uzun zaman sonra hollandayla ilgili bir şey özledim; bir yer ve bir an. aynı anda konuşan 5-6 kadın, crunch'ta, o cam kenarındaki masayı kapamışız, japon işi demliklerimizden çay içiyoruz. sürekli gülüyoruz. dışarısı yağmurlu, sığınmışız. belki fotoğrafımız var diyedir; ama özledim.
crunch ne güzel cafemizdin sen. az biraz yürüsek de okula yakındın. 2.20 euroya bir çaydanlık gelirdi, yanında da güzel porselen fincan. istediğiniz aromayı denerdiniz. bi de blondie yerdim ben hep. o güzel, yoğun tadıyla, tatlı blondie. servisleri hep temiz, özenli ve inceydi. incelikler yüzünden, çok şey özleniyor.
günün çorbası vardı mesela, dudok kadar iyi olmasa da. ciabiatta çeşitleri ve kahvaltı. ah bir de çok gurur duydukları kahve çeşitleri; ama en çok, hepsinden çok, o çaydanlık ve fincan. kalın kazaklar, crunch'taki blondie kokusu ve uzun masada marisolün perilerini konuşmak veya ders çalışmak veya kafa dağıtmak. yağmurda sıçana dönmüşken veya akşamdan kalmışken veya makalelerle boğuşurken. tüm o uzun ve karanlık günlerde huzurluydu.
galiba den haag, birbirini tanımayan yabancıların aynı masayı paylaştığı ve topluca huşu içinde gazete okuduğu cafelere sahip olduğu için, katlanılabilir bir şehirdi. "gazete masaları" olurdu mesela dudokta. masanın ortasında, upuzuuun bir dergilik/ gazetelik. orda oturan, tek başına pazar gazetesi keyfi yapmak istediği için oturur, işini bitiren gazeteyi /dergiyi diğerine verirdi. pek bi bireysel hollandalıların, pazar günleri, fark etmeden, bir tören havasında, birlikte hareket edişini severdim ben. elimde kitap veya dergi, törene katılırdım.
ya da bana öyle gelmiş, bilmiyorum. öyle gelmiş olması iyi gelmişti.
eh bi de tabii, öğrenciydik, avareydik. 9-18 saatleri arasında sokakta olabiliyorduk canım crunch. öğrencilik, gündüz vakti sokaklara sahip olabilmekle ilgili bir şey.
crunch'ın websitesini ve hatta menüsünü buldum şimdi.
o puntoyu görünce olmayan flamancam canlandığından, yazmasam olmazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder