25 Şubat 2012 Cumartesi

sözlük

hayat değişik şeylerle dolu blogcuğum; ama beni her seferinde şaşkınlığa düşüren şey, söylem hırsızlığı. hafif bir saplantı olabilir, hayranlıkla izliyorum. bana heyecan veriyor, bile diyebilirim. Yükseklisans tezimi de bu konu üzerine yazmıştım.

genelleyerek anlatacak olursam, toplumda genellikle solcu tayfadan çıkan, alternatif ve aykırı bir söylemin, bir kavramın, bir sloganın, bir terimin, nasıl oluyorsa olup, abra kadabra ile oldukça ana akım bir hale getirilmesi. tersi de oluyordur elbet; ama bu daha ziyade bir deformasyon. bir tanınmaz hale getirme projesi. hayvanlar deri değiştirir ya, mesela kertenkele derisini tutup, içindeki kertenkeleyi atıp yerine bukalemun koymak gibi. bir kelimeyi alıp, her türlü anlamından ve daha da önemlisi çağrıştırdıklarından soyutlayıp yerine yeni şeyler koymak ve hatta icabında o ilk anlam ve çağrışımlara karşı kullanmak. insan beyninin muktedir olduğu en garip şeylerden biri bence.

örnek vermek gerekirse: çevrecilik ve çevresel (?) iktisat kavramları. ingilizcesi daha manalı olacak: environmental economics. bu kavram ortaya çıktığında, bayaa bir ot yeşili dünya barışı, tree-hugger bir kavramdı. sahiden öyleydi yani. sonra sevgili liberal iktisat, good old "Y= L+K+G+her şey" formülüyle bu kavrama da saldırdı. çevreci olunacaksa onu da biz yaparız, bizim çevreciliğimizi kullanın. çevre ve çevreyle ilgili her şey, parasallaştırılabilen, türevi integrali alınabilen bir maliyete dönüştürüldü, güzide formülümüze eklendi. çevresel iktisat, çevrecilerin en baştan karşı çıktığı bu "her şey bir maliyet haline getirilip hesaplanabilir" anlayışının adı oldu. orman, ormancılık oldu; ağaç da kereste. çevre kelimesi resmen ana akım tarafından çalındı, hatta anlamına tecavüz edildi, çevreciler de yeni ve temiz bir kelime seçtiler kendilerine. içi boşaltılan bu kavram yerine yenisini arayıp adını "ekolojik iktisat" koydular. ekoloji daha bütüncül, daha yeni, daha alternatif bir kelime olarak bir önceki kelimeden kovulan tüm anlamların yüklendiği yeni kavram oldu. şimdilik ekoloji kelimesi hala "alternatif ve muhalif" kanatta. henüz ana akım liberal profesörler ekoloji kelimesini kullanmıyor. şimdilik. ekoloji kelimesi için çanlar çalıyor; çünkü liberal kanat "eko-sistem" söylemini keşfetti. "şirketler için ekosistem yaklaşımı" gibi absürd kavramlar türemeye başladı bile. bu arada "bütüncül" kelimesi de böyle içi boşaltılan kelimelerden.

bir diğer örnek: mesela "kalkınma" lafını çoktan keşfettiler. eskiden kalkınma, baraj ve otoban demek değildi. sahiden değildi. kalkınma ilk ortaya çıktığında "gelişme"ye alternatif olarak çıkmıştı. dünya bankası filan işin içine girince, kalkınma, finanse edilen ve dolayısıyla resmen ülkeler ve kurumlar arası alınıp satılan bir hizmet halini aldı. yap-işlet-devret modeli para akışının yeni adı, muhasebe kayıt kalemi oldu "kalkınma" kelimesi. mesela, kalkınma okumuş biri olarak, tek kaşı havaya kalkan "alternatif ve muhalif" kişilere hep aynı şeyi diyorum: "yok bu o kalkınma değil, iyi kalkınma".

anlatamıyorum; çünkü kelimelerim çalındı. tabu oynamak gibi, tam anlatmak için bir kelime bulmuşken, bakıyorsunuz o da yasaklı listede. eskiden, "sürdürülebilirlik" kavramı da "alternatif ve muhalif" bir şeydi. zamansız iktisat formüllerinin o statik haline, "her şey azalıyor" diyordu ve hatta belki de "katı olan her şey buharlaşıyor" bile demiştir. sonra tabii ki çevre ve kalkınma kelimelerinin içini oyup posasını ağzımızdan içeri boşaltan liberal görüş, sürdürülebilirlik kavramına da el attı. sürdürülebilirlik artık danışman şirketlerinin her yıl hazırladığı bir rapor başlığı. mesela Hasankeyf'i boğacak bir barajın ana finansörü olan banka, hiç utanmadan arlanmadan "yıllık sürdürülebilirlik raporu" hazırlatıyor ve tabii ki bu "bağımsız" rapor kendisine övgüler düzüyor. parasıyla değil mi? raporumuzda türevini alır sıfıra eşitleriz, bakalım sürdürülüyor mu? bu sayede, bir diğer alternatif kavram olan sürdürülebilirlik, bugün resmen verimlilik ve maliyet yönetimiyle eşanlamlı hale geldi. bendeniz de "kalkınma ama öyle değil, sürdürülebilir kalkınma. ama öyle de değil yani, çevreci. yani ekolojik" filan diye, ne okuduğumu izah etmeye çalışırken kayboluyorum.

kavramlara kelimeler üzerinden saldırmak bana çok sinsice ve haince geliyor. sahiden yani, bir görüşü baltalamak istiyorsanız, en doğru saldırı kendini ifade ettiği kelimeleri elinden almak. çevre mi dedi? çöp vergisi anla. kalkınma mı dedi? çift şerit otobanla istihdam yaratmak anla. sürdürülebilirlik mi dedi? risk azaltmak için portföy çeşitliliği ve maliyet yönetimi anla. elindeki mikrofonu al, kır ve mesela ütü haline getirip, eline geri ver. konuşamasın. harika bir yöntem ve beni sahiden büyülüyor.

kelimeler bize bir şey anlatmaz. onları duyduğumuzda aslında kelimelere yüklediğimiz anlamları anlarız. buna çok inanıyorum, hele ki konu bahsettiğim gibi soyut kavramlarsa.çünkü bu sayede kendini ifade ettiği ve güç aldığı her dayanak noktasını yıkarak saldırabilirsiniz. sonunda o kişi kendini ifade edemez hale geldikçe daha da marjinal kavramlara kayar ve "çevre" örneğinde olduğu gibi, elinden kelimeleri ala ala geriye gerçekliğini yitirmiş gibi görünen, yeşil romantikler bırakırsınız: "ekoloji filan diyor, ot kafa!".

verdiğim örneklere bir ek bikaç gündür karşıma çıkıyor ve ben her seferinde büyülenerek inceliyorum. bildiğiniz gibi yarın hocalı katliamı protestosu var. evet hocalıda korkunç bir kıyım oldu. ama metroda asılı olan o afiş, bu "kavram boşalt- doldur- kafasına at" yönteminin şahikası. metin analizi hocam sevgili des bunu görse ağzı sulanırdı.
konuya bağımsız ve uzak, mesela bir rus gibi, bir alman gibi bakalım. konu hocalı. başlık büyük puntolarla, "ermeni yalanı..." diye başlıyor. yani en baştan, mesele kurban olduğu kadar, saldırganın kim olduğuna da odaklanmış durumda. olabilir. fakat afişin sonrası daha muhteşem - websitesi adresi: hepimizhocalili.com. evet evet. ingilizcesi de şu: justiceforhocali. işte burada, gerçek bir sanat var. onu gören herkesin aklına tek bir şey gelecek: hrant dink. çünkü bu kalıp, "hepimiz ermeniyiz" sözünün devşirmesi. daha da güzeli, iş ingilizcesinde de devam ediyor: ilk okuyanın aklına "for hrant for justice" sloganı geliyor.

 ermeni yalanı - hrant dink sloganı ilişkisini kurabilmek, işte bu bahsettiğim sanatın şahikası. "siz hepiniz ermeniyseniz, biz hepimiz de hocalılı olacağız" demek, bir şeyi savunmak değil, bu kamplaşma. bu bir şeyi savunanlara yanıt vermekten ibaret. ırkçılığa kurban edilmişin yanında olmaktan çekinmemenin sloganı, dönüp kendisine karşı kullanılıyor. "hepimiz ermeniyiz diyosun ama baaaak burda ne var!". yani kendisiyle ilgili bir şey anlatmak derdinde değil, bir şeye yanıt vermek derdinde. yeni bir şey söylemiyor oluşu, "ama bu slogan arak!" hissi uyandırmıyor mesela. o kadar hesaplı bir şekilde yapılmış ki akla gelen şey "ama bu slogan, diğerine cevap!" oluyor. yanıt verdiği şeyin de adını kendisi koyuyor bu arada: bahsettiği üzere yanıtlanan şey "ermeni yalanı". aklınıza ilk hrant geldiyse ama biz size ermeni yalanından bahsediyorsak, belki de ikisi çok ayrı şeyler değildir?

 yani sahiden dışardan bakarak söylüyorum, şu ara yapacak bir metin analizi ödevim filan olsa zevkle üstüne atlardım. yürüyüşü örgütleyenlerin röportajı vardı bugün. o da çok hesaplı bir sanattı mesela. konuyu "ermeni vatandaşlarımızla bir derdimiz yok" üzerinden "hrant dink'e biz de üzüldük"e bağlamaları bile, bu çağrışımdan emin olmak için bir yöntemdi. "afişimizi gördüğünüzde aklınızda bir zil çalmadıysa ipucu veriyorum: hrant dink, hani ermeni olan". şunun gibi bir alt metin: hani hepimiz ermeniyiz demişlerdi ya, o yalancıları sahiplenmeyin, bizim burda KENDİ acımız var. bunu sahiplenin. bu da kurban. hatta bak, bu daha kurban. sidik yarıştıralım hadi, bu daha çok acıdı. önce o vurdu. önce biz vurmuş olabiliriz, o daha sert vurdu. burda BİZİMKİ var, bizimkine üzülün. onlara üzülmeyin, onlarınki yalan. burada bir yalan varsa belki orada da vardır? belki müstehaktır?

bilmiyorum, anlatabiliyor muyum ki? bazen yazdıklarım sayıklama gibi geliyor. umarım anlatabiliyorumdur. aslında biz bunu her gün yaşıyoruz. başbakanın "çevrecinin daniskasıyım" demesi mesela veya "kadın" kelimesinin güzide bir doldur-boşalt işleminden sonra "söylemesi ayıp" hale getirilmesi, bayanlaştırılmamız. veya "anne"liğin "aile"den ibaret olması, ailenin heteroseksüel olması falan filan. yani çok yabancı değil işte bahsettiğim şey. "kadın mıdır kız mıdır" dediği an başbakan, kadınlık sadece bir cinsiyet olmaktan çıkıyor. siz ne demek istediğini çok iyi anlıyorsunuz ve o kelime artık eskisi gibi olmuyor.

işte o afişi görünce, tam da bu yüzden ben donakalıyorum. hocalıda ölen onca insanı, resmen "cevaba cevap, lafa laf" bir inat ve "altta kalmadım abi, yapıştırdım cevabı!" hırsına alet etmek, çok garip geliyor. "hepimiz ermeniyiz"e "hepimiz hocalılıyız" cevabını vermeyi şahsen hastalıklı buluyorum. gözü körelmiş bir vicdansızlıkla kendini vicdanlı sanmak. vicdan yarıştırmak. hocalılı olmakta bir sorun olduğu için değil, hocalılı olmayı bir yanıt gördükleri için. bu hırs, bu kendinden beslenen ve etrafını çürüterek büyüyen hırs, masum değil. kimse kusura bakmasın. çocuk fotoğrafları koyarak işi farklılaştırmıyorsunuz veya "bunun da olduğunu unutmayalım istedik" demiş olmuyorsunuz. siz, cevap vermek ve o kavramı alıp, içini boşaltıp yeniden doldurup geri satmak derdindesiniz. hrant diyene hocalı dersiniz, kıbrıs diyene doğu trakya dersiniz, her şeyin bir simetriğini illa ki arar bulursunuz. karşılıklılık sizin temelinizdir. GS- FB derbisi gibi bir hayat tariflersiniz, her şey siyah ve beyaz, her şeyin karşılığı var, her şey bir kan davası gibi, tenis topu gibi, bir o taraftan bir bu taraftan beslenerek devam etmeye mahkum. ben hocalıyı böyle algılamak zorunda değilim! ben hocalıya, bir yalanın kanıtı olarak bakmak zorunda değilim.

kelimeler bu yüzden önemli işte. bu yüzden, bazı kavramları iyi sahiplenmek gerekiyor. "temiz enerji" diye HES kakalayanlara bu yüzden "hop dedik!" demek gerekiyor. faşizmle liberal iktisatın karındaş hallerine aldırmadan o göbek bağını kesmek gerekiyor. ben kelimelere sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. bazen tek bir harfe, tek bir kelimeye hastalıklı şekilde takılıyorsam, hepsi bundan. ormanla ormancılık arasında dağlar kadar fark olduğu için. kelimeler, bize çağrıştırdıklarıyla varlar. içi acıyla, özenle, emekle doldurulmuş kelimelerin, öğütücü bir deformasyona kurban edilmesini istemiyorum. "madem öyle, işte böyle!" hallerine, "göze göz dişe diş" agresifliğine yenilmesini istemiyorum.

kelimelerimi elimden alıp bana "ya onlardansın ya bizden!" tarafgirliği satmaya kalkanların tuzağına düşmemek, bence çok temel. taraf seçmek zorunda değilim. kıyaslamak zorunda değilim. birini birine yeğlemek, seçmek zorunda değilim. karşılıklı veya zıt gibi sunulan şeyleri o pozisyonlamaya hapsetmeden, bu yemi yutmadan algılayabilirim. onun için insanın hep gözünü açık tutması gerek. mesela bize altın tepside sunulan "konu özetleri"ni, örneğin gazete haberlerindeki başlık altı spotları filan, reddetmek gerekiyor. özet çıkarmak kalıba sokmak için yapılabilecek en basit yöntem. o devşirme /deforme etme sisteminin en büyük dostu, "karmaşık konuları sizin için özetledik, buyrun bunu hazır görüş olarak kullanabilirsiniz" kolaycılığı. üşenmek, ezbere teslim olmaktan ibaret. twitter mesela o yüzden çok tehlikeli. görüş mü istiyorsunuz, buyrun, 140 karakter: kompakt, vurucu, akılda kalıcı. tepe tepe kullanın.

hocalıya, hocalı olduğu için üzülmek istiyorum, "ermeni yalanı" olduğu için değil. kelimeler bu yüzden kıymetli. gazetede, yolda, sokakta üzerinize savruluveren kelimelerin hiçbiri tesadüf değil, öylesine değil. size ne anlattığı kadar, size neyin anlatılmasını engellediği bile önemli.
 o yüzden sevgili blog: tesadüf geçme tanı, düşün altında yatan binlerce boşaltılmış anlamı.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker