29 Mayıs 2011 Pazar

parlak

evde bunalıp istanbulun biriciği, her tilkinin kürkçüsü istiklal caddesine gittim dün. baştan sona yürüsen, yetiyo zaten hava almaya. azıcık tramvaya bindim önce. bi haftasonu babası oğlunu gezdiriyodu, tramvayı anlatacaktı ama tramvayı bilmiyodu. (aynı şey istanbulu gezdirirken istanbulu bilmeyenlere de oluyor. "aa şu cami ne?"/ "hmm işte eskilerden bir şey") neyse. koşup koşup tutunan çocuklar adamı uyardı: "abii çocuk oraya yaslanmasın, düşer müşer". çocuklar o çocukla aynı yaştaydı. sonra bu haftasonu babasının oğlu etrafı kurcalarken eline makine yağı bulaştırdı, babası kızar diye gizledi, üzerine silmek istedi; ama emin de olamadı filan. peçete veriym dedim, babası fark etti, kızdı çocuğa. tam haftasonu babası. sonra robinson, kitap. sonra bi ufak dondurma. dönüşte tam metroya binecekken, artık blog tanrıları mı araya girdi nolduysa önce ikinehir, sonra narsis hanımlarla 3lü bir karşılaşma bile becerdik.

metroya indim ve bindim ki - ah en sevdiğim şey karşımda oturuyor: tahminen 90 sonrası doğmuş, iki genç kız. sahneyi onlara bırakiym hatta:

 ~
bi kere çiçek gibiler. parlıyolar. 18'den ufak bile olabilirler. gençlik ilk defa bu kadar somut göründü gözüme: parlak bir şey. sahiden çiçeksi bi halleri var; birinden papatya diğerinden lale filan olur. belki isimleridir? neyse işte, bi kızımız çok güzel, taş bebek gibi. kumral, uzun, kıvırcık saçlı, beyaz tenli, kocaman gözlü, düğme burunlu, kalın dudaklı. hafif bi ergen kilosu var, onu da 5 yıl sonra verdiğinde çirkinleşecek zaten. yatsa gözlerini kapar, kalksa gözlerini açar, taş bebek. yanındaki kızımız o kadar güzel değil. yüzü asimetrik, saçları fazla ince telli, burnu fazla büyük, dudağı fazla ince; ama hepsi bi arada hoş duruyor. elleri çok güzel. hem o daha bi "cool", aksesuarları daha zevkli seçilmiş, diğerine göre biraz daha olgun takılıyor, giyim zevki filan on numero.

tüm vagon onları dinliyoruz. daha doğrusu, etrafımdaki tüm erkekler kıvırcık saçlımızı dinliyor. kızımız yeni ayrıldığı erkek arkadaşıyla (6 aylık ilişkiyi anlaşarak bitirmişler, çünkü yani, kötü bitsin istememişler işte) konuştuklarını arkadaşına anlatıyor, o da analiz yapıyor. genç bir kızın ilişki analizi ve çantasıyla kapamaya çalıştığı eteğinden arta kalan bacakları bi araya gelince ilgi çekiyor. "o dedi ki-bu dedi ki" kısmını çok fısıldaşıyolar, kodlu isimler filan, anlamıyoruz. sıkılıyoruz vagonca. bulanık bir dedikodu, dikkatimiz dağılıyor.

sonra bi anda, kıvırcık saçlımız heyecanla diyo ki: "insan zaten bi kere aşık olurmuş, olunca da hemen anlarmış. hepsinden farklı olurmuş. diyelim ki anlamadı, o zaman bitince anlarmış, 'aa ben aşık olmuşum meğer' dermiş, bi daha öyle olamayacağını hissedermiş insan". arkadaşı cevap veriyor: "evet öyle, bir kere oluyor". bu ince zaman kipi farkından içim buruluyor benim, iki kız sanki bi anda arkadaş değil de abla-kardeş oluveriyorlar. etrafımdaki erkekler yine kıvırcık saçlının aşk konusundaki düşüncelerini ilgiyle takipteler, sanki o "the aşk" onlardan biri olabilirmiş gibi! "ya işte ama farklı olurmuş yani, hemen anlarmış insan, ağlaması bile farklı olurmuş, çok acıtırmış" diye ısrar ediyor kıvırcığımız, bi yandan buklelerini düzeltiyor. yeni ayrıldığı erkek arkadaşının "zaten" aşık olunacak kişi olmadığının teyidini arıyor. gizli bir formül bekliyor bir yandan da, "aşık olduğumu nasıl anlarım?" sorusuna beş var.

taş bebek bu arayışlardayken cool kızımız tırnağıyla oynuyor, gömlek kolunu bi daha kıvırıyor, yüzüğünü takıp çıkarıyor filan, gözü yerde, derin nefesler alıyor, patlıyor : "aşk diye bi şi yok ki, aşk ne? çok sevmek mi? istese ojeyi de çok sevebilir insan, gömleğini de! aşk dediğin, senle ilgili, karşındakiyle değil! aşk filan yok!" kıvırcığımız bozuluyor, hep aynı şeyleri söylüyor: "ya tamam ama bi kere aşık olurmuş insan, anlarmış, illa olurmuş yani". diğeri dinliyor bu tekrarları, pes ediyor, sesi kısılıveriyor: "tabii ki canım, öyle, evet oluyor". sonra, bir anons, "aa bizim durak", aynı zaman kipinde buluşup mecidiyeköy durağında iniyorlar pıtır pıtır.
~

ben de işte, o kıvırcıklı saçlının aşk aforizmalarını kimden duyup da tekrar ettiğini merak ettim, yanındaki arkadaşının "tabii ki öyle"sini ona kim dedirtti, onu merak ettim, ne zamandır tanışıyolar, şimdi metrodan inmişken acaba ne konuşuyolar, bi de yanlarına gidip: "öyle değil, sahiden değil" desem, ne yaparlar diye merak ettim. ettim de ettim yani.

etrafta aşk üzerine kocaman laflar dönerken, -mış'lar ve -yor'lar arasındaki o minicik farkı da  usulca katlayıp bi ilaç kutusuna koydum, sakladım.

4 yorum:

jelatin dedi ki...

ohanna. kısa film izler gibi okudum.

mermaid dedi ki...

:) istiklale gitmem ve geçen söz ettiğimix şeyi almam laaazim. 90lilar bi baska:)

AidaSalem dedi ki...

ben de "cumartesi babaları" diyorum o gruba. Babadan başka her şey olabilirlermiş gibi sanki, tesadüfen baba olmuşlar gibi.
Nedense çok dramatik geliyor.

Genç kızlara gelince, ahkam kesmelerine gülüyorum. Birkaç yıl sonra kendinden emin bilge hallerinin yerinde yeller esecek.
Değil aşk, kendinizle ilgili bile "ben şahsen" diye başlayan cümle kuramayacaksınız demek istiyorum onlara sanırım. Sizin muhteşem tezlerinize karşı evrenin fantastik antitezleri var demek istiyorum. Siz ne zaman sevinçle şah demeye hazırlansanız, ummadığınız şekilde mat olacaksınız demek istiyorum. Sanırım onlara da üzülüyorum.

deryik dedi ki...

jella: senaryo çalışmalarım sürüyor.

mermaid: 90lar türkçe popla büyümek, zahmetli iş :)

aidasalem: yok bunlar ahkam da kesmiyodu, şaşkınlardı biraz. pek içtenlerdi. boşver bu zamanları böyle geçsin, sonrasını elbet görecekler :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker