9 Şubat 2014 Pazar

Peru günlüğü - 4: Puno

Eveet devam. hatırladıklarım giderek siliniyor, ucundan yakalıyorum.

Arequipa- Puno arasındaki yol Peru'nun en manzaralı yollardan demişlerdi, öyle de çıktı. parası ve vakti olana tren öneririm, biz otobüse bindik. İlk saatimiz vikunya koruma bölgesinin içinde geçti. Puno 3800 metrede olduğu için, kıvrıla kıvrıla dağlara tırmandık. Otobüs yolculuğunun en güzel kısmı taze meyve seansıydı sanırım, meyveler hep bir harika. 6 saatlik bir yolculukla puno'ya vardık.

yol üstü: vikunya uyarısı, ölenler için dikilen mini anıt mezarlar ve fonda her daim bi volkanik dağ.
 
Her şehir bir tür merkez demiştim daha önce, puno da peru'nun "folklor" merkezi, en eski etnik gruplardan bazıları burada yaşıyor. Şehrin en önemli yeri de meşhur Titicaca Gölü ki üzerinden aylar geçti ama hâlâ rüyama giriyor, öyle güzeldi. otele yerleştikten sonra biraz şehir turu için kendimizi sokağa attık. kolonyel kilisesi ve binalarıyla çok bir sürprizi yok şehrin; ama yine de cep güzeli.

Puno'nun çok bi özelliği olmasa da kendince deniyor işte: meydanı, kilisesi ve teyzeleri.
 Lonely planet'ın peru rehberine binbirinci kez teşekkür edeyim: balcones de puno isimli, dans gösterisi olan bir restoranda rezervasyon yaptık akşam için. evet, çok turistik; ama hem diğer seçeneklere göre daha sakin, kendi halinde bir yer, hem de başka türlü dans izleme şansımız olmayabilirdi. sonuçta harika yemekler (quinoalı dondurma!), en az 1 saat süren, canlı müzikli dans gösterisi ile geceyi kapadık. dansçılar güleryüzlü, müzisyenler neşeliydi, pek sevdik hepsini. sonuçta asık suratlı bir dansçı kadar mutsuz bir şey pek azdır.

türlü çeşitli danslar. tabii bi video değil; ama kostümlere dikiz. öncesinde hikayelerini anlatmaları iyi oldu. fotoğraf çeken ön masa türk bu arada. bi o beyfendi, bi ben zaten.
 Puno'da yükseklik etkisini gösterdi ve ben ilk gün, daha önce hiç yaşamadığım bir baş ağrısıyla kıvrandım. ben diyeyim darbeli matkap, siz diyin çin işkencesi. akşam yemeği üstüne koka çayı içtik, o biraz iyi geldi. koka çayı sahiden sihir gibi, ilaç gibi bir şey. yüksekliğe alışana kadar acı çekmemek için en iyi önlem bol su içmek ve hiç içki içmemek ki zaten tadımlık içiyor insan onca yorgunlukta. yine de ertesi gün için ilaç aldım, yepyeni bir insan olarak başladım güne. iyi oldu. bu ilaç günde 2 kez alınıyor, ben sadece 2 gün kullandım, bir yan etkisi de yoktu. peru'da adım başı satılıyor.

sabah hedef belli: göl turu.

Titicaca Gölü, kıtanın en büyüğü; çoğu Peru'ya, bir kısmı da Bolivya'ya ait. Uros adaları meşhur. Bu adalar sazdan yapılma; adalar, adadaki evler, tekneler sazdan, yemekler bile sazdan! inkalardan savunmak amacıyla yüzer halde inşa edilmiş yüzyıllar önce, ipi kesildi mi sürüklenerek bolivya'dan karaya çıkmak bile mümkün. gölde ayrıca sabit (gerçek?) adalar da var, Taquile gibi. günübirlik turlar Puno limandan kalkan teknelerle saat 9'da başlıyor, gün boyu başka tekne yok. sonra aynı tekneyle akşam dönüyorsunuz. taquile halkı ada turizminde söz sahibi olmak, geliri Puno anakaraya bırakmamak için bir turizm kooperatifi kurmuş, bileti onlar kesiyor, tekneleri onlar işletiyor. neyse, baştan başlayayım, taquile enteresan bir yer, sırayla.


 tabii ki hava yine sabah ayaz - öğlen yakıcı güneş - gece titreme döngüsündeydi. polarlarla çıktık yola, koşturarak teknelerden birine bindik. istikamet irili ufaklı uros adalarından biri. şansımıza pachamama çıktı, bizi adadaki 4 ailenin reisi karşıladı, çok neşeli, esprili bir amcaydı sağolsun. sazlıktan ada yapımını anlattı. tabii ki ispanyolca anlattı, o yüzden arkadaşlar iyidir. ada çok acayip: her adımınızda zemin biraz batıyor, e çünkü saz! 2-3 ayda bir sazlar çürüyormuş, yenilemek gerekiyormuş. turistlerden fırsat bulurlarsa adaların bakımını yapıyolarmış. her evin bi güneş paneli var, bazı turistler 1-2 gece adalarda konaklıyor veya saz teknelerle kısa bir tur atıyor. bizim vaktimiz yoktu, günübirlik turla yetindik. tur teknesi bunlardan değil bu arada, bildiğiniz boğaz motoru.


Uros adaları: meşhur saz tekneler, köy şefinden maket eşliğinde sazdan ada yapma eğitimi ve mini mini köy.






























Bir saatlik turdan sonra tekneye döndük. göl çok büyük. taquile'ye gitmemiz bir saate yakın sürdü ki gölün ortasında bile değil! bu arada güneş yükseldi, tshirtle terleten bir sıcak başladı. güneş kremini ben unuttum, siz unutmayın. adada yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle köy meydanına doğru tırmandık. öğle yemeğini adanın yegane restoranında yedik, tabii ki kooperatif işletiyordu. az ama öz bir yemek, çorba ilaç gibi geldi. sonra yürüyüşe devam edip adanın arka tarafından diğer limana indik ve tekneyle dönüş yoluna geçtik. adadaki manzara inanılmaz, tarifi zor. biraz fazla turistik görünse de adalılar pek bu tür işgallere pabuç bırakacak gibi değil, olaylara hakimler, o iyi.

en güzel manzaraların adası Taquile ve nihayet tam kadro fotoğraf.
 Taquile komün sisteminde yaşıyor, üç inka kanunu geçerli: hırsızlık, tembellik ve yalan söylemek yasak. Adadaki tekstil sanatlari UNESCO koruması altında. Kadınlar pamukluda usta, yün örme ise sadece erkek işi, 8 yastan itibaren. Gerçi yünü kadınlar eğiriyor; ama öremiyolar. Neden? Çünkü adada sıcaklık gündüz 20-25, gece 2-3 derece. cinsiyetler, hiyerarşiler efendim; gölün ortasındaki komünist adada bile bizi bırakmıyor. 3 katlı bir satış yeri vardı; ama bir şey almadan çıktık.

Titicaca Gölü'nün güneşin doğduğu yer olduğuna, kendilerinin de bu gölden doğduğuna inanan bir halk Taquileliler. O gölü bir kere gören başka bir şeye inanmaz zaten, sonsuza gidiyor gibi. dönüşte biraz kitap okumaca, biraz gün batımıyla mest olmayla Puno'ya vardık. Önceden gözümüze kestirdiğimiz, sömürge valisinden kalma evinin içinde yer alan kafeye gittik. yemekler eh işte, ama ortam ve müzik güzeldi. belki sahibi liseyi ankara'da okumuştur, sakarya'daki rock barlara takılmıştır. bence mümkün.

yan teknedeki uroslu çocuk, taquile'ye nazır gün batımı ve puno'da akşam cafe'si.

puno gezisi görece sakin; ama benim için oldukça etkileyiciydi. bir sonraki hayatımda deniz, güneş ve sazlıktan başka bir şeyle ilgilenmeyen uroslu bir çocuk olarak geleceğim dünyaya. tekneden turistlere bakıp sazların arasına saklanacağım. daha fazlası gerekmez.


arkası yarın: cuzco, amazon ve tabii ki machu picchu. valla az kaldı.

8 Şubat 2014 Cumartesi

granola

peru günlüğü sakız oldu. ofisten yazabilirim aslında; ama türkçe klavye olmadığı için erteliyorum, sonra hiç yazmıyorum. evet, klavye ayarları değişebilen şeyler, ama üşeniyorum. üşenmiym belki de.

neyse, herhalde hiç yapmadığım bir şey yaparak bugün blogda bi tarif vereyim dedim; çünkü öyle. tarif de dünya kolayı granola tarifi; çünkü öyle.

granola denen şey aslında bildiğimiz müsli a.k.a. yulaf ezmesinin yağ ve balla fırınlanmışı. çocukluğumdan beri süt konduğu an müslinin yumuşayıp lapa olmasını hiç sevmediğim için granolayı tercih ediyorum. ediyomuşum yani, burada fark ettim. neyse, paket paket almalar da bir seçenek olabileceği gibi, evde de yapabilirsiniz. hatta paket fiyatına kilolarca yapabilirsiniz, ondan bu tarif. tabii hazır alınabilecek bir şeyi evde yapmanın benim için yegane sebebi daha sağlıklı olabilmesi. haliyle içindekileri de ona göre seçiyorum.

toplam süre: 1 saat (uzuuun beklemeler yüzünden)
miktar:  yaklaşık 1 kilo

malzemeler:

4 çorba kaşığı / 1 bardak organik hindistancevizi yağı (burda bulması kolay ve fiyatı makul; ama türkiye'de fındık yağı tercih edilebilir. zeytinyağı filan olmazmış çünkü kokusu çok ağırmış, denemedim.)

4 çorba kaşığı / 1 bardak organik, işlenmemiş bal (genelde yağ ve bal 1:1 ölçüyle veriliyor. bal yerine pekmez, akçaağaç şurubu da olur. balın tattan öte fonksiyonu, yulaf tanelerini birbirine yapıştırması. birbirine yapışmış, iri parçalı seviyorsanız miktarı artırın. ayrıca yarım bardak esmer şeker ekleyen de var; ama ben kuru meyveli yaptığım için koymuyorum.)

500 gr iri taneli yulaf (jumbo oatmeal diye satılıyor burda)
100er gr kuruyemiş (ceviz, badem, fındık, şam fıstığı içi, ayçekirdeği içi vs, 2-3 çeşit)
100er gr kuru meyve (üzüm, dut, ince kesilmiş kayısı veya incir, yabanmersini vs, 2-3 çeşit)
1 çay kaşığı aroma (vanilya, fındık, tarçın olabilir, şart değil)
bir tutam tuz (şart değil, ben koymuyorum)

hazırlanışı:

Eveet. önce kocaman (tercihen cam) bi kap lazım; her şey burada karışacak. granolanın kuralı basit: yulaf ve kuruyemişleri karıştır, üzerine ısıtılmış yağ ve bal karışımını ekleyip karıştır, fırınla, soğuyunca kuru meyveleri ekleyip yine karıştır, kocaman kavonozlara boşalt, mutlu son.

taaaam genç kız granolası.
 ay galiba tarif bitti?! hiç bana göre değil, uzatabilirim bence. şöyle:

kuruyemişleri irice dövdünüz, yulafla karıştırdınız. hindistancevizi yağı oda sıcaklığında katı oluyor. düşük ısıda eritip balla karıştırırken tek amaç sıvılaştırmak, pişirmek değil. zaten balın o kadar da ısınması iyi değil. aromayı bu aşamada ekleyebilirsiniz, ben vanilyacıyım. bir de balın işlenmemiş olması tercih sebebi; çünkü sağlık yolundayız. neyse, maksat bu karışımın tüm yulafı kaplaması, gözünüze az gelirse ekleyiverirsiniz. bu arada fırını 150 derecede açın, ısınmaya başlasın. yağlı ballı karışımı yulafa boşaltıp tahta kaşıkla bi güzel karıştırdınız, mutfak zaten harika koktu. büyük fırın tepsisine yağlı kağıt serin (maksat kolay temizlemek), yağlı ballı yulaf karışımını güzeeeelce yayın, mümkün olduğunca eşit dağılsın. ısınmış fırının orta katına koyun, 15 dakika bekleyin.

yegane dikkat isteyen kısım yulafları yakmamak. patlamış mısır kokusu alıyorsanız kötü haber: yanıyor. ilk 15 dakika sonrası fırını açıp bir tahta kaşıkla tepsidekilerin altını üstüne getirin ki eşit pişsin (sonra yine eşit yaymak şartıyla). bu minval bi 10-15 dakika daha, ara ara karıştırarak bekleyin (çok pişmiş tercihiniz yoksa fırını kapatabilirsiniz, genelde kendi sıcaklığı yetiyor). piştikçe zaten rengi dönecek, fark edersiniz. sarılar kahverengiye yaklaşıyosa alarm. bir de piştikçe hacmen azalıyor biraz, ilk baştaki tepeleme tepsi gözünüzü korkutmasın.

yarım saatin sonunda tepsiyi çıkardınız, soğuyor yavrucak. o birbirine yapışmış, kıtır kıtır, koca taneli granolalar için bu kısım önemli, sakın karıştırmayın. bi 15-20 dakikanızı da bu alır rahat. sonra, o ilk karıştırma kabınıza (arada temizlediniz, çünkü titiz mutfak, sağlıklı yarınlar) geri boşaltıyosunuz tepsidekileri. balı / şekeri bol tutup iyice yapıştırmışsanız bir iki kez vurup parçaları ayırmanız gerekebilir. üzerine kuru meyveleri ekleyip bikaç tur daha karıştırdınız. büyük boy 2 kavanoza koydunuz.

ta taaa: yaklaşık bir kilo granolanız var, raf ömrü 2-3 hafta. güneş ışığından uzak, serin ve kuru yerde saklayınız!


bence en pahalı malzemesi yağ ve bal, kuruyemiş kısmı evdekilerle bile halledilebilir. yulafa ek olarak quinoa kullananlar da varmış, denemedim. ben bugün şam fıstığı, ceviz, ayçekirdeği içi ile yabanmersini, dut, üzüm kurularıyla yaptım, bir de goji berry ekledim. kıyılmış badem, iri rende hindistancevizi, kuru muz filan da yakışıyor. "şekeri az olsun ama tatlı olsun" derseniz toz tarçın eklenebilir. baharatlı sevenler toz muskat, karanfil de deneyebilir. çikolata tanesi de eklenebilir tabii, muzurluk derecenize bağlı. ben böyle şeylerde "az tuz, az şeker"ciyim. granola bence sütten çok yoğurt ve az reçelle güzel, nasıl yiyeceğinizi düşünerek de şekerini ayarlayabilirsiniz.

sonuç: bir pazar kahvaltısı değil; ama iş /okul aşkına güne kahvaltısız başlamamak için iyi bir seçenek.

bir de not: organik malzeme fiyatı türkiye'de saçma derecede pahalı olabiliyor, onu "piyasadaki standart üründen daha sağlıklı olan" diye okuyun siz.



...VEYA:

hazır aldığınız yulaf ezmesini (kuru meyvesiz olmasına dikkat) yağ ve balla karıştırıp fırına verin. kuru meyveleri sonra eklersiniz. tembel işi rocks.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker