30 Ağustos 2013 Cuma

Alkım

Buraya kırk yılda bir, o da seyahat notu tutmak için yazınca haymana pancar geziyomuşum gibi oluyor. yani evet, tatiller biraz uzun sahiden; ama sebebi ingilizler. yıllık tatil 5 hafta. bunu duyunca "aa ooo vuuu" diyor insan; ama Türkiye'deki bayram tatilleri burada yok ki onlar da çekiştirerek uzatarak birer hafta eder. yani 2 hafta bayram + 12 gün resmi izin, yaklaşık aynı hesap oluyor. aman neyse. yok aslında pek bir farkımız, demek istediğim o.

Cihangir - Fındıklı arasındaki merdivenler gökkuşağı renklerine boyanmıştı birkaç gün önce. Boya firması virali veya LGBT derneği işi olsa belki anlaşılırdı da hayır, esnaf boyamıştı. 64 yaşında bir amcanın "güzelleştirelim buraları" demesi, kıymetlidir. Elinde bir fidan olsa ölmeden önce diker onu, öyle biri işte, belli. Daha da kıymetlisi, diğer esnafın, gençlerin destek vermesi. hiçbir şey olmasa, 2-3 günlük çalışmayla onların hayatlarında açılan bir pencere, bize gururla gösterdikleri bir imece eser. incelik bunlar, güzel şey.  Bana zaten merdiven boyayan amca, kapı önüne tebeşirle resim çizen çocuk filan verin, içimde Björk'ün "Oh, So Quiet"ı çalmaya başlar, şemsiyemle sokaklara dökülürüm. Nedir, sabaha karşı belediye boyamış koşa koşa. Tabii ki griye, hep griye. Klein mavisi gibi, Misbah grisi.  Misbah değilmiş, Topbaş grisi. Fark yok. Jelatin hanımcığım "uçurtmayı vurmasınlar"ı hatırlattı, öyle bir his işte. Buralara gök, renk ve nefes yasak. nefes mühim şey oysa.

Ben o merdivenleri görünce aklıma ilk Holi Festivali geldi, LGBT aktivistleri alınmasın. Holi'yle Hollanda'da tanıştım. Genelde çok sessiz sakin insanlar olan Hindu arkadaşlarımın gözleri parlayarak "haftaya Holi kutluyoruz, gelir misin?" diye soruşuyla. Zaten 72 milletten insanız, "bizde adettir, duvara bakarız" deseler bakacağım, öyle bir hal. "Peki" dedim, tam ne olduğunu bilmeden; ama bilmem gerektiğini hissederek. Boya almak için azıcık para toplandı aramızda, koşarak kendi pazarlarına gittiler. Uzun uzun anlattılar, şehirlerde günlerce süren boya savaşlarını; kuru boyaları, sulu boyaları, boyalı su dolu balonları, renk renk sokakları. Holi bir bahar festivali, Newroz gibi, Hıdırellez gibi, Paskalya gibi. Doğanın uyanışını en doğru şekilde, renklerle kutluyorlar. Dedim ya, genelde ciddi, pek bir bürokrat (çoğu devlet bursuyla gelmiş bürokrattı sahiden) ve yetişkin insanlardı okuldaki Hindular. Holi yaklaşırken resmen gözlerinin içi parlıyordu, muzır gülüşler.

O gün geldi. Yurdun alt katındaki salon bize ayrıldı; ama sığmadık, sokağa taştık. bir kenara tabak tabak boya yığılmıştı, sağlığa uygun, toz, özel Holi boyaları; kendinden parfümlü üstelik. "Happy Holiii!" diyerek boyalarla etrafa saldırdık. Başta su savaşı, yumurta savaşı gibiydi halimiz. Hindu arkadaşlar uyardı: "öyle değil, bu silah değil; bu bir ödül". Boyadan kaçsan da aslında boyanmak için kaçıyorsun, bu bir oyun. Boyarken derdin puan kazanmak veya yenmek değil, daha ziyade renk vaftizi. Anlatması zor. Avcun boya dolu, arkadaşının yanaklarını okşuyorsun; o da renge bulansın, iyice doysun, renksiz yanı kalmasın diye. Bahar bulaşsın her yerine. Günün sonunda, saç diplerime kadar mavi - yeşil - kırmızıydım, kulağımdan sarı, burnumdan pembe çıkıyordu. O pek ciddi ve "gri" görünen arkadaşlarım, "hadi görüşürüz, ben gidiyorum artık" dediğim an 5 koldan birden son bir saldırıyla boyamışlardı beni. Sonra bir duş, duşta renk renk sular, tertemizlik. Renklerin şifalı olduğunu ben o gün öğrendim.

*

Boğaziçi'nin güney yokuşunda bir ara dev reklam panoları belirmişti. Devlet üniversitesinde başa gelen her yeni rektörün parasızlıktan ne yapacağını şaşırdığı o ilk dönemlerin eseri olarak, özel sektörden reklam parası kazanacaktı okul, pek lazımdı. Bilenler bilir, o yokuşun kaldırımı daracıktır, bir yanı yol, bir yanı da Bebek'e doğru yuvarlanmanıza yol açacak bir yamaçtır. Dar kaldırımlara panolar dizilince öğrenciler yoldan yürümeye başladı. görme engelliler için iyice zorluk oldu iki adımda bir beliren panolar. Neyse, sevilmedi bu çirkinlik, alışılmadı da. Kimse istemiyordu okulun en güzel yolunu panolara bırakmayı. Derken, Karahisar Anarşistleri diye ufak bir grup duruma el attı. reklam panolarına kırmızı boyalar attılar, kan kırmızısı. "sermayenin elleri kanlı!" demek için yaptılar bunu. Bu kadar mı korkunç görünür, sanki sahiden panodan yokuş boyunca kan akıyordu. Önce bir temizleme girişimi, başa çıkılamayınca kaldırıldı o kazulet reklam panoları. Gittiler. O güzelim yokuşun kaldırımlarını boyalarla geri kazandık.

*

Bir gazete haberi vardı, sıkça aklıma gelir. Gugıl bulamadı niyeyse. Neyse, haber şu: 12 Eylül işkencelerinde mahkumlara defalarca dinletilen "bir başkadır benim memleketim" şarkısının tüm haklarını bir işkence mağduru satın almış. Dev editos: tabii bulamam gugılda, yanlış şarkı çünkü! iyi ki yorum geldi de düzeltiyorum: doğrusu "Türkiyem". O ay-yıldızlı elbiseyi filan nasıl unuttum da karıştırdım, bilmiyorum. Şarkı haklarını alan da Cem Yılmaz (hayır o değil). Haberi de buldum, burda. Almış ki öyle uluorta, aklına esen biri tarafından çalınmasın, ilk notasını duyduğu an o karanlığına savrulup travma yaşayan yoldaşları (ve kendisi) artık acı çekmesin. birileri bu şarkının bir işkence aleti olduğunu artık fark etsin. onca marş vs dururken, en çok bu şarkı yormuş onu. bu şarkının insanlara neler ettiğini bilmeden, önemli gün ve haftalarda, genç yaşlı bir sürü insan tarafından "lay lay lay lay lalalalayy la-la-laayy" tabii bu kısım da "türkiyeeem türkiyeeem cennetiiiim" olacak diye sallana sallana söylenmesi canına tak etmiş. "hiç duyulmasın" diye alıp sessizliğe hapsetmiş bu suç aletini.

*
Bunları böyle peş peşe yazdım, aynen bu sırayla aklıma geldikleri için. renklerden bahar da yaratabilirsiniz, isyan veya otorite de. müzikten sevinç de yaratabilirsiniz, işkence veya kurtuluş da. günün sonunda, hepsi araç. niyetlerin aracı. 64 yaşındaki amcanın elindeki de boya fırçası, sabaha karşı merdivene giden zabıtanınki de, bir darbe zamanı afişe de çıkan gencinki de. Bize iyi niyetler, güzel bakmalar, iyiyi görmeler lazım; yoksa merdiven grisinden bi zarar gelmez. insanız nihayetinde, her şeye rağmen basamak kenarında büyüyen mine çiçeklerine sevinmeyi de biliriz. Sevgi Soysal kitapları alır okuruz, içimiz açılır. bunların hepsini yapabiliriz de işte, maksat niyet. hayatı güzelleştirme niyeti lazım, nasıl dar ederim çabası değil.

Şimdi o merdivenler yeniden boyanacakmış. El verip destek olanlar alınmasın; ama aynı şey değil. bu iş inat işi değil. ha bence merdiveni geçtim, belediyeyi renk renk boyamak lazım tepki gösterilecekse, o ayrı. yine de işte, kırmışsın daldaki çiçeği, bantlıyorsun. inadını gösteriyorsun da sorun çözülmüyor; adam griden vazgeçmeye niyetli değil, daha da silah belliyor kendine. bütün grilerin hakkını satın alıp dolaba kitleyemiyorsun.

içimi acıtan bir hunharlık bunların hepsi. sen griye sordun mu bakalım, "gökkuşağını seninle kapatacağım, gönlün var mı?" diye? sormadın. oysa sorsan, gri bile haddini bilir, kenara çekilirdi.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

merhaba deryik, gugıl'ın bulamadığı haberi ben de hatırlıyroum, bu seferlik referans ben olayım ;)

yazılarını okumak çok güzel bi şi. uzakta bir yerde kendin gibi düşünen, gören, kuşları seven, ne biliyim peru'yu, arjantin'i merak eden, aynı ama apaynı birinin olduğunu bilmek çok güzel. gözleri bile belki benle aynı bakıyordur diyorum bazen.

neyse, sen hep yaz, ben de okuyayım istiyorum. olur mu acaba, -hep?

Adsız dedi ki...

merhaba,
söz konusu şarkı memleketim değil müşerref tezcan'ın (şimdilerde akay) seslendirdiği "türkiyem türkiyem cennetim" şarkısıdır. ve satın alan da cem yılmaz isimli bir 12 eylül mağdurudur. sevgiler, selamlar. ruken.

deryik dedi ki...

Evet, dogru! Haliyle google'in neden bulamadigi anlasildi :) Kibris harekatinin populeriydi benim dedigim.

Adsız dedi ki...

ALKIM... Kizimin ismi... Gene harika bir yazi...

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker