bu yazıyı çook sıralı, düzgün, inci gibi yazmaya karar verdim. uzadı. ama bilinç akınca bazen boğulup gidiyor.
önce video: "asmalı mescid burdan şuraya kadar özgür".
izliyoruz bir, güzel iş yapmış gençler. 19:33 süresi var, sabrın sonu selamet. içinde akraba emeği var, reklam yapıyorum. hı hı evet. "nevizade ayağa düştü" diyen kızımıza burdan selam söylüyorum, pek tatlı. "işaretli yerlerde içiniz" güzeli. barlar sokağına gidersin di mi hep? bi alt sokağından ödün kopar. neyse.
mutenalaştırma istanbulda kalmıyor. aslında iş, mutenalaştırma ile de bitmiyor, o bu işgalin sadece bir yüzü. bunlar, her türlü haritada halk plajı olarak işaretlenmiş koylar kaçak iskeleler tarafından işgal edildiğinde de oluyor. her kışlığın bir yazlığı olduğu için, bu böyle. arada bi yıkıyolar filan,seviniyosunuz. yok yok az öteye daha güzellerini yapıveriyolar, hiiiç heveslenmeyin. hatta tapulu evi sırf sahibi roman diye yıkılabilen ve yerine gökdelen dikilen bir ataşehir de var.
dolayısıyla asmalıdaki masaların temizlenmesini, "oh be" diye karşılamamız çok mümkün. ki evet, orada yaşayanlar şu an kutlama yapıyor ve çok haklılar. devlet belki de ilk kez, yanlarında. delirmeden, çekip gitmeden, durabildiler.
bana kalırsa daha temelde ise konu, 10 yıldır sorabileceğimiz, "şimdi mi devletim?" sorusu. evet, şimdi mi battı? şimdi mi yetkinsin? sen 20 kişi baskına gidip masa sökebildiğine göre, bunu geçen yıl da yapabilirdin? yani bu sahiden şart bir hareketse, geçen sene şart değil miydi? veya son 5-10 yıldır işgaliye parası alırken, değil miydi? niye yapmadın? şimdi mi sıra geldi? yok ramazana falan da bağlamıyorum, 10 yıldır ramazan ayını 10 kere yaşadık. benim zamanlamadan kastım başka. niye şimdi, niye böyle? diğer soru da madem yapıcan, yolu bu mudur?
durumdan rantı zarar gördü diye şikayet eden istediği kadar mafyozik olsun, yolu yordamı bu mudur? devletin, yerel yönetimin işi ele alışı böyle mi olmalı? baştan ruhsat vermemesi gerekiyor belki, tamam. veya bi zahmet işgaliye denetimlerini ve yaptırımlarını sıkılaştırmalı. adamların başının etini yemeli bildirimlerle, ihtarlarla, kök söktürmeli. ama sanki bir gün ufak cinlerin büyüsüyle kaldırımda masalar çiçek açmış da yolmaya gelmiş gibi bir cengaverlik - sadece çok sahte. işletmecilerdeki isyan "oyunbozanlık bu" isyanı, farkındaysanız. çünkü şimdiye kadar birlikte oynuyorlardı. bence böyle.
mesele, yöntem meselesi. itiraz ettiğim şey de bu. o sökümlerin, o tutanakların, o müdahalenin böyle normalleştirilmiş bir şiddetle olması gerekmiyor. çünkü devlet yapıyor, bahsi geçen mafyozik tipler değil - bildiğin, "ideale yakın" iş yapması gereken devlet. bence bu kadar basit. "3 kişi de gitmiş zabıta ama dayak yemişler, mafya var orada!" hadi ya: sürpriz! devlettin kolluk kuvvetleri nerdeymiş, mesela meşhur beyoğlu polisi? siz hiç devlet memuruna hakaretten/ muhalefetten işkenceden geçirilmiş gencecik çocukları görmüyo musunuz, duymuyo musunuz? "mafyayı baştan babam mı soktu oraya?" bile demiycem. her gün cephane alır gibi malzeme alan polisimiz, mini cooper'lı beyoğlu polisi çaresiz. zabıtaya yardım edemiyor. bu böyle midir? mon dieu.
sahiden palazlanmış para babalarının mekanları mesela, işgaliyeyi ödeyip de masasını kaybedenlerden miydi yoksa en ufak teftişte "abicim bi bira iç sen gel"cilerden miydi? onlar zaten hep yolunu bulanlar değil miydi de, böyle palazlandılar, palazlandırdınız? madem olay bu kadar hukuksuz, müdahale işletmeciye de, ziyaretçiye de niye garip geliyor? çünkü daha önce bu olmamış, olmayacağı da nerdeyse garantilenmiş. yaygınlaşmış.
hukuksuz bir duruma kendi içinde adalet aramak, baştan sakat. "onlar işgalci, ben de baskıncı" diyemez devlet.bir yolu yordamı olmalı ve bu tutarlı olmalı. büyükşehir belediyesi ve yerel belediyeler, sokakları, en tenha virgülleri, acil durum toplanma alanlarını filan ispark'a kiralıyor. boğazdaki kaldırımları "şöyle kocaman bi kahvaltı" hasretindeki son model arabalar ve onun içinde süzülen "beverly hills" çizgifilmi karakteri tipler işgal ediyor. yürünmüyor. yürümeyi geçtim, ambulans geçemez. bu yasal yollarla yapılıyor, tıpkı tüm o işletmelerin vergisini veren, cezasını vs ödeyen yerler olması gibi. peki sahiden tüm bu işgalin karşısındaki tek cengaver, yiğitler yiğidi beyoğlu belediyesi mi?
herkes itinayla kurduğu hukuksuz düzen içinde kavrulup giderken, bir günlük "dostlar alışverişte görsün" icraatın, allah aşkına yani, sahiden düzen intizam meselesi midir? nasıl bir şovdur tek atımlık havaifişekler? ışıltısı kaç kişinin gözünü alıyor?
basit gidelim.
söz konusu belediye, güzelim istiklal caddesini laleli tipi tabela mezarlığına layık görürken, her türlü görsel uygulama kısıtını elinin tersiyle yıkarken, sahiden "ama artık kaldırımlar bizim olacak!!" mı? senin için yapılması gereken ve zevkle, huşuyla elinden alınan hizmetleri, standartları da hatırlıyor musun? neyin hesabını sorman gerektiğini biliyor musun, yoksa biricik belediyemiz işine gelen bir tek perdelik "hesap sor şov"u sahneledi diye el mi çırpıyosun? "niye benim için bunu daha önce yapmadınız" diyemiyor musun? bu laflarım orada yaşayıp kahrını çekenlere değil, benim gibi seyircilere, geçip gidenlere. çünkü seyirci değilmiş gibi yapmak, samimiyetsiz.
sadece samimiyetsiz bir şovdan ibaret ve kabul edin: yol yordam eksikliği var. evet, ramazanla ilgili değil. aylardır sürdüğü için, değil. zaten lazımmış, o da belli. demem o ki: benim derdim masanın sökülmesi değil, sökülüş şekli, yöntemi. bu "baaak naptııım!" hali.
*
sırayla gidicektim di mi?
bir de, "tabii ki bu iş bir muhafazakarlaşma gösterisi!" diyenler de var. madem durum böyle bunlar manyak mı? bunlar sahiden, istanbul bursa olsa ödü kopacakken "türkiye iran oluyor" diye telaşlananlar mı?
şimdi iş bi gösteriyse, biraz kötü bir gösteri, kabul edelim. önceki versiyonlar çok daha el altından yapılmıştı hatırlarsanız. çeşitli anadolu illerinde şehir dışına sürülmüş "bar sokağı" temalı semtler yaratılmıştı, bir tek özel araçla gidilebilen. belediye işletmesine bağlı yerler "aile mekanı" ilan edilip içki servisi kaldırılmıştı. moda iskelesi gibi- ah evet, hatırladınız. hatta camilerin x metre yakınında içki servisi yapılmaması da buna eklenebilir. ha bu arada, birilerinin evine panzerle, kepçeyle dalındığında sesi çıkmayanların "ay ama masaaam?!" demesi de dev bir ikiyüzlülük; ama o konuya çok girmiyorum.
baskı yok mu? var. hep var, her adımda. asmalımescitin "şurdan şuraya kadar" özgür olmasından da anlayabilirsiniz. tünel meydanda dışarı atılmış masada oturan genci ensesinden yakalayıp hiçbir şey söylemeden "bizimle merkeze geliyosun" diyen polis de, rica edicem, kaldırım şövalyesi değil. öyle olsa 40 kişi birden çocuğu "kurtarmak" için debelenmezdik. yani muhafazakarlaşma derken bir tür baskıdan söz ediliyorsa, bunun artık dinle, içkiyle ilgisi kalmadı. bu "kontrol edilebilirlik" adı altında, sınırları belli kum havuzu dışında oyun oynayamamamızdır. bu da günün her anında, her yanımızda olan bir şey. kimileri sizin kovanızı çalıyo diye bağırmak da bir yöntem ama kum havuzu aynı işte. kurtarılmış bölge havuzu.
demem o ki, belediyenin aslında zaten 10 yıldır görevi olan, hatta rutinlikten yapanı boğması gereken işgal denetimlerinin şova dönmesi, bana garip geliyor. insanların bunda bir "muhafazakar baskı" diye görmesi de bu sebepten doğal: e çünkü daha önce olmadı ki? yadırganan bir belediye görevi, mümkün müdür? madem bu kadar makul, niye yadırganıyor? demek ki biraz ihmal etmişsin bu görevi. bir iletişim sorunu yaşıyorsun demek ki. meramını anlatamıyorsun. hayır basın bülteni geçmekten bahsetmiyorum, katılımcılık ninnisi benimki.
bu iş çok sahte geliyor bana. belki bir gün bir nutukta "yeri geldiiiii, nezih bir kaldırıım içüüüün, masaları da söktüüüük!" de der yerel ve merkezi yönetimlerimiz. muhafazakar-liberal yönetimlerin içkiyle ve içki kültürüyle ilişkisi, bir enteresan. alkol kokusunu pek sevmiyolar, sevmeleri de gerekmez: yatırım kelimesiyle büyüleniyorlar. o yüzden bu masa işi pek de vatandaşa hizmet sevdası değil bence. yoksa hak hukuk gardiyanı beyoğlu belediyesi demiröreni, emek sinemasının olduğu circle d'orient binasının başına gelenleri de izah edebilmeliydi, ama edemiyor. popülizm gereği, aslında kayırdıklarına da arada höt demesi lazım ya, biz tek perdelik bir oyunla bunu izledik: "onları kayırmıyoruuuz!! yeri geldii, masa da söktüüük!"
(bir de "ay ne muhafazakarlığı canım, meyhane kültürü son 15 yılda iyice büyüdü beyoğlunda, hani refah seçilince içki yasaklayıp cami dikecekti, onun gibi komik bi korku!" diyenler de var. onlara az buçuk çağlar keyder öneriyorum. üzerine şifa niyetine "istanbul'da eğlence" adlı derlemeyi de okuyabilirler; ki "bir beyaz türk eğlencesi olarak asmalımescit" fazlasıyla yerini buluyor bu kitapta.)
resmen yazı bitmiyor, yılan bağırsağı gibi oldu.
özetle meramım şudur:
ben hemen sevinemiyorum. yöntemin abukluğu bir yana, özüne dair de şüphelerim var.
bu "20 kişiyle mekan bastık, biz bir zabıta ordusu, mafyayı dağıttık" şovunun (hele ki) beyoğlundaki samimiyeti bir soru işareti. kararlılık şovu filan değil, biz ne kararlar gördük, zaten yoktular. beyoğlunu da geçtim, devletin, yerel ve merkezi yönetim hiç fark etmez, kamu politikaları tutarlılığı da ayrı bir soru işareti.bi sonraki bölümü ilgiyle ve heyecanla bekliyorum. az bi tutarlılık, azıcık da devamlılık bekliyorum. sonra inanıcam, söz. yani tutarlılık derken: dur diyebilmek. devletin görevi, en başından beri, yıllardır bu. canı istediğinde, aklına estiğinde, en bir gürültülü haliyle değil.
ay hadi bitsin yazı, sıkıldım.
5 yorum:
herrr şeyi geçtim, kafama şu takıldı. o "nevizade ayağa düştü." diyen kız. işte o kız çok kafama takıldı. hani ben de, o ve onun benzeri kıyafetler giyen, saçını onun gibi yapan, halka küpen takan, onun gibi konuşan insanlardan oluşan bir mekân için, "ayağa düştü" diyebilirim. ki derim yani. doğruya doğru!
birileri de benim için diyor mesela. ben ve benim tarzımda giyinen & konuşan insanları gören birileri, "ayy burası ayağa düştü." diyor.
kim der acaba benim için öyle bir şey? gerçekten o hayvanı bulup dövmek istedim şu an!
onun yanındaki "yaaanıı... eveeaat..."ci kızın bakışı? tek bir cümle kurmadan, müthiş bir anlatım. bence yardımcı kadın oyuncu oskarı!
herkes o kadar "taraf" oldu ki artık hiçbir meselenin tek bir boyutu yok. evet, asmalımescit kamuya ait alanın işgaliydi.üç kişi oturup içki içsin diye 300 kişinin geçeceği yol tıkanıyordu. bir tehlike anında oraların tahliyesi tehlike yaratır, millet birbirini ezer, itfaiye, polis aracı giremez haldeydi. bunlar doğru. bence de standardizasyon şarttı. ama, "ama"sız cümle de kurulmuyor maalesef. Birincisi dediğin gibi zamanlama dikkat çekici. İkincisi, Asmalımescitten başlanmış olması düşündürücü.aynı belediye sınırları içinde gerçekten kaldırımdan yürüme şansı bırakılmadığı için her an ölüm tehlikesi içinde olduğun yerler var. bakkallar, manavlar, mobilyacılarla dolu ara sokak kaldırımları var. bizzat belediyenin işgal ettiği sokaklar var. neden önce asmalımescit? bunu da içki içiliyor olmasına, başbakanın berat kandili ziyaretine, ramazan öncesi olmasına dayandıranlar var. sebep bu bile olsa, sezon başlamadan, martta, nisanda yapılamaz mıydı bu operasyon? neresinden tutmaya çalışsam elimde kalıyor. bu konuda tepkim ne bilmiyorum. sevindim mi? üzüldüm mü?
Cihangir'deki ünlü mekanlardan birinin işletmecisi bir arkadaşım birkaç ay önce 'masaları dışarı çıkarabiliyor musunuz" diye sorduğumda belediye tarafından yolun tıpkı Nişantaşı'ndaki Atiye Sokak gibi tamamen ya da 'en kötü' ihtimalle Abdi İpekçi Caddesi gibi kısmen kapatılacağını ve masalarla ilgili sorun olmadığını söylemişti. Hatta yeni yerlerine belediyeden aldıkları bu güvenceyle(!) taşındıklarını söylemişti. Bu, kuşkusuz, parası ödenen bir güvence. Belediyenin şu an yaptığı kahramanlık gösterisi komik geldi bana o yüzden.
Masaların dışarıda olması yanlış mıdır, bence değil. Dozunda olması gerektiğini -masa sayısı, müziğin tonu, çalışanların ve işletmecilerin yerleşik olanlara saygısı- düşünüyorum. Ama tamamen kaldırılması benim açımdan korkutucu. Bunun yine kendimce nedenleri var; birincisi sokakların erkekler için olduğu bir şehir İstanbul, dışarıda insanların oturup içki içebildiği yerlerden tedirgin geçmiyor bir kadın. "Ailelerin oturduğu muhitler" olarak bilinen yerlerde darp, gasp ve tacizlerin daha fazla olması ironik ama gerçek.
Gece yürüyüş yapmak istersem kalabalık sokakların olduğu kaldırımları tercih ediyorum. Maçka Parkı'nın yanından geçerken tedirginim ve çantama da -malesef kendime de- dikkat etmek zorunda hissediyorum. Bu kanıksanmış bir davranış olabilir ama ben sokakta yürürken temkinli olmak istemiyorum.
Kadın ve erkeklerin kamuya açık alanlarda bir araya gelme kültürlerinin olmadığı ve cinsiyetler arasındaki ayrımların bu yoksunluk nedeniyle çok keskinleştiği toplumlarda dışarıda oturup eğlenen, sigara ya da kahve içen insanlar görmek beni rahatlatıyor.
Kaldı ki, 19 yaşındayken bir yıl kalabalık sokak kafeleri barları olan bir yerde yalnız yaşadım. Nargilecinin üstüydü evim. İşletmecilerin tavrı küstah olmadığı sürece yaşamak sorun değil. Ben kaldırımımı paylaşabilirim, dahası bir 4x4 arabayla mı yoksa masayla mı paylaşmak istersin kaldırımı dersen masayı tercih ederim.
Asmalı Mescid'i, Nevizade'yi, Beyoğlu veya Taksim'i çok da bilmeden, ta Adana'dan şöyle baksam vakaya çok mu yanılırım buracıktan:
Ama önce şöyle başlayım;
haftanın neredeyse 4 günü gidip rakı içtiğimiz bir mekan, üstelik varlığının sebebi rakı olan kebaplı bir mekan ramazan münasebetiyle rakı servisini kesiverdiydi, önceki ramazanların birinde.
Sebep? Müşteriler rahatsız oluyor. Ama geçen ramazan kimse rahatsız olmuyordu! Sessizlik...
Peki, eyvallah, dedik çıkış o çıkış... Galiba rahatsız olan işletmenin kendisiydi, korkudan kaynaklanan bir rahatsızlık...
[Böyle bir sahnenin Adana'da yaşanması kanıma fena dokunmuştu:)) Zira, Allahsız(!) Adana'm da saf tutar olmuştu:)]
Neyse, sadece rakı kebap ile geçiriyor olsaydık ömrümüzü hay allah deyip utanırdık bile iftarı müteakip bir saatte içmeye kalkmaktan.
Aslında ortada çok karmaşık, gizli saklı bir olay yok. Yetkililerin, öyle istedik ve yaptık, demesi konuşmaları bitirecek. Nasıl yani, diye sızlandığımızda, "inancımız gereği" cevabı da işlerin ne şekilde yürüdüğünü bir kez daha izah edecektir, somut örnekleriyle...
Neticede, dümdüz bakıp, öylece de görüyorum oradaki vakayı;
"bir hayat tarzına bir başka hayat tarzını dayatma!"
Böyle bir şey işte, bunu farklı cümlelerle, analizlerle de filan söyleyebilirim, ama lafı uzatmış olurum;)
Ki, dumansız hava sahası propagandasında, on yıllardır süregelen belli bir siyasetin bir başka propagandasına maruz kaldığımızı düşünüyorum... Bu kadar!
Adana'dan oraya bakınca görünen bu! kaldırım igaliymiş, haksız rekabetmiş, işgaliye ödemeleriymiş, tebligatmış, sözlü uyarıymış, turistlermiş, halkın şikayetleriymiş, zamanlamaymış, masalarmış.... laf...
Yorum Gönder