bi şehir insana türev-integral çağrıştırmamalı. gerçi kötü değil, ben calculus 101 sınıfıma mis gibi bi aşk borçluyum. yine de, bir köşe başında TETA! diğerinde yıllardır görüşmediğim OMEGA! böyle bir heyecan. Lambdanın büyüğü ayrı, küçüğü ayrı bir anı. alfa görüyoruz, simgeyle manzarada bi bardak çay filan düşüyor akla. öyle bi şi. sahiden unutulmuyomuş, azmettim okumayı becerdim. hatta "pa-ra-ka-lo" hecelemelerim yerini "vassilis marias"a bıraktı filan. hayır hayır, bu kadarla sınırlı değil; kafa göz yararak cümle bile okudum ama anlamayınca bi işe yaramıyo. neyse, ileride bir gün yunanca öğrenmek istersem, alfabe kısmından yırttım gibi denebilir; geriye üç nal ve bir at.
fotoğraf makinası taşıdım, sonra bilerek tek kare bile çekmedim. birincisi, zaten çok bi şi görmüş değilim. iki günün biri konferans salonunda geçti. akropol'e bile gitmedim, ilk gün, dışarısı 30 dereceyken içi 40 derece olan bi sightseeing otobüsüyle önünden geçtim. hatta otobüs her zamanki güzergahında bile gitmedi, o da benim bahtsızlığım. sonra düşündüm de, bunu tanışma sayamayız, o yüzden fotoğraf olamaz. bu sadece, sanki topuklarımı vurmuşum, bi an için atinaya gelmişim de şehrin haberi bile olmamış gibi, kolonaki-plaka hattıyla sınırlı bir çat kapı ziyaretti. pazar olmasına rağmen, dibimde olmasına rağmen, monastirakiye gidemedim mesela, düşününüz. haliyle, daha güzeli, daha uzunu ve daha dolusuna sakladım fotoğrafları.limanı bile görmedim ben yahu, halbuki uçaktan o kadar güzeldi ki. ah zaten, yaseminler hala dalında, ağustos bile bitmemiş, öyle bir mevsimdeydi şehir.
neyse yani, "sol yanımızda arkeoloji müzesini görüyoruz, sağımızda bizans müzesi" filan, geçigeçiverdi attika mou. tam o beni çağırırken ben terkettim. bir sonraki sefere haritasına alışkın, yollarını bilir vaziyette, hazırım. ne zaman olursa artık.
harita da ne güzel şey, şehrin el falı gibi çizgiler. şekliyle tanışmak bile bir fikir.
gece uzun uzun kitap okudum, uzun zamandır yapmadığım kadar. iyi geldi. öksürük hapşırık bitti.
ha bir de, yolunun üstünde afrikalı seyyar satıcıları görünce, ufak bi salvoyla karşı kaldırıma geçen, bu sürede itinayla "ay cıkcıkcıkcık" çeken, adamları ve sattıkları ürünü yüne itinayla teeeek teeeeek süzen ve korkan, çok korkan en bi ütülü, tatlı su demokratlarını o suda boğasım var.
bugünse, ofis, konser ve hatta niye olmasın, anthon amca neşesi.
aya irini, müzik müzik bi yer. keşke caz festivali afişlerini aydınlatmak için kurdukları o dev spotlar seyircinin gözüne giriyo mu diye bi kontrol etselermiş, paganini sevinirdi bence. yine de güzel, hep güzel, oh mis.
1 yorum:
"şehrin el falı gibi çizgiler" bayıldım.
Yorum Gönder