgi arsızlarının aksine. ukome'nin kararına da dehşetle şaşırdım, bundan önce izin vardı yani?? neyse, umarım dediğiniz gibi, iyiye gider, iyiye döner.

aidasalem: daha da gençti o, açıp baktım bi, 24 yaşında, avukatmış. sınıra dayanan sinirler.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker