30 Haziran 2006 Cuma
felan
ps: ayrıca hörmet diye de bi kelime yok, hürmet o. hürmet etmek. hürmeten. öyle işte.
troleybüs.
töhmet.
tumturak.
diplom
29 Haziran 2006 Perşembe
bitiyo
la hey olmazsa ankara ve ordan burdur.
ordan sonrası iç iç kudur.
bir araya istanbul'u da sıkştırırsam,
işte mutluluk budur.
27 Haziran 2006 Salı
"yolda biri laf atsa tepkin ne olur"
geçen gün biz özgeciğimle otururken ve geyiğe dalmışken iki hızar yüzü görmemiş genç irisi laf atmış, duymadık. sonra yanımızdan geçerken "kıslar o kadar da çaardıık gelmediniz aşgolsuhn yaanee" dedi cart turuncu t-shirt. "aç koynunu kuş konsun" demek istedim ama onun yerine sadece bi "hiç çekemiycem şu an" demişim. Özge hiçbirini duymamış. Bunun dışında gelmiş geçmiş en sevimli laf atma olayını bizzat yaşadığımdan mutlu ve gururluyum: genç bi çocuk 5-6 yaşlarında bi erkek çocuğunu gezdiriyor elinden tutmuş, yeğeni falan heralde. önümde zınk diye durdular. sonra adam "bak evladım, güzel bu" diye parmağıyla beni gösterdi. ben de gülüp geçtim. Bu kadarına "berbat hissettiğinde yoluna çıka" diyoruz biz. Bunu okuyup ilk bulduğu veletle sokağa dağılacak gençler için şap tavsiye ederim.
onun dışında bütün solaklara selam ola, hoş geldiniz. Kullandığınız klavye bile sağlaklar için bakınız: bütün sayıları sağda toplamışlar, enter tuşu sağda. Ama biz özgür ruhlar bolca "escape"e basıyoruz di mi? evveeatt..
kelimeler
25 Haziran 2006 Pazar
istanbul tek, bir tek o. canım.
Burda doğdum, 10 yıl kaldım. Ankara'da büyüdüm, 8 yıl kaldım. Geri döndüm 4 yıl kaldım. Bu hesapla Ankara'da ne kadar kalırım? İstanbul'a nasıl dönerim? Dün Leb-i Derya'da istanbul şıkır şıkır karşımdaydı. gideceğimi hatırladım. kimseye belli etmeden bütün gece ağladım, herkes gördü. Şarap içtim, ağladım yavaştan. yan masadaki ayıcığın burda kalacağını ve benim gideceğimi düşündüm. O dolma parmaklarına çatal saplayıp sigara yapıştırmamak için kendimi zor tuttum. Son bir haftam. Bahar'la konuşuyoduk da (aynı şekilde yaşadık: sadece o 4 yıl sonunda dönmeyecek), ne derse yapacağım, koşulsuz özleyeceğim, sabırla bekleyip uğruna dağları deleceğim tek sevgili bu şehir. O kadar zor ki insanın çalışmak istediği işin ankara'yı gerektirmesi. o kadar zor ki "özel sektörde çalışmak istemiyosan istanbulda ne yapcaksın" gerçeği. aptalım ben. özelde çalışmalıydım. bu şehir onu istiyosa onu yapmalıydım, ankarada mutlu olmam ki. gençler bu son haftada uyarım: "gidiyosun yaa oof" demeyin, ağlıyorum. "ama bak ankara ne güzel annenler falan" demeyin, onlar da burada yaşamalıydı zaten. "ay istanbula bak böö çivkinn" lemeyin, anlamadığınızı düşünüp cevap dahi vermem. Bu şehir en çok sabır. Sabırla döneceğim geri. Yine bekliycem işte küçük sevimli kulübemi. Ama sonra 3 kuşaktır süren "istanbulda doğup hayatın bi evresinde ankaraya çakılma ve hep istanbulu özleme" lanetini kırıcam. kahraman olucam. Gerekiyo.Ben arada gelirmişim ama,moralimi bozmayacakmışım. Arada. Turist gibi. Evime turist ziyaretleri. Ailemin kuşaklardır evi olan yere turist gibi gelicek Deryik. Turist Deryik arada İstanbul'a gelirmiş. Nasıl canı acıyacak bu şehir hızla değişirken yanında olamadığı için halbuki. Turist Deryik lafı çok koydu bi an. |
24 Haziran 2006 Cumartesi
tim tim
palas pandıras da bu sınıfa girebilecek bi söz.
bu arada etrafta bol bulamaç kapriler ("erkek arkadaşımın da.. ihihihi" kızları) üstüne bol bulamaç t-shirtler ("ay bu da evvett.. ihihihi") giyen, bütün bu bol bulamaçlığın üstüne "sanki yokmuş gibi" makyajı ve "out-of-bed" saçı kondurup bolca uzun zincir kolye, pırlantalı kristalli küpe ve uzayıp giden saçlarına minik tokacıklar takan, illa ki büyük kocaman çanta ve gözlükleri olan, ayaklarında minik babet ya da klas bi converse bulunduran, "salaş ama kuul ve hatta çekici bi erkeksi" solaryumlu kızlar türedi. tikkat tikkat. "generation c" değil bunlar. bizimkiler hala vitrinlik oyuncak bebek ekolünün son temsilcisi olma yolundalar.
Generation C
gugıllayın beni
kargaburun etisi
1) azimli bi solak olmama rağmen sırf bu işi sağ elimle yapıyorum. nedeni hakkında hiçbi fikrim yok. makası da sağla kullanıyorum; çünkü öbür türlü kesmiyo. beynimde "el işi" diye bi kısım vardır belki.
2) kargaburun denen alet velinimettir. müthiştir kargaburun. bir iki üç yetmez, bir sürü çeşit kargaburun her durumda gerekir. Cankurtaran kargaburun. Edward Scissorhands denen Johnny Depp karakteri misali, kargaburunbarnaklıkız olabilirim.
3) "daaabii ki bu zincir ayrılabiliyo ablaa, burdan gıvırıverdin midi"ci zihniyet yüzünden zincir parçalarken tırnak kırmak, el kanatmak falan... Bitti. artık doğru zinciri seçebiliyorum.
Bu arada, camınızın önüne bi kase içinde su koyun gençler, hatta tercihen gölgeye. Kuşlar kavrulmuş vaziyette.
okulu düşündüm de... Bir yıl daha burda olmayı çok isterdim. Seneye çok sıkıcı geçmesin diye şimdiden bi şiler bulmaya çalışıyorum. hayır hocam, "okumalarımı yapmak" yetmiyor. İstanbul'dan gitmek istemiyorum. Düşüncesi bile içimi acıtıyor, düşünmüyorum.
Halley ne güzel bi şi di mi? ülker otomatından çıkan tek sevimli şey. Eti nasıl para kazanabiliyor, bravo. Ülker istilası had safhada. Eti top kek bile yok hiçbi yerde. Kantinler, bakkallar, marketler... Eti yok. Eti bikaç yerde ce-e diyo anca. Ülker var her yerde. Ülker satmamak da zor olmalı. Etiyi özledim resmen. bi örneği de "ice tea yok nestea var" istilası mesela. o nedir yaa.. ne çirkin bi şi nestea şeftali. kötü resmen, bayat gibi, mayhoş bi şeftalicik.
James ve Dev Şeftali güzel bi çocuk kitabı. Roald Dahl tabii ki. kendisinin "boy" adında bi otobiyografisi var, çocukluğunu anlatıyor, okunası eğlenceli bi şi. çocuk kitapları filmleştirilmesin, çocuklar kolaycılığa itilmesin. anlatıcam birazdan.
kristal topumu açtım demin dayanamayıp, sımsıkı paketliydi. hiii parlıyoooo.. rengarenk renk renk ışııkkllaarrr...
kuşlara su, unutmayın.
buraya kadar okudunuz yani? bari yorum yapın :)
Apandisit
çarşamba gecesi baharla çıktık kız kıza. burda bi şi yok. Sabahı bi tuhaftı (anca anlatıyorum evet). Ankaradan arkadaşı gelmiş, ertesi gün "tarihi yarımada" turu planlıyolar ki bence ilginçti çünkü ulaşım bilgileri sıfır,herkes turist yani. Neyse, sabah ikisini de uyandırmak için debelenirken "gitmiyoruz" dediler. Meğer birlikte gidecekleri kız aramış, "kötü olmuş" keyifsiz yani, morali bozuk iyi hissetmiyo, ertelemişler.. şimdi burası mühim. kız sabahın bi körü "benim apandisitim patlıyoooo" diye aradı. bizimkiler kaale almadılar pek, "sinirleri bozuldu karnı ağrıyo" falan diye düşündük. Sonra baktık ki durum vahim, kız acile götürüldü, bu arada hala "apandisiitt" diyo, biz de teoriler üretiyoruz, "üzüntü mideye vurmuş tabiiyy" diye. Tahlil yetmedi ultrason falan feşmekan.. bize telefon: "apandisitmiş ameliyata giriyo". iyi şimdi. ama bi insan nerden hisseder, direkt "apandisit bu" der ki? yerinden bile emin değildi. kıza talcid verip yatırmadığımız için sevindim. |
23 Haziran 2006 Cuma
kötü görselli tri lay lay
elbise işi tamam. ve ondan bi tane. biricik o, benim o :) tül ve pula laf eden ben sadece tül ve pul olan bi elbise aldım, çimlere bekleriz efenim. hizmet sektörü ve deryik konulu bi kitap yazmak üzereyim. bilen bilir, çok tuhaf dialoglar yaşamışlığım var. çoğu benden nefret eder. etmeyenden gidip elbise aldım, vahameti siz düşünün. neyse... bunun son mertebesini anlatıcam ve çözüm bekliyorum: cumartesi günü koton mağazası. genç tasarımcı bora aksucuğumuz koton için elbise tasarlamış. e ne güzel, heves ettim deniycem. o zaman benimki daha hayatıma girmemişti ve bunalımdaydım :) neyse işte. aldım girdim kabine. tezgahtar "dışardaki hanfendü içün" modellik yapmamı giyince ona göstermemi istedi- kapımı tırmalayıp sürekli "hadi amaağğ"lanarak. bense lüzumsuz tül ve ipliğe dolanmış vaziyette, yumakla oynayamayan kedi yavrusu halinde debeleniyor idim. sadece bi ara "giyersem göstericem beyfendi" diyebildim. neyse giyinik bir şekilde kabinden çıkmayı becermişken bi baktım kimse yok. hadiiii tezgahtar ve hanfendüyü bekledim, geldiler. hanfendü burnunu 70 derece sağa kıvırdı. tezgahtarcımsa beni benden alarak kadına: "siz beğenmediniz tabiiy şimdi çünkü görseli kötü olmuş" dedi. kötü görsel, evet. öyle bi baktım ki "yani spor ayakkabı yerine abiye bi şiy olsa aldınızdaağ ehühe" falan dedi benim de aslında bi müşteri olduğumu hatırlayarak. hanfendü "ıığğhh" çekerek gitti. tezgahtarcım kapıma dayandı yine: "o size büyük yannız üstünüzden dökülüyo yannneee" diye. "rengi çirkin zaten" diye çıktım. şimdi benim arada istemeden yaptığım bi "siiğğeee ordan len" mimiği olabilir. onun dışında sessizdim. niye benden nefret ediyo bu insanlar yaa? ama benim elbisem çok güzel. bu sinek vızıltısı iş de bittiğine göre artık istanbul kazan ben kepçe. keyiflendim, annemler de geliyo zaten, sabuş da iyi artık, canım anneannem. |
22 Haziran 2006 Perşembe
baskı
koli göndermem lazım.
MEZUNİYET ELBİSESİ bulmam lazım.
Çamaşır yıkamam lazım.
Doğumgünü hesiyesi almam lazım.
cart lazım curt lazım
kazıma lazımlık lazım.
falan filan işte, yazınca "e yap o zaman?!" dedirten; ama hiçbir şekilde kolumu ve kıçımı kaldırıp yapmadığım bir sürü iş. Özge burdan sesimi duy: odam çok dağınık. Yeni odamı sevmiyorum. Eşyaların çoğu ya kirli ya da kolide ama yine de dağınık.
son iki maddeden başliym ben en iyisi.
21 Haziran 2006 Çarşamba
kuaför
Bir kadın, kuaför salonunu en çok zamansız, güzel kokulu ve illa ki saç hakkında olduğu için sevebilir. Bir kadın kuaförünü saçına verdiği ilk tepkiye göre seçebilir. Ve bütün bunlara rağmen kuaföre çok ender gidiyor olabilir.
Her kadın böyle olmayabilir; ama çoğu bu eğilimi taşır.
Ve baylar üzgünüm, kadın kuaförleri sandığınızın ve umduğunuzun aksine gay değildir.
mezuncan (2)
19 Haziran 2006 Pazartesi
bugün
Defne'nin doğumgünüüüüü... 14 yaşında bi bilmiş o artık. telefonda işletiym dedim, yemedi cadı. "annenizin kızlık soyadı?" diyorum. "bilmiyorum ee ne ki acebaa" falan diyo. "nası yaa nası bilmiyosun"dedim "ehihihi" diye bi ses geldi. Sıkılmış cadı, istanbula kaçıcakmış yanıma. Kaç dedim, bana sığın. Hediyesini kargoya verdim, karşı ödemeli üstelik- napiym valla çıkmadı 4.40 ytl, kredi kartı da almıyolar. Eşşeğim, evet.
dairede sifon bozuk. lambalar patlamış. ne ara oldu bunlar bilmiyorum. Nasıl oldu onu da anlamadım.
Allahım dün havuz ne güzeldi. yine mi gitsem.. ay yok ama sergi geldi bissürü.
18 Haziran 2006 Pazar
güneşli bir balkondan deniz görünüyordu; deniz sığ, sahil şemsiyeliydi. Solda havlu sağda ağaç...
Sonra biraz insafın varsa bırakırsın her "an" güzel bir anı olabilsin. İnada gerek yok.
o geceden beri
Tuhaf bi his. Korkunun doğuşunu izlemek çok daha tuhaf. Elimdeki minicik çantayı bileğime dolayıp kollarımı kavuşturmuş yürürken aslında "kucağımda kaşıkçı elması var" imajı çizdiğimi fark edip güldüm. Işık altından yürümek, trafiğin yoğunluğuna şükretmek, insanları süzmek, yaşlı ve mutlu çiftlere sırnaşmak...
Ama en zoru en sona kaldı: Yanımda sadece site duvarı varken ve trafik azalmışken, önümde dört liseli genç yürüyodu- liselilerden korkmak tuhaf belki ve yenmek gerek işte. Arkalarında kaldım sakince. Sakin olmaya çalışıtığımı fark etmek de tuhaftı mesela. Sonra ikisinin karşı kaldırıma geçişini, önümde kalan ikisinin beni fark edip birbirilerini dürtmelerini, sırayla bakmalarını, diğer ikisinin geri gelişini ve en sonunda hepsinin site duvarı-kaldırım- ana cadde boyunca yayılıp ortalarından geçişimi takip etmelerini seyrettim (ne cümle be). Ve evet, yanlarından geçerken yere baktım ben. Korkmamaya çalışarak korktum, sinir olarak yere baktım. Gani Müjde'nin "bu ülkede kadınlar yere bakarak yürür" lafını hatırladım. Sakince laf atıp süzmelerini bekledim; laf atmadılar. Önlerine geçirdiler sadece beni, süzdüler. Yürüyüp yürümediklerini bilmeden sokağı dinleyerek devam ettim, sakince köşeyi döndüm ve sonuç: Evet, arkama baktım. "takip edildiğimi hissetmiştim" cümlemi hatırladım ve baktım. Baktığım için çok sinir oldum. O geceden beri o geceyi hiç düşünmedim ve üstelik o çocuklardan da nefret etmiyorum (bkz. iyi hal gösterdiler bence); ama arkama baktım işte. Yenildim yani.
Sokak 1- ben 0.
Yurda geldiğimde manasızca kalbim hızlanmıştı. Bunu hissetmek, kendini dışardan izlemek ve "bok! neden korktun şimdi, o bile belli değil" diye kızarak aynaya bakmak, bu işi büyüttüğümü düşünmek, kendimle dalga geçmek, küçük çantamı çok sevmek... gerekliydi sanırım.
bizde bi laf vardır.....
sevim (2)
Şu an birisiyle konuştuğuna göre 2 kişiler. çok korkunç ama yine bi "bööğğehh" isteği başladı. acaba arkadaşı mı yoksa daireye yeni biri mi geldi? nınınınnnn... ayrıca birlikte lavabo başında n'apıyolar? nınınnnnn... "tam bi kız arkadaşa hediye" ne demekkk? nınınınınnn... şıpıdık terlikli kızın gizemini çözüciim.
not: klavyede yazarken üşenip "noktadan sonra büyük harfle başla" kuralını çiğnemekten tiksiniyorum; ama yapıyorum işte. Hakkı Devrimci arkadaşlara selam, dikkat ediyorum Türkçe'ye kendimce ( yaw, we, küsel, choq shirin falan yazmıyorum yani); ama "di mi" diyebilirim mesela, di mi? :) uzlaşalım yani-- hem dilbilgisi konusunda iyiyimdir aslında ben.
yolda
16 Haziran 2006 Cuma
tik türk tüik
Bi bakıyorum, bağlantı için "devlet, turkey" yazıyo. devletim girmiş bloguma. Nerden? Türkiye İstatistik Kurumu. ne için? Elmyra. hımmm... sen otur uzun uzun balık çiftliğiymiş falanmış filanmış yaz. 6 ayını kelaynaklara adamaya karar ver, devlet seni elmyra için bulsun.
telefon
dert-leşi
15 Haziran 2006 Perşembe
dürtük
sevim
sevmedim bu kızı, minayı geri istiyorum.
şarrap
ne demiş c.süreya: "saat 12den sonra / bütün içkiler şaraptır". evet üstadım, haklısın.
14 Haziran 2006 Çarşamba
belimmm
wikipedia çizgileri
Hepsini severim; ama filmleşmesinler rica ediyorum, çizgi film seviyesinde kalsınlar. Neyse konu o değil. İnternete giriyosunuz ne arasanız buluyorsunuz ya hani.. hani google sağolsun sizi buraya sürüklüyo, bafra'da satılık daire ararken beni buluyosunuz falan... İşte aynı sebepten naşi tuhaf bi yönümü keşfettim. Ben bu çizgifilmlerin her bir detayını okumayı seviyormuşum. Yan karakterleri, birbirleriyle ilişkilerini, kimin ne olduğunu- şansım varsa nasıl bir göndermeyle yaratıldığını, ilk kez hangi bölümde görüldüğünü falan filan. en son he-man, she-ra ve neden olduğunu hatırlamamakla beraber batman'deki babydoll'u ve elmyra'yı okudum. Sonu yok ve eğlenceli aslında, özellikle batman kadrosunu öneriyorum, wikipedia sağolsun, ordan oraya atlayıp lüzumsuz bilgilere eriştim bir kez daha. Eğlenceli bi işmiş bu yaa... Çizgi film izledik mi izledik. Artık "aay ne sevimli tavşancıık" yaşımız da geçti bence. E yani şimdi adam bilmem hangi filmdeki bilmem ne karakterinden yola çıkıp bi şi çizdiyse ve o da fena halde bilmem neye ilham kaynağı olduysa beni eğlendiriyo, bi de öyle izlemek lazım.
13 Haziran 2006 Salı
taşınma
belirsizlik bazen zevkli. bazen riskli. bu ara sıkıntı verici.
deryik iftiharla sunar:
-hocam bafra işini kabul edicem ben sanırım, çok düşündüm, yaparım.
-bafra olması şart mı?
-?!....
-ülkemizin başka güzide bi beldesi olsa..
- (güzide derken?!) ?!...
- bafra olmiycak galiba..... onun yerine... burdur ya da şanlıurfa düşünüyoruz.
-(burdurfa?!) hıııı...
- ama o da belli değil.
-hıı...ne zaman belli olur peki hocam?
-eylüle. ama sen işi kabul edip etmeyeceğini haziran sonunda bildir.
-hıııı
-çok fark etmez heralde neresi olduğu, bikaç hoş beş, biraz da gözleme yiycen..
- (gözleme? e hani analiz yapıyoduk!!!?!) hıııı....peki hocam, esenlikler dilerim.
bir "neye niyet neye kısmet prodüksiyon" yapımı, "kara bahtım kör talihim" hevesidir.
12 Haziran 2006 Pazartesi
kolilenebilirlik
10 Haziran 2006 Cumartesi
----
soğuk suyla içmeyiniz
bu ara
Bi ara benim mahkemem olucak şu kapkaç meselesi, müşteki taraf olarak bizzat katılıcam falan. Tamamen unutmuştum, allah herkese anne hafızası nasip etsin, ne diym. Son ifadem neydi hatırlamam gerekiyo.
Bana koli bulun bissürü koli bulun, taşınıyorum. sonra o kolileri doldurun bi de ama.
Saat 14.26, henüz kahvaltı etmedim bana yemek de bulun.
ödevimi de yapın.
"Marpuççular han"ın hayatımızdaki yeri. incik poncuk. proce.
İnsan kendini olduğundan önemli, dışardan görüldüğünden önemsiz sanıyor. Tersi tehlikeli.
zaaf ilginç bi durum. zaafınız varsa aptal yerine konabilirsiniz sanılması da komik bi durum. mesela çikolata örneğinden biliyoruz, zaaf olabiliyo. ama kimse sizi "gel bak çikolatadan ev yaptım" diye kandıramıyo, saçma çünkü. ne dedin şimdi derseniz.. öyle işte.
Töhmet ne komik bi kelime.. töhmetöhmetöhmet. altında kalasın deryik.
Mezuniyet kıyafeti bulun bana. üç dört gün kutliycaz bi de sapık gibi, ona göre. bir de yetmez on tane. böhühühü.
Benim ortaokul arkadaşım, birlikte büyüdüğüm Burcuk izmir'e taşınıyormuş temelli. Veda yemeğinde yanında olamıyorum. Artık ankara'da o yok. algida kamyonu yok. Doğru düzgün görüşmüyorduk ama kötü oldum işte.
Şimdi siz burayı okuyosunuz ya. tracking sistemi var ya. ben de sonra sizin yedi ceddinizi okuyorum. bu da bi tuhaf. madem kendi kendine konuşuyon ne track tutuyon di mi.. heç işte.
bi de ben kendime kristal top aldım böyle avuç içi kadar. Eve gidince camımın önüne asıcam. Hişşt! sır bu. Defne duymasın, ona da aldım. doğumgünü çoçuu olucak yakında zaten.
İNCİRLİK ÜSSÜNDE ABD'NİN NÜKLEER FÜZELERİ VAR, 1000 HİROŞİMA GÜCÜNDE. Yok Türkiye 6 yıl önce nükleer silah sahibi olmayacağına dair anlaşma imzalamış falan anlatın siz, heyecanlı oluyo. Gözünüze sürmeyi çektiler azizim naber.
7 Haziran 2006 Çarşamba
3 ay sonra bugün
saat 10.14 itibariyle
6 Haziran 2006 Salı
parlıyoo.. aaa... eveet... aa...
"özgeeee özgeee baaak bakbak parlıyooo özgeeEEEE BAAKK!!"
sevincim daim. Çok seviyorum işte prizmatik karizmasını kristalin (var evet böyle bi tamlama). Kendi evim olsun, salonu ışık alsın, kristal avizelerim olsun, ben transa geçeyim... ışık kırılsın duvarda renkrenk. Kedisi olanlara tavsiye ederim çok eğleniyolar ya da yani biz eğlenirken onlar deliriyo- bilemiyorum. Evde, çimde, derste, otobüste, vapurda... Kristalinizi tutun güneşe, birilerinin üstünde parlasın sallansın. En olmadık yerde deterjanlı sudan baloncuk yapan çocuklar bir, kristalin parlaması iki... güzel şeyler bunlar, kışın olmuyolar.
Şimdi düşündüm de bundan perde yapsak... hiiiii!!! aman tanrııımmm... evveettt :)
selvi boylum al yazmalım
4 Haziran 2006 Pazar
dünyanın en eğlenceli güneş gözlüğüne sahibim!!
2 Haziran 2006 Cuma
play again?
-korkma, olmayacak.
-olmayacak di mi?
-evet.
-peki.
deryik amma yazdın bea! Bi sus bea!
Zar
Tavla güzel oyun, zar sallarsın ki en güzel yanı. Mirkelam zamanında bi şarkı yapmıştı, "tavla beni tavla, salla pulları zarları" diye, onu anarsın. Komik bi ilişki keşfedersin sonra:
Mirkelam'a nispet değil, biraz "okuduğumuzu anladık mı" alıştırması. Yok hayır, aranmıyorum yanlış anlaşılmasın :) türkçeye has bi kelimeler ağını zevkle, yeniden keşfettim ama elin ecnebisi buna özel zar bilem yapmış-- bakınız ibret alınız.
Vecize
Göbekli esnaf, Fırın sokak-Hisarüstü, sabah vakti
Doğruya ne denir? susulur dinlenir. Cümle başta kuru geliyo kulağa biraz; ama amcamın bütün vücuduyla öne doğru salınarak ve tek eliyle bilekten (içten dışa doğru) bir yarım daire çizerek "güzel" kelimesine vurgu yapışını (ne anladınız acaba bu tariften:P) ve karşı kaldırımdaki bitirim gencin hayat dersi almış ciddiyetle bakışını anca yazarak ekleyebiliyorum sahneye.
1 Haziran 2006 Perşembe
Fetişe yetişe
Gerçi çok kötü değilim sanırım şekildeki görece kalın topuklarla- çalışıyoruz gelişiyoruz efenim. Bi yerden başlamak gerek. Platform topuğa karşıyız bu arada-- yok öyle hilebazlık. İnce olacak; hatta çivi olacak, bilek devam edecek. Giyebilenleri ve hatta yürüyebilenleri severek izliyoruz, ayak fetişi olanlara hayatta başarılar diliyoruz. Nişantaşı kadınlarına selam ediyoruz. Yaz geldi, "pedikürü beceremeyen bot giysin" diyerek konuyu kapıyoruz...
Bu konuya nerden geldik? Sıkıntıdan.
Defne
14 yaşında, teenager sendromlarının en başındadır kendisi. Kuul bi arkadaştır; arada bana "abla sakin ol", "of abla amma heyecanlısın" diyip beni benden aldığı olmuştur. Çok güzel susar--ki insanlar benim çenem yüzünden çocukcağızın sessizleştiğini iddia etseler de kendisi susar ve kayda geçer. Herkesin en tuhaf hareketini, mimiğini, tiklerini bilir, sonra ortaya saçar. Fildir- unutmaz. "3 yaşımdayken sen beni odana sokmamıştın" gibi sonsuzz bi karakaplısı vardır. Tuhaf benzetmeleri ve çok sevdiğim tepkileri vardır (2,5 yaş, mekan kebapçı. Masa numarasını gösteren, şekli ">" ve "ters L" arası olan plastik zımbırtıya uzun uzun bakıp "mezar taşına benziyo" demişti) .
Aynı boy pos ve kiloda olduğumuzdan Bodrum'da mahallelinin bana "ablan nerde" demişliği vardır; ama temel farklarımız yadsınamaz: Hiperaktivite sınırında spor yapar. Kendi kendine kelebek yüzmeyi ve su kayağı yapmayı öğrendi. Sudan çıktığı ender zamanlarda bisiklet sırtında olduğundan yazın tam mesai yapar. Kış aylarında dizboyu karda yuvarlanmaktan vazgeçip pineklediğindeyse mutlaka telefon çalar ve 4 günlük planı hazırdır. Sever,sevilir, iyi arkadaştır.Ben ortaokuldayken arkadaşlarım "defneyi 15inde şamdan'da, 21'inde dünya medyasında görücez" derlerdi.
Tanımadıklarına utangaç, yakınlarına sivri dillidir ( "Deniz saçmalıyosun, saçmaladığını da biliyosun, sempatik olsun diye yapıyosun ve ben çok sıkılıyorum. kapatıyorum, geçince ararsın olur mu?" demişliği ve 5 dakika sonra Deniz tarafından arandığında "geçti mi" diyerek abartmışlığı vardır). Defne çabuk küser, çabuk barışır; ama barışırken lafını eder. Bana düşkündür, ama dedim ya kuul kendisi, belli etmez.
Allah için güzeldir kardeşim ( evet evet benziyoruz evet yuppii). Çillidir, dev gibi yeşil gözleri vardır. İlk 14 Şubat gülünü aldığında 10 yaşındaydı ve "ben sevgilisi diilim ki aptal mı bu" demişti. Üst sınıflardan hayran kitlesi gelişmiştir, o ayrı bi eğlencedir. İncik boncuk sevmez. Giysi kuralları adam çatlatır: düz renk olucak. Desen varsa çiçek böcek, fiyonk, allı güllü morlu olmayacak, "sevimli/şeker" görünmeyecek. Etek giymez. Pantolon bol olacak. Eşofmanla gezse tercihidir. Küpe takılacak; ama o küpe minik olacak. Üstündeki renkler uyumlu olacak ( "abla şimdi ne giydin sen.. ne bu şimdi yani.. çirkin oldu işte, uyumsuz.."). Bu kurallar sebebiyle alışverişe benimle çıkar; çünkü annem sıkılmaya başladı.
Varyemezdir. Resmen para biriktirip yatırım yapar. Kendine cep telefonu, fotoğraf makinesi aldı, bu gidişle ayrı eve de çıkabilir (hatta "bi gün eve çıkarsam" adlı hayalini anneme anlatırken annem "benim odam ışık alsın" gibi bi şi dediğinde "ne yani siz de mi benle yaşıycaksınız?!" demiş ve bizi fena bozmuştur). Fransızcayı su gibi bildiğinden ama okumayı sevmediğinden ilerde Fransa'da taksi şoförlüğü yaparak (çünkü kadın sürücülere eskort olsun diye golden retriever veriyolar) geçinmeye karar vermiştir. Belgesel izler, kayda geçer, yemek sofrasında "yaban domuzundan kaçmak için çapraz koşmalısın abla" falan der. TeknoSA kitapçığı incelemeyi çok sever. Alınacak bilgisayar, cep telefonu veya fotoğraf makinesine Defne karar verir.
Defne enteresandır. Tam bir sınavdır. Şu son 4 yıldır benden uzakta büyüyen, her gördüğümde yeniden tanışmak zorunda kaldığım bir hatun oldu kendisi. "Abla yaa İstanbul'a götür beni yaa yurdunda kaliym"dır Defne, "abla saçım düzgün olmuş mu uff"dur, canımın dibidir, Deffoş'tur.
4 yıl sonra beni kartlamış halimle barlarda görürseniz yanımdaki çıtıra asılmayın -- ablasıyım.
1 haziran derken?
Gerzekmişim.
estetik kaygılar öbeği
"niye yılan derisi desenli ki?"
"bu çok erkeksi"
"bu fazla büyük, rahat değil"
"bu çok siyah"
"bana yakışmaz"
.
.
.
.
.
Bunlar giysi değil telefon alırken sarfettiğim ve etraftaki erkeklere "aa dişi tepkisiiii" dedirten cümleler. Alt alta yazınca hakikaten tuhaf görünüyo; ama "bir kadın arabanın önce rengine bakar" klişesi telefon için de geçerliymiş demek ki. Anlamadığımdan değil-- sadece teknik özellikler ağzımın suyunu akıtmıyor işte. Çakı değil telefon alıyoruz, di mi ama? Binbir yerinden binbir özellik fışkırsın istemiyorum. Arıyor ve mesaj atıyor daha n'olsun ki? Üstelik beyaz ve çiçekli.
"Derya özellikleri neymiş onu da bi sorsaydın almadan önce?" :)