ben döndüm. çok da güzeldi. şimdi chardonnay etkisi dediğimiz şey sebebiyle toparlayıp yazamıyorum; ama çok güzeldi. ben bu hollandaise topraklarla barıştım, enteresandır. kavuşmalar olunca, barışmalar da oluyor. başka türlüsü olmazdı zaten. zatenje.
anlatmak lazım di mi? adettendir. uzatalım madem.
kelebek dolu bir odadan geçtim ben, kelebekler de üstümden. o masmavi olanı kovaladım. kimi poz verdi, kimi dolandı durdu. sonra rakı kadehinde üzüm olsak mesela, üzüm gibi içimize dolsa rakı. nergiz hanımın gündüz şölenleri, akşam sohbetleri, gece miskinlikleri. bisiklet sefası. bisiklet değil, yastıklı taht. uykunun en güze hali. yılın ilk erguvanları, mor salkımları, bahar bahçeleri. istanbulun baharı amsterdama kaçmış, öyle bir gün halleri. her yer park. parklardan boş kalan yerler de kanal; ama çoğu park. hulusi kaptanın kanal turları. güneşten, sıcaktan espadril ve şapka. müzeler sonra, sandviçler, meyve suyu iksirleri ve levanten kara efeler.
en dolu günlerimin devamında, başıboş 2 gündüzümde müzelerde yaşlı belçikalı ve alman çiftlerle gezdim. rijk iyi hoş ama rembrandt bir yere kadar, kaybolup gidemiyorum. van gogh'da picasso var diye yine niyetlendim ama teleobjektifli asyalıların metrelerce kuyruğu gözümü korkuttu, girmedim. ama stedelijk mis gibiydi. çanta ve cüzdan müzesi de vardı hem. çantalar ve cüzdanlar tarihi. biriktirmeler takdiri.
*
kaldırımlar alçaktı ve şehir, insanlar içindi blog. acıdan unutmayı seçtiğim güzel yanları. buradaki acıların,
anneannemden naşi, tanpınar'ı ve dıranas'ı severim, öğretmenleri ahmet haşimin estetik kaygılarını da. o kaygılardır ki hayata anlam katar. bak ekşi hatırlattı: falih rıfkı şöyle demiş: "haşim yalnız herkesle değil, ara sıra kendisiyle de bozuşur bir adamdır. fakat yalnız zevksizlerle barışmaz." ben haşimi sırf bundan bile sevebilirim. palto cebinden çıkan uskumru dolması (niyeyse hamsi buğulama diye hatırladığım), beşiktaştaki heykel ve diğer şeyler yüzünden.
ben bu amsterdam seferimde, haşim'den naşi, "ince zevkler yüzünden" diye düşündüm durdum. mimoza kokulu misafir sabunları yüzünden olabilir: birilerinin bunu ince ince elde üretmesi, birilerine makul fiyatlardan satması ("butik tasarım kazığı!" değil) ve birilerinin de, misafirleri için özenerek alması. ticaretin ana vatanında mimoza kokulu misafir sabunları meselesi. cam şişeler, ikinci el seramik çekmece kulpları, ahşap çocuk oyuncakları ve kalp aromalı çikolatalar sebebiyle de olabilir, bilemiyorum. bisiklet püskülleri, bebek şapkaları, bir tek çöp bile olmayan lale bahçeleri ve japone fularlar yüzünden de olabilir. veya gitmeden önce bana dediği gibi: "buralar... rahat".
hollanda şüphesiz ki bir fransa, bir italya veya hatta iskandinav ülkeleri kadar bile bir "zevk" ülkesi değil. batı avrupanın "köylü"leri görülürler. zehir gibi mühendisler, tasarım konusunda harikalar, o ayrı. ama "hollanda gustosu" diye bi şi yok mesela. bunu genel olarak çizme tercihlerinde de görebiliyoruz (deryik sırça köşkünden bildiriyor). neyse işte. yine de, bir birikim var, haninin koloniciliği tabii. 72 milletin en güzel ürünlerini, yemeklerini, ahşabını ve hatta elişini ülkeye taşımış olmaktan mıdır, paranın sarhoşluğuyla ne yapacağını bilememekten midir (o rembrandt'ın parasını köle tüccarları ödüyodu, naber), var bir birikim. kuşaktan kuşağa ipek fular, telkari işli çanta sapı, vişne ağacından masa filan kalıyor yahu. böyle söyleyince kulağa hiç de kötü gelmiyor şeker. sadece 50'ler-60'lar dönemine ait ürünler satan bir mağaza, varlığını sürdürebiliyor. ama öyle "dedemin bitli donu artık vintage oldu" cingözlüğü değil, sahiden "ürün". yani ne bileyim, naneli şeker kutuları mesela, pek bi güzel. pina colada aromalı sigara yapıyorlar. veya en güzel örneği işte, alın buyrun. fotoğrafta gördüğünüz üzere pencere pervazında koleksiyon. herhangi bir ev. pervazına bi şiler dizen bir sürü evden biri. biriktirmiş. dizmiş. gösteriyor. göstermek için bunu seçmiş.
ve evet sorarsanız, bu pencere pervazı paragraflarıdr inatla anlatamadığım şeyin özeti. amma çene.
*
hasret, tuhaf şey. bilmeyene ağır gelen bir şey, gerçi bilmemek en güzeli. özlemek, sanıldığı kadar korkunç bir şey değil mesela; özleyememek kötü olurdu. insan "onsuz olamıyorum"u fiziki yakınlıkla algılamamalı, algılıyorsa da haline yanmalı bence. hani şunca zamanın farsça şiirleri, divan edebiyatı ve ilahi aşıkları adına diyorum: onsuz olamamak, başka bir şey. uzakta olmak kadar basit bir şey değil, tarif edemiyorum. uzaklık, nihayetinde bir bilete bakar modern zamanlarda. onsuzluk bu kadar kolay bir şey değil, aman diym. o yüzden hasret, mesafeyle de, "onsuzluk"la da karıştırılmaması gereken, başka türlü bir şey. yan yana olmanın huzuru, tadı başka; ama bazen bazı şeyler "büyüktür" diğerleri. maksat büyüyebilmek, büyük olabilmek. aşılamayacaklara kapılmamak, zor olan; iç titremesi bir de. en çok, en inceden, iç titremesi. bir nefes alıp sıra beklemek, bilmek, bilerek beklemek. bekleyebilmek. asaf'a inat.
üç üç üç. uç uç uç.
yine de üç boyutlu olsa fotoğraflar, hayat daha güzel bir yer olabilirdi.
*
türkiye ve hele ki istanbul gündemini kaçırmış olmak beni pek mutlu etti. bir tek, peş peşe "çılgın planını açıkladı!" mesajları gelince korktum. "yine ne yaptı acaba? yapmasın. dursun artık. yapmasın bi şi. naptı ki acaba?". unutmuşum bu uzaktan endişe hissini. içi de dışı da aynı çember.
eh bi haftanın üstüne, tabii ki bu kadar yazacaktım. adios.
3 yorum:
hoşgeldiiiiiiiiiiiiğn!
bi daha gitmeee:)
oşbulduk cümleteen!
Yorum Gönder