6 Eylül 2011 Salı

sen, ben, kadınlar, erkekler ve diğerleri.

hayat bir enteresan şey blog. bir sürü önkabule rağmen hayatın gerçekleri size nanik yapıyor: "pek de öyle değil bir tanem".

mesela, filmlere bakalım. fabrika kızı tütün sararken, ustabaşı kötüdür hep. sinsidir, tacizcidir, sıkıştırır, yıldırır, bezdirir. ki evet, bunlar oluyor. "seni erkeklerin tacizinden korumak için başındayım" diyen erkekler, aynı şeyi başka kadınlara söyleyen başka erkeklerden koruyor birilerini. ikircikli haller. ama mesela bakalım o filmlere, kitaplara: sanki ustabaşı ve hanım kızımız üniversiteler bitirip kitaplar devirse, bunlar olmayacak. sanki o şoven ataerkil baskı, bir diplomayla kuş olup uçuyor. sanki ekonomik bağımsızlık, tek reçete.

oysa biz de biliyoruz, asistanını sıkıştıran üniversite profesörünü. ustabaşı kadar açık bir şekilde tenhalarda kıstırmıyor belki (ki o da var); ama hep yanı başında, nefesi kulağında oluyor mesela. ne bileyim, siz iş yerinizde ne zaman tuvalete gitseniz, aksi gibi yol üstündeki fotokopi makinasında işi oluveriyor, ofisin en yılışık adamının. ne tesadüftür ki hep size yapacak bir esprisi, savurması gereken çift anlamlı lafları, sorgulayıcı bakışları, çıplak gösteren gözlükleri filan var. yani usta başı "taciz" ediyor ya, diğerine de modern zamanlarda "bir tür mobbing" filan diyoruz, MBA'liler o dilden anlıyor.

daha geçenlerde çıktı, istanbuldaki belediyelerin, ki atıyorum 60 tane olsun, hepsinin sığınma evi açma zorunluluğu var. yani yasa var mı, var. ama sadece 4'ünün sığınma evi var. mesela beşiktaşın yok. manyak gibi sürekli aradığım belediyeyi bi de bunun için ariycam. 2011 yıl sonuna kadar, belli bir nüfusun üstündeki tüm belediyeler sığınma evi açmak zorunda. zaten zorundalardı; ama umarız 2011 sonunda "cezai işlem" de uygulanacak. hamiş: yasal zorunluluk, "zorlayan" olmazsa işlemiyor. basit, evet.

mesela bu ülkede mor çatı diye bir kuruluş var. çünkü sadece sığınma değil avukat da sağlıyor. yeni bir hayat imkanı sağlıyor. gönüllü avukatları var. ve devletim milletim, mor çatıya verdiği desteği kesti, birkaç yıl oluyor. sanıyorum ya taşındılar, ya da taşınmanın eşiğinden döndüler kira sebebiyle. aynı devletim milletim, sığınma evi zaten açmıyor da; diyelim ki açtı, onda da törenle açıyor. resmen "çelenk gönderimi için adres" filan bildirip gizli olması gereken sığınma evini afişe ediyor. ölü doğum.

yani niyet yok, beceri yok, bilgi yok. bunlara sahip kişilere de destek yok. cezalılar, niyeyse.

aile içi şiddet konusunda mesela, tonla çalışma yapılıyor. pedofili ve ensest mağduru sayısını bilmeyen bir ülke için bu çalışmalar nimet. bunlardan bir tanesi, ki ben 2002 yılında okuduğuma göre yenilenmiştir, çok basit bir şey söylüyordu: eğitim seviyesi arttıkça şiddet artıyor. özellikle de eğer çiftin her iki tarafının da eğitim seviyesi aynıysa. şaşırdınız mı? ama neden? o kadar mantıklı ki.

eğitim seviyesi arttıkça, şiddet sebepleri değişiyor ve çeşitleniyor. kaba dayak, yerini sözlü tacize, yıldırmaya, cinsel istismara, tehdide bırakıyor. size, sevdiklerinize, hayatınıza tehdit. kadın programlarına çıkan dehşet hikayeleri kadar "somut"laşmıyor belki; ama hep başınız üstünde dolaşan ve bir tek size yağan bir kara bulut gibi, yanınızda oluyor. bağımlılık, itibarsızlaştırma, günlük yaşamı kısıtlama, özgürlüğünü sınırlama haline dönüşüyor.

"yandım aman komşular!" diye koşsanız, neden yandığınızı anlatmanız bile zor. çünkü şiddet, henüz somutlaşmamış. bir olsa, bir gerçekleşse, neler olabileceğini bir siz biliyorsunuz. tehdidin ne kadar gerçek olduğunu bir siz biliyorsunuz. zaten şiddet, genelde dev bir tehdit. her anınızı paranoyaya hapseden bir korku dumanı: ama bir siz görüyorsunuz. hayatınızı zindana çeviren mahluk, dış cilası yerinde, façası cakalı bir yaratık. o şık kostümün içindeki ruh hastasını, saplantılarını, şiddetin boyutunu bir siz biliyorsunuz. çünkü en seçmece şarapların tadımı için uçağına atlayıp bağları gezen, yok efendim işte teknesiyle mavi tura çıkan veya evinde şirin bir köpek besleyen bu adam, yüzünüzü morartmadan, topuğunuza sıkmadan şiddet uygulamanın da en zarif yolunu bulmuş, çaktırmıyor.

burada devreye, güvenlik güçleri, şiddeti önleme mekanizmaları giriyor. çünkü bu sevgili ülkemiz hariç neredeyse tüm dünyada tehdit de bir şiddet türü. "önleyici hekimlik" gibi bir şey. gerçekleşmiş, fiziki şiddete bile "kol kırılır yen içinde kalır" diyen bir kolluk kuvveti, tehdide ancak "aman canım, korkutmak için diyodur, yapmaz öyle şey" demez mi? "yapsa şimdiye kadar yapardı canım" gibi bir sevgi pıtırlığı göstermez mi?  şüpheniz mi var? yok. gözaltına alır, bırakır. belki madalya da takar? sonuçta bir bakmışsınız, şikayetçi olarak siz "abartıyor" olmuşsunuz. aman canım, meşgul etme bizi. bi şi yok işte, kadın dırdırı. çünkü mağdur, ilk şüphelidir böyle durumlarda.

kolluk kuvvetlerinin tavrı hep aynı. nitekim, "aylardır tehdit edildiği için koruma ve sığınma talep eden X.Y. sahipsiz kaldı, mağdur/ kurban oldu" haberleri de gayet bol ve işin acısı şaşırmıyoruz. şiddet somutlaşıp kadın hastanede can çekişirken bile başına polis konmadığı için, hastanede güldünya oluveriyor kadınlar. güldünyayı da hatırlamıyor ki kimse. hadi diyelim güldünya ve siz, fani ve sıradan ve kadın ölümlülersiniz. Hrant Dink açık tehditle gündüz vakti şişli'nin göbeğinde ensesinden 3 kurşunla öldürüldü. hani size özel bir gözden çıkarmışlık değil, reca ederim, biz bunu hep yapıyoruz. özel muamele yok. ama bakınız ibrahim tatlıses vakası, aylardır gazetelerin en baş köşesinde an be an, saniye saniye raporlanıyor. ziyaretçisi en bol mağdur. sonra insan sinirinden şiddeti şiddetle kıyaslamaya başlıyor.

eğitime bu kadar inançsızlığım, eğitimin kalitesi ve içeriğiyle de ilgili. yani ne bileyim, okumuş etmiş, hatta her İK yetkilisinin gönlünden geçen odtüboğaziçiitü mezunu bir insan, "ibnee hakeem" diye zıplıyor maç izlerken. hakem ibne, ee orda bitiyor mu? hakem yeterince erkek değilken, karısı mı yeteri kadar erkek? erkekliğe bu kadar kafayı takmış bir adam, en gündelik haliyle bile dilinden düşürmezken, hayatından nasıl çıkarır? bugün çok sevdiği karısı, yarın "beceriksiz karı" olmaz mı sahiden? nedir garantisi? falan filan derken işte - hep aynı sulardayız, başka şehir bulamazsın. hep aynı hep aynı. bu yüzden, evet ben pis feminist entel dantel olarak, eşcinselliği hakaret/ alay olarak kullanan birine tahammül edemiyorum. erkekliğiyle bu kadar saplantılı bir erkeğin, kişilik sorunları bakidir. çözemediği davaları en derinlere kaçtığından, artık onları "prensip" sanması da çok mümkünüdr. haliyle bence, buzdağının görünen kısmı bu kadar parlakken koca gemiyi batırmanın anlamı yok. baktığını görmekten yanayım: çanlar kimin için çalıyor.

işin fenası, belki de en fenası ne biliyor musunuz? sevgi kapanları. bu adamların hepsi, bu kadınları çok seviyor. kocası karısını seviyor, "namusu" o. karşılıksız aşık "ya benimsin ya kara toprağın" diyor, ah: aşkından ölmüyor ama öldürüyor. hepsi sevgiden, sevgiden. oysa bu sevgi değil, sevemeyiş. sevgi değil, mülkiyet. bu, kadının geçirdiği her özgür güne, aldığı her rahat nefese bakıp kendine edilen bir hakaret görmek. öyle bir ego. içip içip döven işsiz koca da şiddet gösteriyor elbet ama, çok affedersiniz, boşandığı karısının tepesinde boza pişiren burjuva müdür beyler, başka bir şey mi? hepsi çok seviyor, ellerinde sevgi kapanları. kadınlar, boş ümitlerin kucağında, kapandaki bala kitlenip bacağını kaptıran ayı gibi, acısından inlese de ne çare. gidiyor, kanıyor. zayıflık mı, stockholm sendromu mu, salaklık mı? bilemem; ama kapan. ayı kapanı evet, fare değil. o kadar çabuk değil ölüm. ayı kapanında yaralı ayıyı bulunca kendi öldürür avcı. oysa fare kapanı, genelde kendi halletmiştir zaten fareyi. ayı kapanına daha yakın o yüzden bu sevgi çarkı.

sonra - alo 183, kadına şiddet yardım hattı. sahiden, alo 183 çözüm mü? olabilir mi? iyi ki var; o başka. ama düşünün, damlaya damlaya göl olmuş, o bulut sağanak gibi yağıyor üstünüze ve 183?

ne bileyim, eğitim dedim mesela. sevmeyi mi öğretmemiz lazım sahiden? saygıyı mı, sevgiyi mi, insan olmayı mı? uğur mumcu vakfının çok güzel bir vatandaşlık dersi kitabı vardı, ortaokullar için. ben ortaokuldayken. belki de artık MEB'in zorunlu kitabı o olmalıdır? orada vergiler ve trafik ışıkları değil, mesela bağırmadan, kafa göz dalmadan tartışabilmek, münazara, konuşmak, uzlaşmak filan öğretiliyor. ne kadar basit şeyler ama bize belki de bu lazım. vatandaş olabilmek. kadınlar, gazeteciler, yoksullar, işçiler, bizler ve onlar: önce vatandaş olabilmek. polisin keyfine kalmadan bir koruma sağladığı, ibrahim tatlısesin güldünyadan daha kıymetli olmadığı bir ülke için. işin kanun yapmakla bitmediği, uygulamanın, denetim ve yaptırımın da olduğu bir ülke için. yoksa bakınız, her uluslararası antlaşmaya ilk imza atan birinç! birinç! bir ülkeyiz biz. imza atmakla olmuyor, mürekkebimize zeval gelmesin; icraat lazım.

bilmem, belki de artık bir zahmet feminizm nedir anlatmaktan ve kendi çalıp kendi oynamaktan bıkmış kadınları anlayan erkeklerin zamanıdır. belki artık erkekler, feminist olmayı ibnelikle bir görmemelidir. feministler de bir zahmet, sdece kadınları değil, tüm "cinsel kimlik ve yönelim"lerin eşitliği peşinde olduklarını ifade etmelidir. belki erkekler çıkıp da ataerkil sistemle mücadelenin, direnişin, eşitliğin ne olduğunu düşünmelidir. belki feminist kadınların büyük çoğunluğunun aynı zamanda anti-militer oluşunu bir zahmet düşünmelidirler.

bugün meydanlarda aş ve iş isteyen en solcu tayfa bile, sendikalarda kadın olmayışını düşünmelidir belki, artık. o koca sendikaların, iş gücünün yarısını oluşturan kadınların emeklerini, emzirme iznini, kreş hakkını savunmayışı bir düşünülmelidir. sağcı erkekler ve solcu erkekler, artık kadına bakıp sadece "türban sorunu" görmemelidir. artık erkekler kadına bakınca "genç kız-taze cıvır- çıtır piliç-hanım abla- bizim yenge-evimin namusu-hacı nine" filan da görmemelidir belki. hani en entel dantel adam bile, belki, en ufak sohbette dahi bir zahmet "acaba kıçı mı açık, memesi mi?" diye elbiselerimizi taramak yerine gözümüzün içine bakmalıdır? bir zahmet.

azıcık zahmet. belki bunlar olunca, neden bu ülkede her gün bir kadının öldüğünü, neden bu terörün bitemediğini, neden bu milletin yarısının, diğer yarısından korkmaya mahkum edildiğini de konuşabiliriz. hani şiddet deyince akla bu ülkenin asla vazgeçmeden, en kavgacı haliyle ve aşkla sürdürdüğü 30 yıllık bir meseleyi anlamak, tabii ki daha kolay olabilir. bu kolaylığın sebebi, bu meselenin her daim sıcak ve gündemde olmasıdır. her gün bir asker ölüyor evet ve her gün birileri kör kurşunla "ah pardon" vuruluyor. her gün bir sürü de kadın ölüyor. ama kadınlar bekler. onlar ölmeye daha alışık. çünkü katili o kadar belli ki, aramak bile gerekmiyor.

benim iş çıkışı evime yürürken başıma gelebilecekler veya sokakların gece gündüz erkeklere ait olması, yok maalesef, bu ülkenin gündemi değildir. niye olsun ki, hepsi "münferit". gazetede dün vardı, gördünüz mü bilmiyorum. akşam saat 21:00 civarı işinden çıkıp evine yürüyor bir kadın. bir sokak köpeği saldırıyor, bir adam da uzaklaştırıyor köpeği. kadın teşekkür edip yoluna devam ediyor. "kurtarıcı" adam, bisikletiyle kadının peşinden gelip yumrukla yere deviriyor. önce, kadını bayılana kadar dövüyor, sonra tecavüze yelteniyor. o kovduğu köpek saldırıyor adama, kadın kurtuluyor. gözünü açtığında, soyulmuş yol ortasında yatıyor, yanında da bir köpek. toparlanıyor, gidip yardım arıyor. burası izmir. hani "medeni" izmir. münferitler, medeni- değil ayrımı yapmıyor. bu cüret, bu gözüdönmüşlük, ülkedeki pipili vatandaşların kendinde hak görebildiği bir özellik. kullanıp kullanmamak onun vicdanına kalmış. ha pipisiz vatandaşlar arasında bu hakkı doğal gören, hatta bu hakka saygı duyanlar da olabilir - ki var. yardım ve yataklık, var. ama mesele, pipili ve pipisizlere konuyu bırakmadan, devlet eliyle, yargı organlarıyla bir hak-hukuk düzeni kurabilmek. daha ne kadar basit anlatabilirim bilmiyorum.

"kendini öldür" diye kapısına zehir bırakılan yaşıtlarım da, benim yaşımı göremeden öldürülen ve katili "haksız tahrik" indirimi alan kadınlar da derdimiz değil. bu ülkede, 30 yıldır bitmeyen bir şiddet sürüyor ama kimse bu şiddetin tecavüz mağdurlarını konuşmuyor. karakolda/ askerde işkenceden ceza alanlar var; ama kimse henüz tecavüzden ceza almadı. şiddeti normalleştiren şey, şiddet türleri arasında "varsayılan" bir hiyerarşinin kabulü aslında. sokaktaki laf atılmasını normal sanan kafa, bir kadının rahmi kocası tarafından kızgın demirle yakıldığında şaşırmasın, rica ederim. mülkiyet hallerinin dereceleri, o kadar.

kana susamışlığımız toplu bir histeri olabilir, hayatın her aşamasında, her kimlikte karşımıza çıkabilir. ama kadın kanı olunca, hukukçuların bile ağzının suyu akıyor ya, o açlık bir anda "sevgi, aile" kılıfına gömülüyor ya, ben en çok ona dayanamıyorum. o kılıfların hepsi, buradan bakınca, "giren ve girilen" ayrımı kadar sığ işte. topunun köküne kibrit suyu.

bu yazıyı okuyan kadınların birçoğu başka kadınları hatırlayıp, onlar için üzülüp "bana olmaz, uğramaz" diyor ya, onlara da allah akıl fikir versin. bir de şans versin; inşallah uğramaz.

neyse, bir hışım, sinirle yazdım. dönüp okumaya üşeniyorum. umarım siz okumuşsunuzdur.

7 yorum:

Adsız dedi ki...

her satırını okudum, her satırında başka kadınları değil kendimi yaşadım. Eğitim hiç bir koşulda bu yaşananları/ yaşanacakları değiştirmiyor. Boğaziçi mezunuyum, eşimde Boğaziçi mezunu, bahsi geçen psikolojik şiddeti öyle yoğun yaşıyorum ki, artık dayanamadığım noktada boşanmak istedim. Şimdi ise daha da ağır bir baskı/tedit/hakaret ile karşı karşıyayım..
Günün birinde nefes alabildiğimde sizin bu yazdıklarınızı bir kez daha okuyup, ne yapılabilir çaresini arıyor olacağım.
Sevgiler,

mz dedi ki...

Adsiz'a cok sey soyleyesim geldi. Hala unutmaya calistigim anilarim dolustu beynime. Soylemesi yapmasindan kolay, biliyorum, ama omrunun bir anini bile oyle biriyle gecirmeye degmez. Sonra insan ne kendine verebiliyor hesabini ne de cocuklarina.

hep dedi ki...

Bu yaşıma geldim ne kadar sıkışırsa sıkışsın çömelip de yol kenarına işeyen kadın görmedim. Oysa bundan önce bilmem kaç kez başka örneklerini gördüğüm gibi, dün de, gayet işlek bir karayolunda güpegündüz arabasını sağa yanaştırmış yol kenarına işeyen genç, eli yüzü düzgün, giyimi-kuşamı-arabası da kalburüstü bir "BAY PİPİ" gördüm.
Eğitim meselesi filan değil, bu bir bakış açısı,ne yazık ki, "PİPİ" ye herşey mübah görülüyor bizim memlekette Deryikçiğim...
Yüreğine sağlık ve sevgiler.

Adsız dedi ki...

Bunları ben de yaşıyorum. Tehditlerle ilgili somut nasıl adım atacağım henüz bilmiyorum evet. Ama farkında olduğum başka bir şey var. Hayatıma tecavüz eden bu adam sadece tehditler ve gözdağları ile şunu başardı bile; sürekli bir mutsuzluk hali, gerginlik hali, ve sağlıksız ruh haliyle sinirli biri olmam. Psikoloğa gittim, korkularımı anlattım, yaşadığım her tehditten sonra tüm gün yemek yiyemeyecek kadar gerildiğimi, kendim başedemeyince sevdiklerime yaptığım haksız çıkışlarımı, huysuzluklarımı anlattım, ve sonucunda hayatımın nasıl kabusa döndüğünü. Psikoloğum; hayatında evet sorunlar var, ama bunlarla başedememenin asıl nedeni sorunun kendisi ile değil de olacak en kötü senaryosuna göre yaşamaya kalkışmandan kaynaklı dedi. Sorunla karşılaşınca endişelenmek, kaygılanmak, paniklemek zincirinde en son aşamaya atlıyormuşum. Savunmam şu oldu; ölümle tehdit edildiğinde sakin kalmak imkansız. İmkansız değilmiş işte. Hem de tam bu aşamada, böyle bir düşmana karşı sakin ve güçlü kalabilmeliyiz. Adam psikopattır, belki savcılığa verilmeli, ya da başka çözümler belki, ama burada asıl sıkıntı psikopatın bizim ruh sağlığımızı bu kadar kolay bozabilmesi, korkutabilmesi, sindirebilmesi, ve sonucunda sağlıksız ruh halinde sağlıksız, korkak adımlar atarak çıkışa gidemeyişimiz. Korkuyu besleyen, karşımızdakini beynimizde büyüten, aslında birçoğu yüreksiz bu adamları çizdikleri en kötü senaryolarını beynimizde yaşayarak defalarca onlardan çok çok korkan kadınlar oluyoruz, bunu biraz bizim duruşumuzda yapıyor yani. Nasıl anlatsam, yanlış da anlaşılmak istemiyorum. Sokakta öldürülen onca kadın var, bunlar kuru tehditler olmuyor çoğu kez evet. Ama beynimizde olabilecek en kötü anı her tacizde an be an yaşayarak ruh sağlığımızı kaybetmeyelim, derdim bu. Bunun için bir önerim var, ben de işe yaradı çok hızlı faydalarını gördüm, görüyorum. Psikoloğa gitmek çok kolay değil belki ama şu kitabı okumanızı öneriyorum; Dr.Albert Ellis'e ait "Nasıl Mutlu Olursunuz" .
Kitaptan alıntılar; "Kendinize, gerçekte ne kadar kötü uygunsuz ve haksız olursa olsun, hiçbir şeyin, evet kesinlikle hiçbir şeyin çok kötü, berbat ya da korkunç olmadığına inanmamıza yardım eden kararlı ve güçlü bir felsefe edinin.
Yanlış ahlaka aykırı ve aptalca eylemlerin, sizi ya da diğer insanları kötü ve rezil biri yapmadığını tüm kalbimizle kabul edip, kendinizi ve diğer insanları lanetlemeyi bırakın." "Tanrı, kendine yardım edenlere yardım eder."
İstiyorumki önce ruhumuz sağlıklı olsun. O zaman ayakta duracak gücü bulacağız ve saklanmayacağız korktuğumuz bu adamlardan. Ya da evliysek mesela korkarak katlanmaya devam etmeyeceğiz, bizi hak etmeyen bu okumuş ya da okumamış ama beyinleri hep o zorbalıkda, kaba kuvvetde kalmış bu adamlara ömürlerimizi adamayacağız. Ben de henüz bu zorbalıklara karşı bize en az zarar verecek çözüm şudur malesef diyemiyorum ama arıyorum ve ışığa ulaşmanın sağlıklı bir psikolojiden geçtiğini düşünüp bedenimden önce ruhumu şiddetten korumaya, bunu da önce eskisi gibi (hani şu özgür olduğumuz belki lise belki üniversitedeki o özgür neşeli tasasız günlerimizdeki gibi) mutlu olmanın yolunu bulmaktan geçtiğini düşünüyorum. Evet bu ruh hastaları ile aynı evde yaşamak zorunda olmak, ya da boşanmayı başarmış ama paçayı kurtaramamış olmak, ya da ayrılıdığın sevgilinin tacizinden kurtulamamak bunları yaşarken hatta can derdindeyken ne mutluluğu diye geliyor akla. Bence işte tam da bu zorlukların ortasında güçlü, sağlıklı, mutlu olmalıyız çünkü bizi mutlu edende korkutanda çoğu kez bizim düşüncelerimiz oluyor aslında. Umarım anlatabilmişimdir, umarım bir faydam dokunur. Nur

Adsız dedi ki...

İlk yorumu bırakan adsız, aslında bu blogda defalarca kendi ismiyle yorum bırakan biri. Bu sefer nedense utandım, nedense sanki bu şiddeti görmek benim seçimim, benim suçum gibi, sakladım kendimi. MZ'ye teşekkür ederim, bu tarz durumlarda ne kadar destek olursa insanın arkasında, kendini o kadar korkusuz hissediyor.

O yaşanan sıkıntı/hakaret/tehdit dönemleri maalesef hakim karşısına çıktığında kabul edilebilir gerekçeler olmuyor. Bu ülkede hala içki, kumar, başka kadın yok ise adam karısına her türlü şeyi yapabiliyor, yapmayı da kendinde hak görüyor. O imza atıldığı gün, kadın adamın "mal"ı oluyor çünkü, ister seviyor, ister dövüyor.. Böyle öğretiliyor çünkü.. Hakime ben bu adamı sevmiyorum ve mutlu değilim demek yeterli olmuyor, psikolojik baskı görüyorum, sürekli hakarete uğruyorum dediğinde hani ispatı diyor, ama adam kılığındaki kişi arkasında sahit/kanıt bırakmıyor, söylediklerini söylemedim diyebiliyor. Ailenin kutsallığını korumak adına hakim bir daha dene diyor, gözün morarmamış, kaburgaların henüz kırılmamış, bir daha dene ve bu şiddet fiziksel olmadan da karşıma gelme..
Daha bugün ailemin yanında beni tehdit etmekten geri durmayan adam bir yandan boşanmak için yüklü meblada para isteyebiliyor bir yandan da ben adamım diye sokakta gezebiliyor..

Bugünler geçecek evet biliyorum, güzel günler gelecek ve ben artık her türlü sonu göze aldım. Hergün mutsuz bir eve gelmektense 3 sene sürecek bir boşanma davasına razıyım, çünkü boşanma süreci çok zor olsada, zaten evliyken yaşananlarda daha kolay değil. O yüzden korkmuyorum artık. Bu dönem geçecek ve güzel günler gelecek biliyorum..

Sevgiler,

deryik dedi ki...

ben tüm yorumlara teşekkür ederim. 1600 post filan oldu galiba, bu post için olan yorumlara özellikle ve ayrıca teşekkür etmek istedim.

mz dedi ki...

Adsiz, keske daha somut sekilde destek olabilsem. "Aile icinde oyle seyler olur" diyen emniyet de, "kari-koca arasina girilmez" diyen komsu da, baskalarinin yaninda "ben hic oyle sey yapar miyim" diyen erkek musveddeleri de midemi bulandiriyor. Buraya adini yazman tabii ki gerekmiyor, ama utanmakla bile zaman kaybetme. Ne yazik ki ezilen tarafin utanma duygusunun bile kullanir hale geliyor boyleleri. Hayat iste, bazen yanlis secimler yapiyoruz, suc degil. Ama hakikaten zararin neresinden donersen kar durumu. Birkac sene surunecek bosanma davasi ustune birkac sene de "ben ne yasadim" travmasi, tunelin sonunda ise isik.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker