(bol parantezli bi yazıdır)
tüm yazı tek başına geçiren çocuklardandım ben. çocuk diyosam, lise sona kadar filan böyle gitmiş olabilir. uzun yaz tatili olan, tatilde bodrumda olan, bodrumda (okuldan arkadaşlarla buluşulan 3-5 gün dışında) yalnız olan. yaş ortalaması 70 olan bi sitenin yakınında yaşıyoduk, orada torun aramaya çıkmayacak kadar çekingendim (hoş, sonra bi torunla tanıştım, pir tanıştım). neyse, ben de sıkılmamak için okudum. tüm yaz, hep aynı saatte ve yerde, boğulana kadar okudum. bu yazlardan birinde, yunan mitolojisine sardım. önce kısa hikayeler, sonra "senden mi korkcam ben be" ilyada. bunun bi benzerini de "sanatın öyküsü"nü okuyarak yapmıştım. ikisinden de korktum, çok korktum; ama iyi geldiler. iyi bi başlangıç oldu, devamı aynı hızda gelemese de.
neyse, bilen bilir, hikaye aslında zeusla değil, uranos ve gaia ile başlar, rheia ve kronus (hayır, aslında chronos değil) ile devam eder. gökyüzü ve yeryüzüyle başlayıp, bolluk ve "hadımcı bereket" ile (hayır, "zaman" değil, çelişki. neyse) devam eder. kronus onun yerini almasınlar diye tüm çocuklarını yer (bu çocuklardan biri olan zeus kurtulur). işte ben demiiiinnden beri konuyu buraya bağlamaya çalışıyorum.
yunan kronusun veya romalı satürn'ün (saturn-day/saturday eveet) çocuklarını yeyişi, tabii ki sanat aleminin ilgisini çekmiş hep. rubens'ten goya'ya mesela. rubens de candır tabii ama goya'nın "kendi evladını yiyen satürn"üne bi bakalım rica ederim:
birçok yerde kullanılmaktan eskimiş olsa da, majaları da çok güzel olsa da, goya bence bu resim. her noktası harika bir şey. (bazı uzmanlar, resmin adı olmadığı için ve yenen figür bir kadına benzediği için, "belki de satürn değildir?" de diyormuş ama uzun hikaye.) her detayı, yüz ifadesi, elleri, ayakları, saçı, akan kanın düzgünlüğü, koca satürnün şu zavallılığı... bu resmin, goya'nın evinin yemek odasında olması bile harika mesela (konuyla alakalı olmasa da, el perro'yu da anayım, göklere çıkarayım, çünkü alakalıdır).
bu aralar, her şeyden çok bu resimden ibaret bu ülke. ben açıp açıp bakmasam da zaten gözümün önünde beliriyor ve zaten 3 yazardan 2'si bunu söylüyor: "kendi evlatlarını yiyen türkiye". ama mesele, o evlatları nasıl yediğidir. rubens'inki gibi şiirsel değil, tam da goya'nınki gibi. kendi evlatlarını yiyor, çaresizce. gözleri yuvalarından fırlamış bir şekilde, yedikçe yiyor. insanoğlunun "yaratılış"ı kendince açıklamaya çabaladığı ilk günlerin artığı olan hikayeye, şu gezegenin en eski hikayelerinden birine yeniliyor ülke. yedikçe yiyor, durmuyor. sanki yedikçe, aslında canı da acıyor.
goya, büyük adam vesselam. şuncamızın ciğerini bi o bilmiş, bi o görmüş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder