1 Eylül 2011 Perşembe

eksikşehir

9 gün ankara, enteresan bi fikirmiş. insan bi an 8 yılı nasıl geçirdiğini sorguluyor ama cevap belli: 8 yıl tatil yapmadın ki. çok zormuş ankara. özellikle kardeşli bir istanbul turundan sonra, sahiden zormuş. o sebeple yine istanbul turuyla devam ediciiz kardeşimle.

neyse, biz de ankaradan kaçalım, atraksiyon olsun diye günübirlik eskişehire gidelim dedik. özet geçiyim: tek güzel yanı hızlı trendi. YHT, mis gibi. onun dışında, eskişehirin modern, yepyeni, çok bi güzel bi şehir olduğu iddiası benim için hala tüm gizemini koruyor. yanlış bi yerine mi gittik diye bile telaşlandık, o derece alakasızdı gördüğümüz şey. tabii bayram tatili sebebiyle kapalı olan yerlerin en güzel yerler olması ve eskişehiri seven gençlerin aslında oradaki arkadaşlarıyla gece mece bi şiler yapmayı sevmesi gibi 2 önemli nokta var. bu noktaları istisna tutalım: ben sahiden ölüp bitecek bi şi göremedim.

ben şehre lületaşını çok seven biri olarak büyük bi heyecanla gittim oysa. sonuç: odunpazarı içindeki lületaşı hediyelik eşyacıları, HEP aynı şeyi satıyor. bir hanın avlusunda 9 tane dükkan, sanki matrix'teki kara kedi 9 kere geçmiş gibi bi his bırakıyor. pipo merakınız yoksa, alabileceğiniz estetik hiçbir şey yok. hep aynı yüzük mesela. milim değişmiyor, tornadan çıkmış gibi.  hatta sordum, makina mı diye, el işi dedi 9 ayrı yer. keşke makine deselerdi. yer gök lületaşından kaplumbağa mesela. neden kaplumbağa?! e çünkü yuvarlak ve kolay. playdoh'la oynayan çocuğun da ilk yaptığı şey kaplumbağa. onun için rica ederim  "gözleri ufalmış lületaşı ustası sanatını konuşturuyordu" gibi TRT2 tanıtımları yapılmasın artık. yalan. öyle ustalar filan da kalmamış veya eserlerini kapalıçarşı'ya filan gönderiyolar.

 9 tane karbon kopya mağaza, hepsi de niye satış yapmadığına şaşıyor. o kadar hafif ve yumuşak bir malzeme var elinde, üstelik bu kadar ender çıkıyor. dev heykel yapsan bile kuş gibi hafif, turist alıp götürebilir, rahat taşınır.  üstelik boyaması da kolay, bi adam gösterdi. yani BİR şey yapılabilirdi orijinal. mesela bi dükkan sahibi dedi ki "çok güzel ayakkabı tabanı oluyor lületaşından, çünkü teri kokuyu emiyor. üstelik bu pipoların artan tozundan bile yapılır". e tamam ne süper, üretin! şu millete bi hayrınız dokunsun, kokmayalım. "ama ustaları ikna edemiyoruz". bu ne menem bir şeydir? ustalar kaplumbağa yapmaktan gocunmuyor da ayakkabı tabanı mı istemiyor?  anadolu üniversitesi, ki neler becerdikleri şu an pera müzesinde var, elbet lületaşı konusunda bir şeyler yapmıştır. turistler neden göremiyor?! cam müzesi mesela, ufak ama çok şıktı. ya ne bileyim, lületaşı satanlara "bari harf kolye filan yapın ya, bi değişiklik olsun" bile dedim. ben harf kolyeden nefret ederim.

sonra efendim, porsuk çayı. venedik gondolunu ve amsterdam kanal botlarını ve paris köprülerini geçiyorum. eklektik bir kombo bombo, kabul edilebilir bir arayış olabilir. en azından denedik. bence yine de porsuk'un şehir hayatına katılmış olması, yeşillendirilmiş olması filan, güzel. kentpark'ı görmedim ama eminim, şehrin en güzel yeri de orası.

bunun dışında, tüm çay boyu yürümediğim için desteksiz atıyo olmiym ama yine adama sorarlar: peki bu çayı güzelleştirdik iş bitti mi? güzel bir yaya yolu var, geniş, trafiğe kapalı. sağında solunda, annemin "şatila kampı", arkadaşının "demirperde bloğu" dediği, benim için fazlasıyla ulus-kızılay-osmanbey mağazaları tadında olan irili ufaklı yerler. ne satıyor? ihraç fazlası veya çin işi abidik gubidik şeyler. porsuk'u bunun için mi düzenlediniz yahu? tamam bu eskişehire özel bir durum değil. ama niye bu kadar şişiriliyor? BU mu reklamlık malzeme? yani en son moda markalar gelsin de demiyorum. başka bir şey olabilirdi. arası bulunabilirdi.

balaban arayışımızı geçiyorum, o annemin azmi ve bayram tatilinin uzlaşmazlığı sebebiyle hazin bir hikaye.  eskişehirin geneline bakalım. mesela mimari. her yerde, anadolunun tamamını işgal etmiş, garip balkonlu, çirkin renkli betonarme binalar. tamam ben odunpazarının minik bir yer olduğunu biliyorum, öyle bir eskişehir geneli beklemedim. ama rica ederim: çirkin. binalar çirkin. ankarada da binalar çirkin mesela, bu kadar övünmüyoruz (ki ankaranın opera-ulus hattındaki binalarını hariç tutuyorum). ne bileyim, aydına gidin, balıkesire gidin, muğlaya, konyaya, bursaya gidin. orada da var bu binalar, bu beton aşkı. onlar da çirkin. anadolu şehirlerinin çoğunun şehir merkezi bu tuhaf yapıların işgali altında. barınma hakkıyla şehir estetiği uzlaşmayabilir. ama bundan nasıl bir "ah eskişehir, ah güzel şehir" çıkıyor anlamıyorum. kentpark yapmakla olmuyor, şehrin geneli sahiden kötü yapılara sahip.

kurtarılmış bölgeler olması, yeterli değil. aksine, daha da eğri duruyor. yama gibi. eskişehirin ilçelerine gidemediğimiz için selçuklu eseri filan görmedik. tren bileti satan adamın "6 saat yeter yahu, bıkarsınız" demesini çok iyi anladık, o kadar.

odunpazarına gelelim. evler restore edilmiş, mis gibi. sonra tabii ki türkün badanayla imtihanı başlamış ve yine kaybetmişiz. playdoh oyun hamuru renkleri burada da hakim. bir iki tane beyaz, somon rengi bina var, güzel. sade. sonra ördek başı yeşili, okyanus mavisi gibi tuhaf renklere geçiyoruz. çivit rengi de olur ahşap, ona da tamam. ama çivit başka bi renk. altınla limon sarısı kadar farklı o lacivertle çivit. garip duruyor işte. binayı boğuyor. külliye güzeldi, ama büyük bölümü kapalıydı. lületaşı müzesinde yine biraz daha hoş bi şiler vardı. sonra yine kaplumbağalar. her yerdeler.

haller gençlik merkezi! yenilendi! içine giriyoruz, evet bir halden pek güzel bir mekan elde edilmiş. bi kere serin; ama içinde yine lületaşından kaplumbağa, plastik çiçek taçlar filan satılıyor. su muhallebisi yedik, o pek bi güzeldi. anladığım kadarıyla gece de spr filan kalabalık oluyor. ee sonra ama? sahiden, sonrası yok. ki ben, bakırcıymış, kalaycıymış, ne bileyim "bucak bucak anadolu" el sanatlarıymış, hepsine müthiş bir merakla bakarım. halı dokusunlar, oturur izlerim. cam üfleyenleri bile büyülenmiş gibi izliyorum. yani istanbul aradığım zannedilmesin. keza, aksine, otantikleştirilmiş saçmalamalar da ummuyordum.

biz niyeyse, çok şey bekledik eskişehirden. ankarada yaşamışlara "aa nasıl görmezsin eskişehiri aaaa" denir çünkü.  eskişehir, öğrenci şehri. eskişehir, artık bambaşka. eskişehir, anadolu vahası. vay be dedik, biz neler kaçırıyoruz, bu tatil fırsat olsun. hızlı tren var, atlayın gidelim. gidince ne görelim? hiç. göremediklerimize yanalım.

ben nemrut, memnuniyetsiz biri olabilirim.  huysuzumdur, evet. her bi halta kusur bulurum, kusursuzmuşum gibi. öyleyim, huysuzum, farkındayım. mesela bi harita, kroki filan bulamamak beni 5. dakikada bıktırıyor. tabela olmaması küstürüyor. bunlara nerden alıştım da bekliyorum, bilmiyorum; ama sahiden hayalkırıklığı yaşadım. ama sahiden, bok atmıyorum. yani öyle bir derdim yok.  biraz da dedim ya, bayram boşluğu. gitmeden önce okuduğumuz o eskişehir methiyeleri, tatilde şehri terketmişti. bi ara gözümüzü kapasak, ha eskişehir merkez, ha çorum merkez, ha çankırı merkez... pek bir tuhaftı. yani benim sevdiğim adamla, arkadaşlarımla gitmek istediğim bir eskişehir fikri, bir anda garip bir yılgınlığa dönüştü. ama bkz.1. paragraf, belki de tanıdıklarla güzeldir?

anadolu, beton dolu. çirkin betonlar. bundan kurtulmak da zor. çayın üzerindeki köprünün pervazlarını bebek pembesine boyamak, etraftaki betonu gömmüyor. porsuk'un o ferahlığı, etrafında ne iş yaptığı belirsiz, muhtemelen sahte, kaçak ve/veya sağlıksız mal satan onca yere niye izin verildiğini anlatmıyor. çok özenli belediye, pek bir devrimci belediye başkanı, şehre çok emek vermiş. elinden geleni yapmış, tamam. ama sanki yön verememiş. yani kızımız süslenmiş, makyajını yapmış, cicilerini giymiş... nereye gitsem diye düşüne düşüne oturuyor evinde. oturmak ne, tosarıyor resmen. diğer tüm şehirlerle birlikte tosarıyor. büyükadada da aynı plastik çiçekli taçlar var garip bir şekilde. saçlarımızda plastik çiçekler, duruyoruz. bu durma hali büyükadada batmıyor, ama eskişehir maalesef bu durma halini kaldırmıyor.

çok fena çok. neler olabilecekken, olamıyor. oluyorsa da seçkinler, seçilmişler görebiliyor, yoldan geçen adam değil. lületaşı ya. lületaşı. hala dehşet içindeyim. ne bileyim, bu taşın diğer adı "deniz köpüğü". daha şairane olabilir mi?

*
avrupa, küçük şehirlerine bi çözüm bulmuş: "the city of ..." bir şey şehri. bir şeyin şehri. brüj mesela, dantel şehri. ve ayrıca evet, birası, çikolatası, midyesi de var; belçika geneli gibi; ama işte brüj kendine bunu seçmiş: dantel. çılgın bir dantel mi? değil. bi ömür geçmez belki ama 1 gün geçiyor. zaten 5 günlük bir yer olmadığının farkında. mimarisi de şirin, o ayrı. ama gardan indiğinde elinize 30x35'lik bir şehir planı veriliyor, bir yüzü gündüz brüj, bir yüzü gece brüj. basit. güzel. yormuyor, o 1 gün kolay geçiyor. brüj bi anda dantel şehri olarak yer ediyor aklınızda. allahın danteli, brüjlü dantel oluyor. her şehir böyle, bir şey, bir ürün, bi yerli oluyor.

ama işte eskişehir, the city of lületaşı olamıyor ne yapsa. deniz köpüğü alayım diyenlerle dolmuyor. neyi niye yapamıyoruz, beni aşar. ama olmuyor, onu görmek zor değil. lületaşı ya. canım lületaşı, anca kaplumbağa oluyor.

*
amma zırvaladım ve uzadı.
bu arada ben bi düğüne hazırlanıyorum, kokteyl aslında. teyzemin düğününü gördüm, bi de geçen yıl yine bir kokteyle katıldım, bu da üç. fazla amatörüm yani. üstelik bu üçüncü, birlikte büyüdüğüm bir insanın, bir canım arkadaşımınki. haliyle, ben hazırlanıyorum. günler beni bekler, pek bi güzel olacak. heyecanlı olacak. elbise, ayakkabı tamam.

her gün, güneşe selam. esnedim gibi. yürüyüş yapabiliyorum artık. bacaklarım yeniden benim.  hemen bir anda değil, ama hızla. çok mutluyum. düzenli spor yapmayanı atlar kovalasın.

4 yorum:

merhababenszn dedi ki...

Sen yaz, hep yaz istiyorum ben yahu! Ülkemle ilgili bu yaşıma kadar öğrenemediğim; kendi kafamın içinde yaşayıp durduğumdan etrafımda görmeye köreldiğim ne varsa senden adım adım öğreniyorum sanki. Senden duyarlı olmayı öğreniyorum yahu. Belki küçükken duyarlılığı çok acıtıcı buldum ve kapattım kendimi her şeye. Ama seninle artık büyüdüm ve zamanı gelmiş de geçmiş diyerek açıyorum kapıları. O yüzden huysuzluk/nemrutluk ayrı, etrafında olanların bilincinde olmak ve bakarken görmek farklı. Kendine haksızlık etme istedim. Kendine ve bloguna (benim aksime) çok iyi bak :)

Adsız dedi ki...

peanut evleniyor di mi? di mi di mi? cok heycanliiii :)

Aleksi dedi ki...

ya sen neden eskişehiri avrupa şehirleriyle kıyaslıyorsun ki? neden yapıyorsun bunu? neden?

bir aydın'la, bir kırşehir ile karşılaştır, o zaman "vayy, eskişehir çok modern" dersin kesin. evet.

deryik dedi ki...

szn: teşekkür ederim, ne diyeyim :) tüm bloglara iyi bakılsın :)

adsız: oluyor zaman zaman öyle şeyler.

aleksi: kırşehirle karşılaştırınca da "şehircilikte devrim! avrupai bir anadolu kenti!" filan görmüyorum. avrupayla da ben kıyaslamıyorum, tüm tanıtım onun üzerine kurulmuş ondan dedim. hatta itiraf: eve gelip haritadan bi daha baktık yanlış bi yerini mi gezdik diye. çok modern ve eklektik bir kitsch.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker