sabahın köründe taksimden sabiha gökçene 30 dakikada gittim. "yol 1,5 saat sürüyo" gibi bi bilgi olduğundan 1 saat boyunca sabiha gökçende aylakça gözlem yaptım. her yere "ödüllüyüz biz! ödül aldık heyyo!!! sizin ödülünüz var mıııı?? bak ingilizcesi bile havalı!" filan yazmışlar. kapıdan böyle giriyosunuz. yani ben beklentiyi yükseltmemek için çok çabaladım, sonuçta sabah 08:00; ama yok öyle bi şi. klimalar efil efil esiyor, istanbulun kaderi olan "havaalanında yemek değil kazık yiyoruz" mekanları masalarını temizlemiş, taze poğaçalar, zift olmamış çaylar sunuyor. ışıklandırma iyi, yönlendirme tabelaları doğru ve personel şık. çok güzel. gidiş katı kalabalık, geliş katı sessiz, boş. böyle nezih bi ortam.
tüm bu nezih manzara tuvalete gidince değişiyor. kadınlar tuvaleti "bul karoyu, al parayı" konseptiyle tasarlanmış. 10 kabin var, hangisi temiz olan diye açıp açıp bakıyosunuz. yalnız siz değil, mesela diğer 2 kadın da bakıyor. haliyle karoyu bulmak mühim bir şey, 10 kabine rağmen 1 tanesine sırayla gireceğiniz çoktan belli oldu. haha! karoyu buldunuz! hayır, karoyu bulamamış olabilirsiniz. temiz olması, mesela tuvalet kağıdı olacağı anlamına gelmiyor. sabah 8:00'de bile gelmiyor. haliyle bu sefer de, mesela maçayı aramaya başlıyorsunuz. böyle bir bilmece bulmaca. zaman zaman da hafıza oyunu, maçayı bulunca, karoyu hatırlamanız gerekiyor filan. 10 tuvaletin 2si pis, 5'i ıslak, 3'ünde tuvalet kağıdı yok. yani aslında karo da maça da yok. sabun da yok zaten. ödülle elinizi yıkıyosunuz. bu sırada evet, hatırladınız: havaalanı boş. 1 saat içinde en azından, o tuvaletler düzelebilirdi. kalabalık olsa ne olacaktı bilmiyorum. "hacı kafilesi filan gelse zemzem olur yanlarında en azından" diye teselli buldum.
neyse çemkirella, söylenme! klimasından çok memnun kaldım s.gökçen'in, ödüllü sahiden. püfür püfür.
sonra bir anons, uçak gelmiş. o sensörlü kapı açılıp kapandıkça bi pırpır. sonra puf: evet, uçak gelmiş! getirmesi gereken tek kişiyi de getirmiş. 2,5 saatlik bir mutlulukla, kahvaltı, çay, kahve, bi şiler. sonra el salla, kuş gibi uçan havaş ve evcağız.
*
bloglarıyla pek bir arayı açan ikinehir ve narsis hanımlarla buluştum sonra. parilda da gelebilseydi heralde "bloga ööle yapılmaz, çoggayıp, hemen koşup sarılın bakiym!" zirvesi düzenleyecektim. neyse, sohbet, muhabbet, cihangir, bira. yaz öğünüm meyveli yoğurt. böyle bir gün bugün.
alman ekmeği diye bi şi var ya da annem bana öyle belletmiş: mesela 20 saat boyunca kısık fırında ağır ağır pişirilen siyah, çavdar ekmeği filan. bildiğin doping, bi dilimi kek gibi, lifli gıda partisi, sağlık pınarı. hah işte ben hollandadan beri bundan yemiyodum, yine başladım. tadı çok bi şi olmamakla birlikte, "bi dilimlik kahvaltı vaktim var ve çok açım" anlarında kurtarıcı. bi de su içersen şişiyor o tahıl, garip bi tokluk veriyor. mutluyum.
*
deniz kabuğu fosilim oldu. taşlaşmış, ortadan ikiye kesmişler, granit gibi, hatta renkli onyx gibi parlak. onu okşuyorum. çok tuhaf şey, zaman filan. geçiyor ama nereye gidiyor? bak mesela kabuğun içine ve dışına kaçmış zaman, dışı ne kadar sıradan bir çakıl ise içi de bir o kadar sihirli.
2 gün sonra bu sefer ben uçaktan ineceğim, bi süreliğine. ondan sonrası iyilik, güzellik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder