30 Mayıs 2010 Pazar

içten

bugün defnaanımcım üniversite sınavına girdi. milyonlar olmasın hadi; ama yüzlerce öğrenciyle. "iyi işte fena diil, hı hı yaptım evet" diyerek de çıktı. o kadar sakin ki kötü kedi şerafettinin garfield'ı niye boğazladığını bi kez daha anlıyo insan. huşugül.

ben öss'ye gireli 8 yıl oluyor; ama bir orbital hesabı, bir zarf tümleci, bir mondros mütarekesi akıldan çıkmıyor, çıkamıyormuş. nasıl bir kayda almışsam, ensekökümden döküldü. "çözümlü örnek soru"lar filan var hafızamda. tam bir çöplük yani. kardeşimse, herhangi bir sınava girermişcesine rahat, dün akşam tarih ve türkçe konularını tekrar etti, sabah kahvaltıda da coğrafya notlarına mı ne baktı. yani öyle aşırı çalışma değil, ötelenmiş çalışma sebebiyle. 3 saat + 1,5 saat formatlı sınav sonunda da mandalina şiveps içti filan. biz de annemle 07.30-14.00 arası nöbet tuttuk. boğaz manzarasından öğyk gelmesi teknik olarak mümkünmüş, anladım. kısmi amele yanığım bile var.

neyse, onun bunun dışında, içimden geldi, bırakıcam buraya ailevi ailevi. ablalık fışkırması, istemeyen okumasın. silebilirim de gerçi sonradan. kısmet.

bu çocuk fransaya gidecek, ayıp olmasın diye de bu sınava girdi işte. ısrarla inatla fransaya gitmesinde temel sebep nedir, çok düşündüm. yani bize söylediği sebep, "aslında ait olduğu fransız sisteminde okumak ve hatta orda kalmak". okulu gereği o bi  vulevumaşeri çünkü. neyse işte. gideceği üniversite iyi, branşı zevkli filan. "lisanımı geliştirmek" kısmı palavra, bence daha gelişemez. ama arada fısıltıyla da olsa, çok üsteleyince diş arasından tıslayarak söylediği şey bence asıl sebep: "ben yalnız yaşamak istiyorum".

istanbula gelirse de bunu yapamayacak, haklı. bunu söylediğinde önce annem, sonra ben alınıyoruz tabii. hatta annem muhtemelen en "özgürlükçü" annelerden biri olarak "neyine izin vermedim anlamıyorum ki" isyanlarında. bense istanbulu istemiyor oluşuna alınsam da (evet alındığım konu bu) beni niye istemediğini anlıyorum. deryik the küçük anne çünkü, 8 yaş farkla, bayaa bi anne yarısıyım ben. istemesin beni zaten. ben olsam benden 8 yaş büyük ablamın kanatları altında üniversite istemezdim. kanat altında olmaktan çok kendi kanatlarını istemeyi de gayet iyi anlıyorum. şöyle bi esnetip çırpmak lazım ki uçsun. ben niye kalkıp istanbula geldim? bunun da etkisi var. burnunu sürtmeye bu kadar meraklı olmak iyi mi bilemem. hiç olmasa, kaybola kaybola harita okumayı öğrendim, kârdır.

alsın başını gitsin, gezsin, debelensin, ağlasın, saysın sövsün. uç minik kelebek yani. ha tabii içim kıyılıyo, el kadar kardeşim, hem yaban diyarlar, hem üniversite, hem kendi evini çevirmek gibi kombo bombo dertleri kendi becerecek mi diye... ama o annemin işi. bense "bi su bardağı 200 gr'a denk gelir" kıvamı pratik bilgilerle destek sağlama derdindeyim. bi de işte kimlik ve anahtar kaybetmeden yaşama sırları.

ne bileyim, defne bi derdi olduğunda bana ağlasın isterim tabii; ama defne bana ağlamaz zaten. herkes kendi ağlar bizim ailede; yalnızlıktan değil ama herkesin kendi ağlayabilmesi için yeterince destek görmesi sebebiyle. tarifi zor. fazla gururun da etkisi olabilir; ama öyle bi "başını dik tut, gözyaşların onun seviyesine inmesin" arabeskliği değil bu. aksine salya sümük, çatılardan aşağı sarka sarka hönkürmüşlüğüm var. annem de bugün sütlü kahve almak için kantinde sıra beklerken parantez içinde ağladı. ama "onları üzmeyeyim" yalnız ağlaması bu, gurur değil. zaten yalnız da hissetmez insan. "kendine hesabını veremediğin şeyin hesabını bana verme" der annem. o yüzden bi haller işte. herkesin defteri kendinde. annem bize not vermedi diye galiba. annem bize not verse de bize söylemiyor, daha doğrusu. söyleyecek olursa da zaten, of of, kirpi okları.

o kadar tuhaf bi şeymiş ki sınavdaki çocuğu beklemek. yarabbim, bi tek onu da değil. 3 yaşlarından beri tanıdığım, şimdi 18 yaşına gelmiş 6-7 çocukgenç. kızlar saçını  "güneşte" hafif açtırmış, erkekler tüylerinden sakal yapıyor filan. yani gerçekten ben şu kadarcık hallerini biliyodum. "ne zaman büyüdüler" duygusunu 26'ımda yaşamak da erken nostalji. neyse işte, gitsin kalmasın buralarda, ay yok gitmesin nasıl yapacak, aman atla deve değil herkes yapıyor, peki ya yapamazsa nolucak gibi gibi gibi onyüzbinmilyon cümle, baloncuk baloncuk havada dolandı. niyeyse veliler beni "kıdemli" görüp soru filan sordular bi de. ne bileyim, defne benim canım. canımın içinin en gizli köşesi. bu gizli cevheri kendime saklayıp turşusunu kurmiycak kadar çok seviyorum. 7 saat boyunca on bin şey düşündüm. güneş çarpması kadar yoruldum. beynim ablalık yorgunu.

defneyse yaşının gerektirdiği şekilde ne beni ne annemi beğeniyor, biz hiçbi şi bilmiyoruz, amaan of amma da panik pimpirik şeyleriz ve o halleder. ne güzel his bu ya, di mi? çok imreniyorum ve hatta özlemişim bunu.

onun dışında, arnavutköy ve tünel turları, ayak bacak ağrıları, sabahın körü kahvaltıları filan.

2 yorum:

narsis dedi ki...

Senin o kardeşin var ya, şu sıralar düşündüğüm lise hayatı ve üniversite tercihini yapmış görünüyo. O sınava girip "bi görmüş olmak" da dahil, lisenin bi frankız lisesi olması, üniversitenin türkiyede olmaması da dahil. Anne ve küçük anneyi beğenmeme normal, geçer, hem çok da değil belli; yalnız yaşama isteği geçmeyebilir, ama geçmesin de zaten malum bu ailemi sevmiyorum demek hiç değil; İstanbul ise daha burda ne de olsa, alınma =p
Tebrikler genç kadın diyor, yürrü be! şeklinde tezahüratlarla uğurlamak istiyorum kendisini.
Ayrıca hala ee hiçbi düşünüre referans vermedin abla hikayesi aklıma geliyo, kıskıs gülüyorum. =)

deryik dedi ki...

di mi ya... bi de aptal fransızlar her şey için fransız vatandaşı garantör istemese, daha da rahatliycam ama, gidiyo valla. bursu bile olucak sanırım umarım :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker