işkence haberleri ekmek kırıntıları gibi. kuşlar yemeden önce farkedip takip edebilirseniz, sizi doğru yere götürüyo. yoksa, kırıntılar yok, iz yok, yok yok yok-- duyulmadan, görülmeden, üstüne kilolarca beton sıvanarak filan, kalakalıyo. yok çünkü.
gözlatında dövülerek öldürülen adamın resmini polisin sırtına ateş edip felç ettiği arkadaşı taşıyo.
sivil polise kimlik soran kadının gözü patlatılıyo.
"ben bardak çay istedim, sen fincan getirdin" gibi bir bahane bile olamayan saçmalıkla 5 polis işletmeciye beyin kanaması geçirtip, beyin zarını kafasına basarak ezip adamı komaya sokuyolar.
gün aşırı birileri sorgulanmak üzere götürüldükten sonra polisler tarafından allahın unuttuğu bi noktaya bırakılıyo, en azından tek vücut olduklarına şükrederek.
açık görüşe gelen tutuklu yakınlarının ayak ve bilek kemikleri kırılıyo, küçücük çocuklar bile dayaktan geçiyo, gardiyan "kanun biziz" haykırışlarında.
ilkokuldan beri biliriz ki okuma parçalarının tek görevi bize yeni kelimeler, söz öbekleri filan öğretmektir. sonra onları cümle içinde kullanırız.
bakınız: polise mukavemet.
direnme yani. bi kez daha yazıyorum ki bu arapça kelimenin "gerilip gerilip copla dalmak, kafasını ezmek, adam toplayıp tenhada kıstırmak" filan gibi anlamları olmadığı hatırlansın.
mukavemet, "münferit"in kayıp abisi. mukavemet, münferite nasıl büyük adam olunacağını gösteriyo. misal, yasadışı bir şey yapmayan genci dergi dağıtıyo diye sırtından vurup felç eden polise 10 yıl, "polise mukavemet"ten yanı yanı başında davası süren aynı gence 15 yıl isteniyo. arkadaşları isyanda, sokaklarda, bi güzel dövülüp öldürülüyolar. "hani sınırlar BBG eviydi" diyenler, "hani karakollar camdandı" da diyebilmeli. gerçi camdan evet, cam gibi ortada olan biten. sadece birileri alay eder gibi, "kafalarını demire vurmak ve kendilerini tokatlamak suretiyle..." filan diyo.
işkenceci nasıl işkenceci olur, hepimiz potensiyel psikopatlar mıyız, yoksa o adamın hala çocuğunu okşayabilmesi mi anormal falan filan -- psikoloji ilmi bunları açıkladı, koydu kenara. "emir eri ramazan" oluşla vicdan rahatladıktan sonra "ben sizin babanızım ben ne dersem o olur" tanrıcılığı geliyo. bu işler, bu görevler için zaten bi "eğitim" süreci var. öyle mahallenin körpe delikanlısı ertesi gün binbir işkence yöntemiyle uyanmıyo yani. bak adama o kadar "kanun sensin, sen kanunsun" denmiş ki, papağan gibi tekrar ediyo; hafif bi anlam kaymasıyla. adam kanun, kanun zaten tanrı, tanrı olmuş o, günlük hayatta yetemediği her türlü iktidar iki dudağının arasında.
bu sene bi kitap yayınlandı. Türkiye insan hakları vakfının"işkencenin atlası" isimli kitabında ayrıntılı teknikler, bıraktığı izler ve daha da önemlisi "iz bırakmayan teknikler" anlatılıyo. Adalet bakanı "ay mukavemetten münferit filan olmuş çok pardon" derken, sıfır tolerans vesaire, tek derdi şu: "eşek sıpaları, öldürmeyin demedik mi, morartmayın demedik mi". oğlunun kırdığı camın parasını ödeyen baba gibi. ben bunu böyle anlıyorum. yıldırımcım türkercim de böyle anlıyo. çok değişik bi şi değil zaten. bariz. "okuduğumuzu anladık mı" köşesi.
bütün bunların içinde, insanı çıldırmanın eşiğine getiren şey, heralde karşınızda çelik bi iradeyle "yoo öyle bi şi olmadı, sen bize bok atmak için kafanı duvarlara vurdun" diyen bi zihniyetin olmasıdır. ruhunuz, bedeniniz acıdan kıvranırken, rüyalarınız da uykularınız da artık başkalarına aitken, sizden gerçekliğinizi çalmaya çalışmak işkencenin son aşaması bence. kocaman bir HAYIR. olmadı, yaşanmadı, yaşamadın-- YOK. o da yetmesin, bi de suçlan: mukavemet.
daha beterlerini gördü bu topraklar. gerçekliğinden bile vazgeçenler oldu acıdan. unutmayı geçtim, bilmemeyi seçtiğimiz acılardan bir kuple sunayım: diyarbakır cezaevinde kalan yaşlı bir adam, öldüğüne inanmış. ölüymüş o, etrafındaki herkes ölüymüş. orası da ahiret, cehennemmiş. aksi olamazmış. ikna etmeye çalışmışlar, olmamış, sonunda dokunmamışlar. yıllar sonra başka bi cezaevine nakli olunca müdüre göndermişler. "karımla konuşturun anca o zaman inanırım yaşadığıma" demiş. telefon etmişler, karısının sesini duymuş. ve adam, o an kalpten gitmiş. acılarına dayanmak için kendisini öldüğüne ikna eden adam, her şeyin gerçek olduğunu kabullenememiş, ağır gelmiş. acıdan ölmüş, saf, mutlak acıdan. dehşetten.
bunu yaşadık biz.
yaşadık da noldu? YOK YOK YOK dediler üç kez, bir ağızdan, "aa yokmuş" dedik.
yani birilerinin "YOK Kİ, OLMADI Kİİİ" demesi, hastalıklı bi şekilde işe yarayabiliyo.
hatırlamaya çabalıyoruz. 78liler mesela, diyarbakırda kalmış olanlara ulaşma derdinde. ya da hükümetimizin diliyle söylersek: birileri sırf "tayyip erdoğana çamur atmak için" (başbakanımız türk tarihinde II.abdülhamitten sonra en "benmerkezci/paranoyak iktidar güzeli" seçilebilir) işkencecilerle uğraşıyo. her yol romaya, her dava tayyip'e zira. adam kişiselleştirmeler şairi. hiç bi çözümü, cevabı yok çünkü. fikri dahi yok. aslında, umru bile değil. münferit uzvundan aşaa kasımpaşa kendisinin. "bana mı dedin laayn" çekip işine devam ediyo. kabaramazsın kel fatma, annen güzel sen çirkin. hiçbir iş görüldüğü yok. sonra elinde bi takım veriler, sayılar "gözünüze dizinize dursun nankörler, bakın tavukçuluk tam %2 büyümüş" filan diyo. hani çekil di mi, destek değilsin bari köstek olma. konu terörken tarımdan, tarımken belediyelerden, belediyelerken ormancılıktan, ormancılıkken baykaldan bahsetmek gibi bi ruh hali içinde. o ve ekibi. "zihniyet değişmeli" demiş çiçek. hadi ya? yıl 2008, ülkende 10 gün içinde bilmemkaç tane işkence haberi yığılıyo ve sen "hmm.. ee.. münferit.. mukavemet... zihniyet?" diyebiliyosun anca ve hala koltuğuna zamklı haldesin ve aferin bekliyosun.
devlet ilk kez işkence için özür diledi. birileri bunu alkışlıyo. o kısım daha da komik. konuşmayı öğrendi teyzesi, şiir okudu.
işkence denen şey, devlet- polis, polis-vatandaş ve vatandaş-devlet ilişkileri nasıl olmalıdır, bununla ilgili sadece. ayan beyan ve bok yoluna dayak, devlet kültürümüzde var. işkence, bu devletin kültüründe var. aksini iddia edenler rica edicem son 40 yılı bi karıştırsın. "atatürklü altın yıllar" ve "hezeyansız kısa günler"i dışarda tuttuk diyelim hadi...
işkence var. eskisi gibi sadece politik anarşik öğrencileri de vurmuyo üstelik. çay satan amca komada. kolluk değil korku kuvvetleri resmen, gözümün önüne sürü olarak dolaşan bir sürü vahşi hayvan geliyo. kurt olabilir bak. siz hiç bi gösteride 1:20 oranında yığılmış duran polislerin arasından geçmediniz mi? soruma bak, tabii ki geçtiniz. güven duydunuz mu? ben duymadım. hepimiz enseyi kapa, kıçı kolla, koşar adım uzaklaşıyoruz. bok yoluna niyazi olmamak için. kadınlar atılan lafları, dik dik bakışları görmemek için. erkekler sakal/bıyık/ yürüyüş testine girmemek için. polise her gün 1 mayıs zira.
hcg zamanında "polis ne de güzel memurumuzdur" konulu yazısında, "münferit bunlar, mukavemetten oluyo" filan demişti. "her mesleğin iyisi kötüsü var kardeş, zan altında bırakmayalım" şerbeti. valla zan altında kalmak istemeyen, gönlü zengin, "mahalle dizisindeki polisler gibi" bi polis varsa, arkadaşlarını toplayıp şu diğerlerini bi zahmet yola getirsin.
işkence bu ülkede en basitinden "doğal" görülüyo. azaltılmasından filan bahsedilir yani, sessiz ve derinden yürütülmesinden; yok edilmesinden değil. sıfır toleransçı olsaydık eğer sudan'a silah ve hatta PALA satmazdık. biz kendi acılarımız ve işkencelerimize yetiştik, yetmedi, bi de elalemin soykırımına silah sağlıyoruz. yok yok: Made in Turkey PALA! göz patlatan osmanlı tokadından sonra yeni bir türk icadı!
ben sümüklü biriyim. işkence haberlerinde sinirden kaskatı kesilip ağlamamayı öğrenmiştim. ama bu pala işi sinirlerimi oynattı, hem ağlarım hem gülerim.
4 yorum:
Aaa! Olur mu hiç öyle şey!
Polis gayet "orantılı güç" kullanıyor karşısındaki güçsüzlere karşı.
Oran hesabını bilp bilmedikleri ayrı bir konu tabii ama dayağın oranı mı olur orası apayrı...
ah deryik ah.
kimsenin umrunda olmadığı ülke, bana dokunmayan yılan herkesssten çok yaşasın gibi bir atasözü olan bir toplum.... korkunun her daim kol gezdiği sokaklar, 70 milyon büyükbaşın güdüldüğü coğrafya... olanlar artık hiç şaşırtmıyor ve tepki bile veremiyorum.
jazzistan: "orantılı güç" fotoğrafı çekmişler cep telefonlarıyla polisler. kanıt olarak sunucaklarmış. şaka gibi.
mermaid: ah ki vah :)
azemsah: haklısın. ben hala arada bi patlıyorum.
Yorum Gönder