27 Ocak 2012 Cuma

sarı

çok garip zamanlar. insanlar sürekli ağzımın içine bakıyor, çılgınca soru soruyor. sevgili blog, "ee gerdek???" sorusunu bile duydu bu kulaklar ki hani sen ben biliyoruz, bana sorulacak soru değil. şöylece bi baktım, sustular. bi de ilk başlarda salak gibi "acil nikah gerekiyodu" filan diyodum, birazdan doğuracağımı sanıyodu insanlar galiba, artık daha normal izah ediyorum. yakında bant kaydı çalıcam. sahiden böyle bi özrüm var. annemin dediği gibi: "brezilyadaki fındık fiyatları desem susmazsın, nikahını anlatamıyosun." neyse.

genel sağlık sigortası psikopatlığını çözmeye çalışıyorum. bi haftadır filan, bi yandan da bu manyaklıkla boğuşuyorum. pencere vergisi gibi, gözünün üstünde kaş var vergisi gibi.

dün biz bir tenis turnuvasında daha yarı finali birlikte seyredemedik blog; ama çeyrek finalleri birlikte izlemiştik işte. bu da bir şey. iki kişiyle tenis maçı izlemeyi çok seviyorum: biri annem, biri de tazecik biriciğim. onlar olmadan izlemek garip geliyor. bi de yani, federer ve nadal deyince benim aklıma toprak kort geliyor, sıcak hava, roland garros. oraya aitler gibi. djokovic ve murray maçı o kadar belliydi ki izlemedim bile.

bence güzel bir sabahlık ve güzel bir broş, insanı mutlu eden ayrıntılar. robdöşambr denen naneyi ne kadar sevmiyorsam, insanı sabah mahmurluğuyla salınan bi japon balığına çeviren sabahlıkları da bir o kadar seviyorum. anneanneminki kadar güzel olmasın, yeni bir sabahlığım var. broş da mesela, ne güzel bi takı. kolye değil, küpe değil - broş. sevgili ev arkadaşım bu konuda iyidir efendim. benim de ufak yaka iğnelerim var; ama broş başka bi şi. kardeşim bana bi broş hediye etti ve artık kış kötü bi şi diil.

perulu minik adaşım artık guyana'da yaşıyor. annesine çok benziyor, çok güzel gülümsüyor. Guyana hakkında çok bi şi bilmediğimiz, wikipedia'daki türkçe sayfasından da belli: "böyle de bi şi var" diyor anca. olsun. ben öğreniyorum yavaştan.

11 ay sonra, yine tahliye çıkmadı. 11. davaya kaldı, biz de mart ayını bekleriz.
kartopu oynamazlar da erguvanları görürler. bekleriz.
sonuçta "denizlere çıkar sokaklar" dizesini onlar değil biz yazdık. bekleriz. öyle bir bekleriz ki "ahmet-nedim pabucu yarım / çık dışarıya oynayalım!" diyen bir coşkuyla bekleriz, onlara rağmen neşeli, onlara rağmen umutlu. Birgün muhabiri zeynep'in gülümsemesi, odtülü hikmet'in çıplak parmağı gibi bekleriz. asık suratların kravatları bunu asla anlayamayacak.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker