tokat'ı hiç bilmem. sezarla ilgili haberden naşi il kültür ve turizm müdürlüğünün sitesine girip baktım. "alimler konağı, fazıllar yurdu ve şairler yatağı" imiş. evliya çelebi öyle demiş yani. tokat müzesi sanal turu bile var. fotoğrafları çeviriyosunuz, figürinlerin önünü arkasını görüyosunuz filan. tabii genel olarak sadece "tanrı figürini", "kadın figürini", "erkek figürini" yazıyo. gözümüzle gördüğümüz şeye bir iki satır daha bilgi eklensin isterdim ben; ama müzelerde niyeyse böyle hep, genel bi şi. Çekül işbirliğiyle kelkit havzası müzeleri sitesi yapılmış, sıradan bakılıyo. güzel bi şi işte. neyse, konumuz sezar.
malum, yegane yurtdışında yaşama deneyimim hollandada 15 ay. elimizde bu var, referans noktası budur. hani vardır ya, "tarih fışkıran topraklardayız" klişesi; öyleyiz hakikaten. bi anda onsuz kalınca anlıyo insan. hollandada tarih yok mu, var. sömürgeciliği başlattılar, lütfen, hakkını yemeyin yani. ama oralarda bir yerde kalıyo. daha gerisi yok. "god created the world and the duch created the netherlands" neticede. oralar eskiden bataklıktı. eh işte, ordan bi kubbe, burdan bakımsız bi hamam, şurdan eski bir köşk döküntüsü filan göremiyo insan. göz görmeyince gönül özlüyo aslında.
kimi insan yeniyi, en yeniyi, yepyeniyi ister. ben öyle değilim. yeniyi takdir etsem de (hahah: "saygı duyuyorum"), örneğin hala urartulardan kalan sulama kanallarının kullanılması beni gerçekten büyülüyo -- daha iyisini henüz yapamamış olmamız. huyumuzun suyumuzun aynı kalması. hem insanoğlu, sen ben ve biz de, geriye izimiz kalsın diye debelendiğimize göre, iz bırakanlara bi dönüp bakmak lazım sanki.
neyse işte. dağıldım. konu sezardı, sonra noldu? hah. hollanda. işte sezar "veni,vidi, vici" lafını bu hollanda diyarının ücra bir şehrinde demiş olsaydı neler olurdu, onu düşündüm bi. heiyelik eşyayı geçtim, bunun için özel bir hazır giyim sektörü olurdu, kocaman Vsi olan tasarımlar filan. tasar tasar bi ülke zaten, dibine vururlardı bence. ziyaretçilere "ben de veni vidi vici icabında" dedirtme deneyimi yaşatılırdı. sezarın lafı ettiği nokta tespit edilir, civar illere gelenlere "sezar turu" pazarlanır, yolcuların kafasına defne çelenkleri takılırdı. etrafta kesin bi "roma hamamı" temalı otel olurdu, şifalı sular ve ah tabii ki: SPA. yunanlılar çılgınca lokanta açar, beyaz örtüler içinde salınarak "romalı" olur, hollandalıların da midesi yemek görürdü bu vesileyle.
çok affedersiniz de yani, sezarın kanalizasyon kanalları ordan geçse bile ortalık bayram yerine dönebilir, öyle bi potansiyelleri var. "yüce sezarın romalı sidiği" filan. yapay şelale yaparlar valla. neyse işte iğrençleşmiym. bi nevi, sezarın ve o "veni vidi vici" lafının röntgeni çekilir, otopsisi yapılır ve hatta ırzına geçilir, pazarlanmadık noktası kalmazdı. biz de o küçücük kasabanın adını ne zaman duysak, "hıı evet amsterdam denince red light, ..... denince sezar" der, illa ki hatırlardık.
yani demem o ki, höyük höyük kazıları geçtim, müzesizliği de geçtim hadi, ortalıkta bir tek kalıntı olmasa da, "sezar vaz hiyır" yazılı bir taş bile bulunmasa da, suyu çıkabilecek bir turizm potansiyeli bu. tarihin tacizi aşamasına gelmesini ben de istemem. sezarı bi laf ettiğine pişman etmenin anlamı yok. hatta "tarih=turizm= para" denklemiyle tarihin ürüne dönüşmesi de bi yerden sonra canımı sıkıyo. ama yani, varsın tokat da "hani şu sezarın veni vidi vici dediği yer" diye bilinsin, fena mı olur? mesela yani?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder