8 Ocak 2011 Cumartesi

diploma meselesi

ilkokul, ortaokul (bunları ayrı yazınca yaşım çıkıyor), lise ve hatta üniversite boyunca bazı sınav soruları ve örtmen tepkileri aynı kalır,  hatta bıktıran klişelere dönüşür. eğitim hayatımızdaki her türlü zulün bir sebebi, ulvi bir amacı varmış. çok mühimlermiş. MEB, ÖSYM ciğerimizi bilirmiş de ÖSS soruları ondan bu derece basmakalıpmış. hatta bu sebeple, bence ilköğretimde sınıft kalabilmeli insanlar, bazı şeyler o zaman oturmazsa 30'unda öğrenmesi imkansız. kastettiğim şey bilgi değil, okuyun göreceksiniz.

bu gözle bakarak ve ofiste sinirden kudurarak tane tane oluşturduğum güzide mini listem:

1.  ".....değildir?" diye biten her türlü soru: burda amaç sorunun cevabını öğrenmeniz değil, soruyu okumayı öğrenmeniz. yoksa malum, puan gidiyor. böylece ilerleyen yaşlarda, kendi çapınızda çok sevilen "şirin" bi kariyer insanı olduğunuzda, elinizdeki mailde, formda veya işte websitesinde tane tane yazılmış açıklamaları okumaya üşenip "alooo şey ben bilgi alıcaktım daaaa... ihihi evet siz yazmışsınızdır tabii ama üşendim/ yanlış anlarım diye korktum / emin olmak istedim, o yüzden bi açıp konuşiym dedim. ne ki bu şimdi?" gibi, gerzekçe vakit kaybına yol açan telefonlar etmeyecek, karşınızdakine isilik döktürmeyeceksiniz. "ne ki bu şimdi" diyebiliyo bi de, okumayı denememiş bile yani cüretkar taze. şifreli MİT belgesi canım, yanlışlıkla sana gönderdik. aah ah. bu konuda bi önemli katkı da "okuduğumuzu anladık mı?" bölümü, anlatım bozukluğu soruları ve okuma saatleri oluyor. sadede gelmek kadar, doğru sadede gelmek de mühim tabii.

2. "..xxx olayının xxx konusuna etkilerini  yazınız" / ".... hikayenin anafikrini yazınız" gibi türkçe ve tarih dersi soruları:  burada önemli olan zannedildiği gibi en az 3 A4 kağıt doldurmak değil, bi zahmet, sadece ve sadece sorulan şeyi yanıtlayabilmektir. tabii bunu öğrenebilmeniz için nemrut bir hocanız olmalı, mümkünse "ben senden bir yanıt istedim, sen ne biliyosan kağıda kusmuşsun, ben arasından doğru bilgiyi seçmek zorunda değilim, demek ki sen bildiklerinden hangisinin sorunun yanıtı olduğunu bilmiyosun" demeli. en güzel örtmenler onlar işte.  
meslek hayatına katkısını hemen açıkliym, sizden 1 veya 2 tane belirli bi şi istendiğinde, karşı tarafa 10 parçalı potpori gönderip "ay siz seçiiiin" demenizi engeller. bi üst örnekte okumaya üşenenlerden farklı olarak bunlar yanlış cevap vermekten korkan öğrencilerdir, en büyük korkuları da "dersini çalışmamış" imajının oluşmasıdır. ah o bütün gece ezberledi! tüm defteri inci gibi yazılı! o yüzden üstünüze kusar dersini, elindeki her türlü ilgili ilgisiz şeyi. atıyorum, 55x45 ölçüde 1 tane JPG görsel istersiniz, o size 10 tane gönderir, 4'ünün ebatı, 3'ünün de formatı tutmaz ve geriye yine de 3 tane kalır, neye göre elemeniz gerektiğini dahi bilmezsiniz. ama olsun, bu elemeyi, bu vakit kaybını siz yaşamalısınız. o 10 görselin üzerinden tek tek siz geçmelisiniz, beyniniz ve gözünüz kiralık çünkü. o bilgileri kustu ve çekildi. hata yaparsanız da asla üstüne alınmaz: o size her seçeneği sunmuştu. halbuki dostum, her seçeneği sunmak, aslında seçmeyi bilmemektir. örtmenine yaptığı "ama hocam eksik hiçbir şey yoktu ki kağıdımda!" itirazı sonrasında okkalı bir yanıtla adam olması dileğiyle.

3. "A noktasından B noktasına en doğru yoldan ve kestirmeden gitme" bulmacaları: evet, bulmaca. hani tavşan havuca gider, fare peynire filan. soru bile değil, resimli kitap. bu anaokulu bulmacaları, belli engellerin mevcut olduğu durumlarda sonuç odaklı, pratik çözüm bulma becerimizi geliştiriyor.
 mesela size e-mail göndermiş birine "şey bunun son tarihi geçmiş ama 3 gün ek süre verir misiniz?" gibi bayaa geç kalmış bi soruyu utanmadan sormak istediniz. ofisini aradınız, "bütün gün toplantıda olacak" dediler. cebini aldınız niyeyse, 3 saatte 6-7 kere aradınız. ofisine de 2 kez not bıraktınız. sonra yetmedi, "size bi sorum var, toplantıdaymışsınız, lütfen beni arayın! çok önemli!" gibi dahice bir mail attınız, ama dikkatinizi çekerim, bu derece basit bi soruyu hala ve inatla mail olarak sormuyorsunuz ve niyeyse bol ünlemli bir panik yaratıyosunuz. o kişi ciğerinizi bilerek, size sabırla "lütfen e-mail atın, toplantıdayım ya hani, telefona yanıt veremiyorum"  diye e-mail atıyor. tam bu noktada aklınıza annenizin "hayır canııım, tavşan havuça kolayca gitsin diye yoldaki taşların üstünden atlayamazsııın, iyice düşün, bak oralar çıkmaz yool, eveet başka bi yol vaar" dediği günler gelmeli. neyse, sonunda nihayet mail attıınız ve 3 saatlik debelenmenizin boşuna olduğunu kanıtlayacak şekilde, 10 saniye içinde yanıt geldi. tavşan, havuç, taşlar. evet. hatta fare ve peynir.

4. sabah yoklaması, istiklal marşı töreni, zamana karşı yarış içeren beden dersi etkinlikleri: hepsini bi arada saydım, milli duygular ve sağlam vücutlar. dikkat ederseniz bu maddedeki şeyler aslında doğru zamanda, olmanız gereken yerde olabilmekle ilgili. her sabah 8.20'de mi ne sınıfta olmanız, haftanın belli günleri ise törene katılmanız gerekiyor. andımız ve marşımız bi kenara, disiplin katılan konu dakiklik yani; üstelik iki ayrı şeyi takip edeceksiniz, biri günlük, biri haftalık. yetişemezseniz, bi açıklama yapmanız lazım, gerekirse iş veliye kadar gider. sınav süreleri de 45 dakika mesela, yetiştiremezseniz "bi beş dakkaaa" yalvarması gerekir. "kim daha hızlı bilmem ne yapacak" tipi beden dersi yarışmaları da, rekor denemesi için değil, aslında gruptan biri gecikirse domino etkisiyle herkesin kaybedeceğini göstermek için mühim. becerememekten değil, kasten becermemekten bahsediyorum. giderek hızlanmasanız bile, mevcut hızı korumanız halinde tahminen kazanırsınız.
bunun iş hayatındaki yansıması, istisnasız her toplantıya yarım saat gecikmenize özür olarak "trafik vardı, yağmur yağdı, zaman su gibi akıp geçiyor" saçmalıklarını sunmanızı  ve yüzsüzce 15-20 kişiyi bekletmenizi engellemesidir. ipek ongun kızları ayrıca bilirler ki bahaneyle sebep arasında dağlar kadar fark vardır. evet, dakiklik bazen atatürke saygıdır, bazen de genel olarak karşınızdakine. konunun özüne dönersek: kimseyi öldürmediğine göre, çuvalınızla herkesle aynı hızda zıplayabilirsiniz. bi zahmet.

5. Grup ödevleri: bu grup ödevleri iki tip olur, birinde grup elemanları ayrı ayrı not alır, diğerinde herkes aynı notu alır. ben ilkinin adaletine, ikincinin etkisine inanıyorum. yersen.
her grup bir tane liderimsi geveze, bi tane planlı inek bi tane de enseciden oluşur genelde. arzuya göre 1-2 tane de sıradan öğrenci ekleyebiliriz. genelde grup olarak enseciyi ya sürekli taciz ederler ve hayatında ilk kez iş yaptırırlar ya da not korkusuna onun bölümünü de kendileri hazırlayıp beleşe konmasına razı olurlar. burdaki amaç, bildiniz, sorumluluk duygusuyla ilgilidir. bu da sorumluluk almayı öğrenmek değil, sorumsuzlarla tanışmayı içerir.  yoksa eminim örtmeniniz el işi fotosentez döngüsü maketinizle ilgilenmiyordu.
beleşe yerleşen tiplerin pişkinliği ile ilk burada tanışırsınız: "aa örtmenim örtmenim, arkadaşlar haftasonu toplanmışlar, bana haber vermediler ki! bilsem gelirdim, ne kadar heyecanla bekliyodum oysa! aa valla yalan, beni aralarına almadılar! evde fotosentez yapıyodum, çok ağladım!". böyleleri iş hayatında hep vardır, olacaktır. "taştan taşa atla/ aman boka basma" yöntemiyle her işten sıyrılırlar, iz bırakmama ustalarıdır, sizi şaşırtıp aka bok dedirtirler. hiçbir şey olmasa, insanlar sizden şüphe eder. böyleleriyle girdiğiniz savaşı kazanmanın en etkin yolu, her şeyi ama her şeyi yazılı ortamda konuşmaktır, maillerinden "okundu" bilgisi istemektir falan filan. paranoya, hoşgeldin. en zevkli an ise, gün olup devran döndüğünde, o mailler üzerinden seceresini dökmektir. hayır bebeğim, bu asla ispiyonculuk değildir, yoo yoo. bu taştan taşa atlayanların arada bi, hakettikleri boka basarak adam olmasıdır.


aklıma gelen ilk 5 böyle. şu öksürüğüm geçsin azıcık, geri gelicem.

1 yorum:

n7e dedi ki...

Tekrar ediyorum: Dörtgözle bekliyorum ordan kurtulacağın anı.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker