her şey tıkırında. her atılan imza, teslim edilen dosya, alınan onay: onocak. öne çekiliyor her şey, benimse hep içim çekiliyor. yolda yürürken ayağım takılıyo hep bi çıkıntıya, takılıp kalmak için bahane arıyorum. laptop'ım hala bozuk. hatta laptop, itinayla harici diske dönüştürülüyor yakında. o derece bozuk.
takvimlere bakıyorum, bitiyolar. canım sıkkın. hep bi yetişememe hali ama söylenme yasağı koydum kendime. gitmem gereken doktorları alt alta yazınca check-up ediyor. o listeyi tamamlasam, yeter zaten.
midem kötü. ofiste herkesinki kötü. birimiz ülserle, ikimiz reflüyle boğuşuyor. 1 kişi de henüz çözülememiş kramplarla boğuşuyor. yo yo yediğimiz içtiğimiz değil sebep. sinir stres: kırmızı saç dipleri ve midemdeki yanardağ. geçer elbet. iklim değişir, ferahlaşır. bi şiler. sizin hiç akşam 8'de, evinize 2 saat uzaklıkta bi yerde, kaçta biteceği belli olmayan bi toplantınız oldu mu? özellikle saat sabah 8den beri işteyken? öğle paydosu bile yapmamışken ve aslında tuvalet molası dışında kıpırdamamışken? yaa yaa. madalyalık enayiler bandosu.
*
pazar gününün sürprizi: aylar yıllardır beklenen, büyük buluşma. bi güzel mutluluk, bi "oh be".
güzel ve özel.
*
yok politikası dur durak bilmiyor sevgili blog, saplantı yaparsan dehlize dönüşebilir. mesela protestocu öğrenciler, bir varmış, artık yok. hadi kanınız donsun, donsun. birileri için hala var, gerçekten yok edildiklerinde bile inadına o kadar varlar ki artık bir yerden sonra yok edilen şey, gerçeklik. gerçekle olan bağ.
hatırlar mısınız, bienal kapsamında bi "haber" hazırlanmıştı, bize hiç de uçuk veya tuhaf gelmeyen. makul gelmişti, çünkü yok politikasına uygundu. niye olmasındı yani? yok etmek her zaman fiziki değil, aksine çoğu zaman zihinde biten bi şi : acı yok rocky. anladınız.anlamadıysanız da nolcak yani. bak mesela, kasten adam öldürüldüğünde bile kasıt olmayabilir. itiraz edilir, yokmuş kasıt. aa bitmiş, kalmamış. ölen kişi 18inde gencecik bir adamdı, ne fark eder?
bu sebeple, imzanızı atmadıysanız, çok ayıp. atın.
sinirden habire link veriyorum, divad affetsin.
*
küçükken yemediğim tüm ayva tatlıları benim eşekliğim, özür dilerim. annem "amaaaaan yeme, pişman olunca bulamazsan görürüm" filan derdi. haklıymış.
şu bi hafta her saniyem kıymetli ya, onun için hepsi itinayla gasp ediliyor. çok üzgün, pek bi tuhafım blog. sabahları uykumdan fırlayıp, seyredip duruyorum. hani susayacağını bilerek çok su içmek aslında hiç işe yaramaz ya, aynen öyle, bakıp duruyorum. çok zor olacak be blog.
böyle en karındeşen haberleri okuyup, ne bileyim işte en ağır şarkıları dinleyip, içip içip ağlayamam efendim, katıla katıla ağlamak istiyorum. belki o zaman benim kendi dertlerim, üzüntülerim, unufak olur, ne bileyim, utanırım kendimden, akıllanırım, burnumu silerim, her şey geçer. ağlamamın da bi anlamı olur. ağlamaklı olmak önemli şey, ağlayabilmek. ama ağlamak, çok özenilmesi gereken bir sorumluluk. sanki. belki. ne bileyim. atıyorum işte.beynim acıyor. bi an düşünmüyorum, düşünürsem nefesim kesiliyor. konuşamıyorum, konuşamıyorum, konuşamıyorum - anlatabildim mi? konuşursam, gözyaşlarım, beni... anladınız. anlasana.
timur selçuk'un radyo tiyatrosu tadındaki şarkılarını dinleyerek kafa dağıtıyorum. acil durum alarmı. karantinalı despina, size kötü kadın derler, eski sinemalar falan filan. sonra hop- yuvamı çiçeklerim, başladığım yere dönerim. kafam karışık.
>bu yazı normalden de koyu bir siyahla yazılmıştır. kopkoyu, simsiyah.<
3 yorum:
o laptop tamir edildikten sonra ne yapacaksın peki?
tamir edilemiyor işte, ondan zaten. parçası yok. ben de olanları yaşatıyorum.
sen bensin yada ben sen gibiyim. tam anlayamadım ama herşeyi anladım. ağır vakayım. ilk kez acil bir işim olmadığı halde 2 gün izin aldım. hiç bişey anlamadım. bu dünyadan değiliz biz....
Yorum Gönder