döndüm! singapurun bir otel ve bir kongre merkezinden ibaret olduğunu düşünmeye başlamak üzereyken, deli gibi turumu da atıp memlekete döndüm. canım istanbul, yağmuru bile ölçülü. neyse, sırayla gideyim ,evet.
öncelikle, bir sırasında 8 koltuk olan uçaklarda (2+4+2) orta dörtlünün koridor sırasında oturmayın, oturtmayın. canım thy uçak almış ama bi test sürüşü yapar insan. uçağın tüm havalandırması o sırada oturanlara vuruyor. öyle üstünüze filan değil, alnınıza. bir tek ve sadece alnınıza. havalandırmaya denk gelen kişiler baştan aşağı 2 battaniyeye sarılmış, bi tanesini de kafasına sarmış halde kundaklıydı. tabii ki istanbulda da hımhım günler geçiren bendeniz, o koltuğa düştüm. 11 saat boyunca yüzüm 22 dereceydi. indiğimde nezleydim.
singapur hakkında söylenmesi gereken şey şu: ısı farkı. ekvatora yakın olduğu için yıl boyunca 27 derece civarı seyreden, mevsimler arası, gece-gündüz arası ısı farkı olmayan bu güzide memleket insanları kafayı klimayla bozmuş. dışarda 40 derece hissedilen bi hava var, nem %97. içeriye giriyosunuz (içeri derken, HER YER! bir kapıdan geçtiğiniz her yer. arabalar vs dahil), hava 22 derece. hatta bence 19 derece filan. singapurlulara "klimayı soğutma ayarına değil nem alma ayarına getirseniz 27 derecede bile iş görür"ü öğreten, daha da önemlisi onları ikna edebilen kişinin heykelini dikicem. enerji verimliliği filan, yok öyle bir şey. yüz felci de olmuyorlar. hatta, klima bir ikram, bir jest. içeri girdiğiniz an çay ikram eden kahveci nejat amca edasıyla, "kökle oğlum klimayı!" bakışmaları yapılıyor. toplantılarda klima yüzünden kağıtlar uçtu. uyku yapıyor, "uyuma, donarsın!" diye birbirimizi dürtüyoruz. haliyle uçakta başlayan halim, bir hafta boyunca sürdü; ama nezleyi çabuk atlattım. üşüme ve baş ağrısı ise daima yanımdaydı.
efendim, öncelikle söyleyeyim, iş gezisi olduğu için bendeniz pek bi beş yıldızlı günler geçirdim; ama tabii kendi harcamalarıma yansımadı. bir de odamdan bakıp durduğum havuza parmağımı sokmak kısmet olmadı, ona yanıyorum. geldiğimiz ilk günün akşamına kendimizi limana yakın bir vietnam restoranına attık. insanlar yeni şeyler deneyebilsin, n'olur korkmasın. asya mutfağını sevmem, istanbulda aklıma bile gelmez; ama heralde 1,5 milyardan fazla insanı doyurabildiklerine göre bana göre de bir şey vardır. mırın kırın burun kıvırmalara sinir oluyorum. evet hemşerim, hadi koş bak bakalım buranın dönercisi nerdeymiş! neyse, güzel yemekler ve çok güzel bir rosé şarapla gecemiz sonlandı.
ertesi gün, anca opera-tiyatro ses sistemleriyle tarif edebileceğim bir yağmur sesiyle uyandım. perdeyi açtım, dışarda su akıyordu. yağmur diyemem, daha ziyade sürekli yer değiştiren bir su perdesi. merhaba muson, naber? gök gürültüsünden korkanların hali fenaydı. soldan sağa, sağdan sola, su perdesi. yine de gram ıslanmadık. tüm binalar karınca yuvası gibi birbirine bağlı. hem yer altından hem de yer üstünden tüneller var. şık şıkırdım şekilde dolanmak mümkün. akşamsa, açılış yemeği ve yine bol klimalı saatler geçti. sonra nerden esti hatırlamıyorum ama biz bir heves little india bölgesindeki mustafa center'a gittik. singapurda her binanın dibinde devasa alışveriş merkezleri var, biz mustafadan başladık niyeyse. özetlersek, cam vitrinli işportacı düzeninde bir yer. 4 katlı migros gibi, ama rolex de satıyor. o çirkinlik ve tuhaflık kimine çekici geldi ama beni pek açmadı, raflara dizili elidor şampuanlar işte. sonra bir baktık ki etraf ışık içinde - deepavali festivali! daha zamanı varmış, onun için süslemelerle yetinip hindistan cevizi suyuyla kapanış yaptık.
gündüzlerim dediğim gibi bir kongre binasında veya otelden kongre binasına koşarak geçti. yaya geçidi dışında karşıdan karşıya geçmenin cezası bin dolar demişlerdi ama polis arabasının önünden geçip denedik, kalmamış öyle bir uygulama. dünyanın 4.finans merkezi olan singapurun free wi-fi cimriliği ise dillere destan. starbucks'ta bile yoktu. saat farkı da işin içine girince iyice saçmalaştı durum.
sonra, ikinci günün beklenen akşam yemeği: Raffles Hotel. Sir Thomas Stamford Raffles amca singapurun serbest ticaret bölgesi olacak bir liman kenti olmasını öneren ingiliz sömürgecisi. Singapurlular ticareti kendilerine bağışladığı için pek minnettarlar, yani beyaz adamı taşlama hali yaşanmamış. zaten heralde sömürge geçmişiyle bu kadar barışık ve mutlu ülke azdır. "onlar bize ingilizceyi verdi" filan diyorlar. Neyse, kolonyel dönemin sahiden en gösterişli binası olan bu otelin içinde 3-4 restoran var, biz bir açık büfeye takıldık. bina otel filan ama normal ölçülerde düşünmeyin, etrafında arabayla dolaşmamız 5-10 dakika sürdü. malikane ufak kalır. içinde yüzyılı aşkın süredir duran terzisi filan da var, ama gece kapalıydı ve ben bir daha gidemedim. minik minik, bir sürü şık ayrıntı. yemekler yine pek bir güzeldi, özellikle deniz ürünleri. bir de ortak fikrimiz şu: singapurdaki tatlılar aşırı şekerli değil, hatta şekeri düşük. o yüzden aromanın tadını tam alıyorsunuz. en sıradan dondurmacısı da böyle, lüks restoranı da.
sonra yine toplantılar. gece 11'de de, sabah 6'da da toplantılar. su uyur, türk uyumaz bir halde toplantı yaptık. normalde giremeyeceğim bir toplantıya davet edildim, orada dağıtılan hediyelerden de kaptım, yıh yıh yıh. koca koca adamlar "yılbaşı gibiiii" diyerek promosyon zımbırtıları topladı. 17 asya ülkesinden insanla konuştum, tanıştım. kusura bakmasınlar, birkaçı hariç hiçbir çinliyi sevemedim. çok kabalar, anlatılmaz. zaten kadın çinli pek azdı, birkaçı hariç erkeklerinin hızar makinesiyle yontulması lazım. kadınlara karşı şoven bir halleri var; ama sadece o da değil. ne bileyim, singapur, filipinler, malezya, tayland, hong kong, hele ki japonya delegasyonu çok kibardı. tersleri pis, evet; ama yine de dünyaya kibarlığı yaysınlar diye gönderilmiş milletler olabilirler. tüm o güleryüz ve nazik hava bir çinlinin sizi kolunuzdan tutup çekmesi ve ters ters bir şeyler söyleyerek sürüklemesiyle dağılıyor: ekip olarak fotoğraf çektirmek istiyomuş ayıcık. birisiyle konuşurken, ne bileyim hani takım elbiseli, "ciddi" filanken, cart diye tutup çekiveriyor. iletişim- dil sorunu değil bu, başka bir üslupsuzluk. kendinde hak görme. yoksa istedikleri zaman iletişiyorlar.
singapurluları pek bir sevdim efendim; çalışkan, disiplinli; ama bi yandan da komik ve rahat insanlar. kore-çin-japonya üçlüsü en yoğun katılım yapan delegasyonlardı mesela. "biz bunlar gibi değiliz, halden anlarız, fazla törensel ve kuralcılar" diyolardı ki evet, bazen o bürokratik işlem öbeğine dönen hallerden uzak olabilmek iyi geliyor.
neyse, sonra sultan camii etrafındaki arap mahallesi. hayat burdaymış! bir sürü ıvır zıvır butik, küçük restoranlar, dolandık durduk. en son bir meksika lokantasına çöreklendik, uzun uzun kaldık. ben anca otele yürüyerek dönünce kendime gelebildim.
(amma uzun oluyo bu yazı, bu arada)
sonra efendim, mis gibi bitirdik kongreyi.singapura sıra geldi, cuma günü de bize kaldı. önce sentosa island ve (meğer çocuklar için yapılmış) heritage museum. beklentimiz daha fazlaydı tabii; ama yine de yürü yürü bitmeyen bir yer. ince detaylarla dolu bir sergileme. hindistan, çin, malezya festivallerinin balmumu canlandırmaları. 2 saat filan sürdü. "So Expensive and Nothing to See Also" şeklinde alternatif açılımı olan bir yerde yine fena değil bence. universal studios filan açmadı pek, kelebeklere de bir ben gitmek istedim. haliyle olmadı. sonra canımıza susamış manyaklar olarak teleferiğe bindik. normalde ben yükseklik korkusuyla yeşile dönerim; ama gayet güzel geçti. yanımdaki kişi bembeyazdı; ama toparladık. marina bay sands'teki skypark'a çıkmak üzereyken sağanak başladı, yalan oldu. yoksa, sayılı çirkinlikte binalardan biri olan bay sands'in sayılı güzelliklerden biri olan o havuzunu görmek şarttı.
aylak aylak dolaşırken orada bir dali sergisi olduğunu görüp koştuk. iyi ki, iyi ki gitmişim. bir kere küratör harikaydı. özellikle heykelleri çoktu ki sabancı'da pek heykel yoktu. şanslı bir tesadüf oldu. oradan çıkıp bir pastaneye girdik, zaten hiç yemediğim kadar tatlıyı singapurda yedim. yağmur duracak gibi değildi, o yüzden skypark inadını bırakıp orchards road'a gittik. taksiye belli yerlerden sıraya girerek biniyosunuz, "hey taksi!" filan yok. indireceği yerler de belli. caddede bi chanel, sonra dior, sonra yine chanel ve dior. bakkal sıklığında. louis vuitton kendine bir mağaza/ada yapmış, dışarıdan bakıp "helal olsun" dedik. gezenler görenler der ki efendim, paristeki LV mağazası filan yalanmış, singapur ve tokyodakiler olağanüstüymüş. tabii biz sadece inceleme gezisi yaptık uzaktan. sonra bir yüzük aldım, havaalanında 2 kez güvenliğe takılıp baş belası oldu. bu vesileyle, cuma akşamı gelince singapurluları da görmüş olduk. hafta içi her yer bomboştu, hafta sonu işareti verilince sokakları doldurdular, orchards road boyu poşetli çantalı onlarlarlarlar.
ve kapanış: özel bir tavsiye üzerine eskiden katolik okulu olan, şimdi restoran-mağaza kompleksine çevrilmiş chijmes'da çin yemeği. hatta oradan mezun bir hanfendiyle tanışmıştık bikaç gün önce, üzerine gittik. ben sahiden barıştım galiba asya mutfağıyla. bir de klimadan üşüdük diye, hiçbir şey söylemeden sıcak su ikram ettiler bize yahu. sevmiym de n'apiym.
sonra otel, sonra havaalanı. bu koşturmaca içinde aldığım kartpostalları gönderemeden dönüyorum diye ağlamaklıyken havaalanında bisikletli bir hanımkızımız, portatif postane olarak önüme park etti. boynuna atlıyodum sevinçten! uçakta gidiş-gelişte ve aradaki nadir sayfa çevirmelerimle kitabımı bitirdim, misler gibi uyudum. duty free ödevimi yapıp martinileri kaptım. geldim yani.
fotoğraf filan, üşendim. elbet bir zaman o da olur.
7 yorum:
ve istanbul'a en çok yağmurlu hava, bu havaya sabah sabah kendini attığın starbucks,mekana chaı tea latte-pc, pc ye en çok deryik.blogspot yakışır...hoşgeldin deryik..
Bay sands tahmin ettiğim şey mi diye hemen gugılladım ve evet o. ay ay ay, çok fena.
Benim Cinlilerle ilgili kendime yapmaya calistigim aciklama soyle, memleketleri o kadar kalabalik ki ite kaka yasamazlarsa hayat zor geciyor, o yuzden bir suru seyi pas geciveriyorlar. Tamamen sacmaliyor olabilirim, ama boyle dusununce cok sinirlenmemis oluyorum hic olmazsa.
Iyi ki döndüm deryikkom.
bsçme: şimdi bu kısaltmanın açık halini biliyo muyum acaba diye düşündüm bi an. bilmiyorum galiba? teşekkür ederim.
damlo: bi o kadar da güzel diyolar ama işte, bi dahaki sefere artık.
mz: :) ben ikna oldum valla. yoksa çekilir şey değil.
mermaid: hoşbuldum çok :)
deryikciğim, fotoğrafsız olmuş ama hiç öyle olmadı etkisi, görmüş kadar oldum niyeyse. hoşgeldin, sefalar getirdin.
hoşbulduuuk :) fotoğraflar üç vakte kadar.
Yorum Gönder